فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ
Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikūnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106).
28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245).
35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.
فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayete matuftur. شُرْبَ ism-i fail olan شَارِبُونَ ‘nin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْه۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki شَارِبُونَ ‘ye atfedilmiştir. Veciz ifade kastına matuf olan شُرْبَ الْه۪يمِۜ izafetinde شُرْبَ , ism-i fail olan شَارِبُونَ ‘nin mef’ûlü mutlakıdır. الْه۪يمِ muzâfun ileyhtir.
شُرْبَ - شَارِبُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَارِبُونَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette teşbih-i beliğ sanatı vardır.
55. ayette müsnede atfedilmiş olan فَشَارِبُونَ lafzı mef’ûlün mutlak olarak gelen شُرْبَ الْه۪يمِۜ (deve içişi) ifadesi ile kayıtlanmış, böylece zikri geçen kimselerin cehennemde kaynar suları hangi surette içecekleri bildirilmiştir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedin İleyh Ve Müsnedin Halleri, S.117-118)
Burada muhatab sıcak suyun ne olduğunu bilmektedir. Ama bu sıcaklığına rağmen içmek için duydukları şiddetli ihtiyacı ifade etmek için bu teşbîh yapılmıştır. Susuzluktan kavruldukları için ölene kadar su içen develere benzetilmişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
شَارِبُونَ (İçenlerin) fiilinin tekrar edilmesi, bu korkunç görüntünün zihindeki tasvirini tekrarlamak ve tekid içindir. (Âşûr)
Buradaki الْه۪يمِ kelimesi, huyâm hastalığına yakalanmış deve demektir. Bu hastalık öyle bir hastalıktır ki istiskâ hastalığına benzer. Bu hastalığa yakalanan hayvan suyu içer içer fakat ölünceye kadar ya da çok şiddetli bir hastalığa tutuluncaya dek suya kanmaz. Ayetin manası buna göre şöyle olur: Yüce Allah kendilerine açlık verir. Ve sonra içlerini bir ateş alevi sarar. İşte bu açlık duygusu ve iç yangısı, kendilerini erimiş maden gibi olan zakkumdan yemeye iter. Zakkumla karılarını doldurduklarında ki bu ağaç son derece kızgın ve acı bir ağaçtır, Yüce Allah kendilerine bir susuzluk verir. Bu susuzluk da onları içlerini paramparça edecek olan kızgın ve kaynar sudan içmeye iter. İşte bu sebeple suyu, susamış develerin içtiği gibi içerler. (Rûhu’l Beyân)