وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ
Öğüt ve uyarı olduğu belirtilen şey Kur’an âyetleridir. 55. âyette samimiyet ve iyi niyetle öğüt almak, gerçeği bulmak isteyenlerin, aradıklarını Kur’an’da bulacakları bildirilmiştir. Kuşkusuz her şey Allah’ın dilemesine, izin ve imkân vermesine bağlıdır. Ama Allah iyilik dileyen için iyiliği, kötülük dileyen için de kötülüğü murat edip yaratmaktadır, uyguladığı kural budur.
Âyetler uyarıcı olarak Kur’an’ın gönderildiğini ifade ettiği gibi başka kitap gönderilmeyeceğine, dünya ve âhiret mutluluğu için Kur’an’ın yeterli olduğuna da işaret etmektedir.
وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَذْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
إِلَّاۤ hasr edatıdır. اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harfi ceriyle birlikte يَذْكُرُونَ fiiline mütealliktir. يَشَٓاءَ fetha ile mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَهْلُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. التَّقْوٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. التَّقْوٰى maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلُ الْمَغْفِرَةِ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la, 54. ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِلَّٓا istisna edatı, masdar-ı müevvel müstesnadır.
اَنْ ve akabindeki يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـٔاً cümlesi, masdar teviliyle, mahzuf harf-i ceriyle يَذْكُرُونَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ancak Allah dilerse öğüt alırlar ayeti öğüt almalarını yahut irade etmelerini dilerse demektir. Bu da [Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz] (Tekvir: 29) ayeti gibidir. Kulun fiilinin Allah Teâlâ'nın dilemesiyle olduğunu açıklamaktadır. Nâfi’, تَ ile تَذْكُرُونَ okumuştur. Bu iki şekilde şedde ile de okunmuştur (تَذْكُرُونَ , يَذْكُرُونَ). O, takvanın da ehlidir, yani azabından korkulmaya layıktır, mağfiretin de ehlidir, yani kullarını bağışlamaya da layıktır, özellikle takva sahipleri için. (Beyzâvî)
يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ Mezkûr kelâmın zahirinden muhtemel anlaşılmanın aksine, Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar; çünkü kulun fiillerinin gerçekleşmesinde, kulun kendisinin dilemesi ve iradesi, gerçek etken değildir. Bu ayet de sarahatle bildiriyor ki, kulların fiilleri, Allah'ın dilemesi ile gerçekleşmektedir. (Ebüssuûd)
هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda, اَهْلُ التَّقْوٰى izafeti haberdir. Müsnedin izafetle merfû olması, sözü kısaltmak ve veciz ifade (az sözle çok şey ifade etmek) kastı yanında, muzâfun ileyh sayesinde müsnedün ileyhin tazimi içindir. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ izafeti habere matuftur. Cihet-i camiâ, tezâyüftür.
التَّقْوٰى , meçhul bina edilmiş masdar-ı müevvelden ivazdır. Yani; أهل لأن يتّقى (Mahmud Sâfî)
اَهْلُ kelimesinin tekrarında ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Asıl sakınılması gereken de O’dur, bağışlama yetkisinin gerçek sahibi de.. Kullarının kendisinden sakınmasına, azabından korkmasına ve kendisine inanıp itaat etmesine lâyıktır. İman edip itaatte bulunduklarında onları bağışlamaya da layıktır. (Keşşâf)
Sonuç bölümü de giriş bölümü gibi mütekellimin titiz olması gereken yerlerden biridir. Çünkü muhatap yorulmuştur ve son aklında kalacak sözler önemlidir. Etkili ve güzel olursa öncekilerle birlikte zihne yerleşir, aksi halde kaybolur gider.
Kuran surelerinin son ayetleri hüsn-i intihâ sanatının güzel örnekleridir. Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ Azabından korkulmaya, iman edilmeye ve itaat edilmeye yegâne layık olan ancak O’dur. Allah; kendisine iman ve itaat edenleri mağfiret edecek olan da yegâne O'dur. (Ebüssuûd)