Vâkıa Sûresi 48. Ayet

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ  ...

“Evvelki atalarımız da mı?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَابَاؤُنَا atalarımız da mı? ا ب و
2 الْأَوَّلُونَ önceki ا و ل
 

Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikūnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106). 

28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245). 

35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 221-222
 

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ

 

Hemze istifham harfidir. وَ  atıf harfidir.  اٰبَٓاؤُ۬نَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَوَّلُونَ  kelimesi  اٰبَٓاؤُ۬نَا ‘nin sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Haber mahzuftur. Takdiri, أئنا أو آباؤنا مبعوثون (Biz ya da babalarımız yeniden diriltilecek miyiz) şeklindedir.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ

 

Hemze istifham,  وَ  atıf harfidir. Ayet, önceki ayetteki  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat vardır.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen istihza amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا , takdiri  مبعوثون (Diriltilecekler) olan mahzuf haber için mübtedadır. 

الْاَوَّلُونَ  kelimesi  اٰبَٓاؤُ۬نَا  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Önceki ayette  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  [Biz yeniden diriltilecek miyiz?] dedikten sonra sadece  اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  [atalarımız da mı?] sözüyle yetinilmiş  لَمَبْعُوثُونَۙ  lafzı hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا  da istifham hemzesi atıf harfinin başına gelmiştir. “Peki, لَمَبْعُوثُونَ  ‘ daki zamir üzerine,  نحن  diye tekidlenmeden atıf yapılması nasıl uygun olabilir ki?!” dersen şöyle derim: Arada fasıla -yani Hemze- olması sebebiyle böyle bir atıf güzel olmuştur. 

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  [Peki ya ilk atalarımız?] ifadesi  اِنَّا ’daki  اِنَّ  ve isminin mahalline ya da  مَبْعُوثُونَۙ [diriltilecekmişiz] ifadesindeki zamire matuftur;  مَبْعُوثُونَۙ ‘ye atfını caiz kılan şey ise istifham hemzesi ile ayrılmış olmasıdır ki, -daha da uzak bularak- يبعثون أيضا آباؤنا (Atalarımız da mı diriltilecekmiş!?) anlamındadır. (Onlar çok önce yaşamışlar; dolayısıyla dirilmeleri çok daha uzak ve boş bir iddiadır!) demek istiyorlar. İfade  أوْ آباؤنا  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)