وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ
Kıyamet olayının; inkârcı ve mücrimlerin mahşer ve hesap ortamında yaşadıkları derin bunalımın, onları bu âkıbete sürükleyen başlıca kötülüklerin ve cehennem azabının kısa fakat kuşatıcı ve oldukça etkileyici bir anlatımı olan bu âyetlerde, ilâhî kudret ve hikmetin verdiği düzen içinde varlığını sürdüren gök cisimlerinin vakti gelince yine Allah’ın iradesiyle erimiş madenlere, dağların atılmış yüne, pamuğa dönüşeceği bildirilmekte; bu tasvirin ardından da insanın âkıbetinden sarsıcı bir kesit verilmektedir. Buna rağmen o gün suçlu kişinin, en değerli varlıkları olan eşini, çocuklarını ve diğer yakınlarını, sevdiklerini, dahası bütün yeryüzündekileri gözden çıkaracak ölçüde dehşetli bir psikolojik bunalım, kaygı ve korkuya kapılacağı anlatılmaktadır. Müfessirler, burada ruh hali tasvir edilen “mücrim”in (suçlu) inkârcıları veya daha genel olarak günahkârları ifade ettiğini belirtirler.
15 ve 16. âyetler cehennemin şiddetli azabını hatırlatmakta, 17 ve 18. âyetler ise oraya girenlerin bu sonuçla karşılaşmalarının başlıca sebeplerine dikkat çekmektedir ki bunlar, a) Peygamberin getirdiği hak dine, tevhid inancına sırt çevirmek, b) Servetinden muhtaçları faydalandırmamak, yani toplumda geçim sıkıntısının hafifletilmesi için üzerine düşeni yapmamaktır. Bu iki günah, yani putperestlerin tevhid davetine sırt çevirmeleri ve maddî konularda bencillik edip insanların geçim sıkıntılarını hafifletecek harcamalar yapmaktan kaçınmaları Kur’an-ı Kerîm’in bütününde, özellikle de Mekke’de inen sûrelerde onların en fazla eleştirilen kötülükleri olmuştur. Bu tesbite göre Kur’an-ı Kerîm’in insanlığa yüklediği görevlerin en önemlisi ve en kuşatıcı olanı, a) Allah’ın varlık ve birliğini tanımak, b) İnsanlara yardım ve iyilik etmektir. İslâm âlimleri bu iki büyük görevi kısaca “Allah’ın buyruğuna saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlemişlerdir.
وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ‘la önceki ayeteki ism-i mevsûl الَّت۪ي ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. جَم۪يعاً sıladaki mukadder aid zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
يُنْج۪يهِ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ عَذَابِ car mecruru يَفْتَد۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُنْج۪يهِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ
Ayet, mücrimlerin azaptan kurtulmak için feda ettiklerini saymaya devam etmektedir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu atıf harfi وَ ’la, önceki ayetteki ism-i mevsûle atfedilmiştir. Sıla cümlesi mahzuftur. فِي الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَن ism-i mevsûlünde tağlîb yoluyla akıllılar diğerlerine üstün kılınmıştır. Çünkü onların içinde dost olanlar da vardır. (Âşûr)
جَم۪يعاً sıladaki mukadder aid zamirin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ cümlesi, tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mücrimlerin azabı gördüklerinde feda ettikleri yakınlarının hepsinin sayılmasıyla yapılan taksim sanatının ardından zikredilen “yeryüzünde bulunanların hepsi ifadesi” umumun hususa atfı babında itnab sanatıdır.
ثُمَّ ile atfedilen şeyler sevdiği neticeye ulaşmak içindir. Yoksa zahiren ف ile atfedilmesi gerekirdi ki çoğunlukla da ف kullanılır. (Âşûr)
Sülalesini ve yeryüzünde insanlardan, cinlerden ve diğer yaratıklardan kim varsa hepsini feda etmeyi ister, temenni eder. Ta ki kendisini kurtarsın. Bu ayetler, kişinin nefsiyle meşgul olmasının, bırakın onların hal ve hatırlarını sormak, kendini azaptan kurtarmak için en yakınlarını ve en sevdiklerini bile feda edecek bir noktada olduğunu açıklamaktadır. Ayetteki فَص۪يلَتِهِ ’den maksat, baba ve dedeler ve en yakın akrabalardır. Özetle diyebiliriz ki, o temenni eder ki, tüm bunlar elinin altında olsalar da, canını kurtarmak için hepsini verse, sonra da bu hareket onu kurtarsa. Ama boşuna, çünkü usül yanlıştır, vakit geçmiştir. (Rûhu’l Beyân)