Bürûc Sûresi 2. Ayet

وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ  ...

Va’dedilmiş güne (kıyamete) andolsun,
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْيَوْمِ ve güne andolsun ي و م
2 الْمَوْعُودِ va’dedilen و ع د
 

Bir önceki sûrede olduğu gibi burada da yeminle söze başlanarak müminleri inançlarından dolayı ateş dolu çukurlara atıp yanmalarını seyreden zalimler kınanmakta ve âhirette hak ettikleri cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir.

Burûc kelimesi “açığa çıkmak, görünmek, saray ve köşk” anlamlarına gelen burcun çoğuludur. Astronomi terimi olarak burç, güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her birini ifade eder. Modern astronominin ışığında “burûc”u “yıldız kümeleri” veya “galaksiler” olarak anlamak mümkündür (ayrıca bk. Hicr 15/16; Furkan 25/61). 2. âyetteki “vaad edilen gün”den maksat, kıyamet günüdür (Taberî, XXX, 82; Kurtubî, XIX, 283).

Tanıklık eden ve edilen” diye çevirdiğimiz 3. âyetteki şâhid ve meşhûd kelimelerini müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür: a) Şahit Allah, meşhûd yaratıklardır; b) Şahit Hz. Muhammed, meşhûd onun ümmetidir; c) Şahit Hz. Muhammed’in ümmeti, meşhûd diğer ümmetlerdir; d) Şahit peygamberler, meşhûd ümmetleridir; e) Şahit koruyucu melekler, meşhûd insanlardır; f) Şahit bütün insanlar, meşhûd kıyamet günüdür; g) Şahit Allah ve melekler, meşhûd da Allah’ın birliği ilkesidir. Bunlardan başka yıldızların, Hacerülesved’in, arefe, cuma ve pazartesi günlerinin şahit ve meşhûd olduğu yolunda görüş ileri sürenler de vardır (bk. Kurtubî, XIX, 283-285; Ateş, X, 392-394). Bir önceki âyette kıyamet gününün geçtiği dikkate alındığında “şahit” ile insanların amellerini görüp bilen ve sonunda karşılığını verecek olan Allah Teâlâ’nın, meşhûd ile Allah’ın durumlarını görüp bildiği ve buna bağlı olarak âhirette sorgu ve yargıdan geçireceği insanlar ile onların işlerinin kastedildiği düşünülebilir.

Sûrede sözü edilen “ashâbü’l-uhdûd”, İslâmiyet’ten önceki bir devirde inançlı insanları dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kimseleri ifade eder. Âyetlerde semaya, kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene yeminle bu işkencecilerin lânetlendiği bildirilmektedir. Uhdûd “uzun ve derin hendek” demektir. Kendilerinden ashâbü’l-uhdûd diye söz edilen kimselerle onların işkence ettiği müminler ve bu olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında Kur’an-ı Kerîm bilgi vermemiştir. Tefsirlerde bunların kimlikleri hakkında çok değişik ve bazen birbiriyle çelişen açıklamalar bulunmaktadır. Bu açıklamalar arasında Necran hıristiyanlarının Yemen Kralı Zûnüvâs tarafından idam edilmeleri yahut bir Zerdüşt kralının, erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine Allah’ın müsaade ettiği şeklindeki hükmünü kabul etmeyen tebaasını ateşe atarak cezalandırması gibi güvenilir olmayan menkıbeler de vardır (bk. Taberî, XXX, 85-87; Kurtubî, XIX, 287-294). Bu ifadeyi belli bir olaya bağlamak yerine, tarihte çokça kullanılan ateşle işkence yöntemine atıfla genel mânada işkence ve işkenceciler şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Esed, III, 1253). 10. âyet de bu anlamı desteklemektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi Burûc sûresinin indiği dönemde de Mekkeli müşrikler müminlere, özellikle fakirlere ve kimsesizlere acımasızca işkence ediyorlardı. Nitekim “...işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir” meâlindeki 10. âyette Kur’an’ın geldiği toplumda da işkence uygulamasının bulunduğuna, böyle zulümleri Mekke müşriklerinin de yaptıklarına işaret edilmiştir (bk. Muhammed Eroğlu, “Ashâbü’l-uhdûd”, DİA, III, 471). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 591-592
 

وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ


الْيَوْمِ  atıf harfi و ‘la  السَّمَٓاءِ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمَوْعُودِ  kelimesi  الْيَوْمِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَوْعُودِ  kelimesi, sülâsi mücerredi  وعد  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ


الْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ , önceki ayetteki muksemun bih olan  السَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِۙ ‘a atfedilmiştir.

الْيَوْمِ ‘nin sıfatı olan  الْمَوْعُودِۙ , ism-i mef’ûl vezninde gelerek bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ , kıyamet gününden kinayedir.

وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ [Vadedilen gün] kıyamet günüdür. (Keşşâf)

[Vadolunmuş o güne], kendisi ile tehditte bulunulmuş o güne, demektir. Bu da bir başka yemindir. Bugünün kıyâmet günü olduğu hususunda, tevil bilginleri arasında görüş ayrılığı yoktur. İbn Abbâs dedi ki: Semadakilerle yerdekilerin bugünde toplanıp, bir araya getirileceği vadolunmuştur. (Beyzâvî)