Abese Sûresi 10. Ayet

فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ  ...

Allah’a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun.  (8 - 10. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَنْتَ sen
2 عَنْهُ onunla
3 تَلَهَّىٰ ilgilenmiyorsun ل ه و
 

Hz. Peygamber putperest önderlerin ikna edilmesi halinde onları izleyen halkın İslâm’ı daha kolay benimseyecekleri düşüncesiyle onlarla da meşgul oluyordu. Böyle biriyle yaptığı görüşmenin ortasında yanlarına gelen görme engelli sahâbî Abdullah İbn Ümmü Mektûm’un kendisine yönelttiği sorudan rahatsız olarak yüzünü ekşitmiş, ona cevap vermemişti. Bunun üzerine Allah Teâlâ, resulünü âyetlerdeki sitemli ifadelerle uyardı. Bundan etkilenen Hz. Peygamber’in, daha sonra zaman zaman Abdullah’ı gördüğünde, “Kendisinden dolayı rabbimin beni azarladığı şahsa merhaba!” diyerek ona iltifatta bulunduğu rivayet edilir (Hattâbî, Me‘âlimü’s-Sünen, III, 3; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, X, 131; Begavî, Tefsîru’l-Beğavî, V, 210). Bu vb. bazı iltifatlarının yanında, sefere çıktığında iki defa yerine Medine’de kalanlara namaz kıldırmak üzere Abdullah’ı görevlendirdiği de rivayet edilmiştir (Zemahşerî, IV, 217).

Birkaç âyette Hz. Peygamber’in “zelle” denilen bazı hataları hatırlatılmış ve düzeltilmiştir (meselâ buna yakın bir uyarı örneği için bk. Tevbe 9/43). Ancak bunlar içinde nisbeten sert bir üslûp taşıyan tek öğüt ve uyarı konumuz olan âyetlerdedir. Bu âyetler, vahyin objektifliğini ve peygamberin insanlığa kendi istek ve düşüncelerini değil, ilâhî vahyi tebliğ ettiğini, ayrıca onun bir ilâh gibi yanılgısız sayılmaması gerektiğini göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. Bunun kadar önemli bir husus da Resûlullah’ın, kendi tutumunu eleştiren bu âyetleri, en ufak bir kaygı ve komplekse kapılmadan halka okuması, duyurmasıdır. Bu da onun dâvetindeki samimiyetini, hakikat sevgisini ve üstün ahlâkını gösterir. 

“Kendini her bakımdan ihtiyaçsız gören” diye çevirdiğimiz 5. âyet Mekke’nin ileri gelen zenginlerinin ve kabile reislerinin hâkim karakterini ifade eder. Bunlar mal ve adamlarının çokluğu sebebiyle büyüklük taslayarak inkârcılıkta devam ediyor, Allah ve peygamberinin kendilerine doğru yolu göstermelerine ihtiyaçlarının olmadığını söylüyor veya böyle bir tutum sergiliyorlardı. Allah korkusu ile huzuruna gelen görme engelli kişi ise Kur’an’ın nuruyla aydınlanarak cehaletten kurtulmak ve günahlardan arınmak istiyordu.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 555
 

فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ


فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰى  cümlesi 8. ayetteki  مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَنْهُ car mecruru  تَلَهّٰى  fiiline mütealliktir.  تَلَهّٰىۚ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَلَهّٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  تَلَهّٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  لهو ’dir. Aslı  تتلهوى  şeklindedir.  تَ  harflerinden biri hazf edilmiştir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ

 

فَ  karinesiyle gelen  فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰى  cümlesi, 8. ayette mübteda olan  مَنِ ’in haberi ve şartın cevabıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Munfasıl zamir  اَنْتَ , mübtedadır.  تَلَهّٰى  fiili mübtedanın haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  عَنْهُ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için, amili olan  تَلَهّٰىۚ ‘ya takdim edilmiştir.

[Sen ondan oyalanıyorsun onunla meşgul olmuyorsun] Belki de تَصَدَّىٰ  ve  تَلَهّٰىۚ  kalıplarının zikredilmesi itabın / sitemin kalben zenginle ilgilenip de fakiri ihmal etmesindendir. Bu gibi şey ise ona yaraşmaz. (Beyzâvî)

أَمَّا مَنِ ٱسۡتَغۡنَىٰ فَأَنتَ لَهُۥ تَصَدَّىٰ  cümleleriyle son üç ayetteki  وَأَمَّا مَن جَاۤءَكَ یَسۡعَىٰ  وَهُوَ یَخۡشَىٰ  فَأَنتَ عَنۡهُ تَلَهَّىٰ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

تَلَهَّىٰ - تَصَدَّىٰ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.