وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ
Bir önceki sûrede olduğu gibi burada da yeminle söze başlanarak müminleri inançlarından dolayı ateş dolu çukurlara atıp yanmalarını seyreden zalimler kınanmakta ve âhirette hak ettikleri cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir.
Burûc kelimesi “açığa çıkmak, görünmek, saray ve köşk” anlamlarına gelen burcun çoğuludur. Astronomi terimi olarak burç, güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her birini ifade eder. Modern astronominin ışığında “burûc”u “yıldız kümeleri” veya “galaksiler” olarak anlamak mümkündür (ayrıca bk. Hicr 15/16; Furkan 25/61). 2. âyetteki “vaad edilen gün”den maksat, kıyamet günüdür (Taberî, XXX, 82; Kurtubî, XIX, 283).
“Tanıklık eden ve edilen” diye çevirdiğimiz 3. âyetteki şâhid ve meşhûd kelimelerini müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür: a) Şahit Allah, meşhûd yaratıklardır; b) Şahit Hz. Muhammed, meşhûd onun ümmetidir; c) Şahit Hz. Muhammed’in ümmeti, meşhûd diğer ümmetlerdir; d) Şahit peygamberler, meşhûd ümmetleridir; e) Şahit koruyucu melekler, meşhûd insanlardır; f) Şahit bütün insanlar, meşhûd kıyamet günüdür; g) Şahit Allah ve melekler, meşhûd da Allah’ın birliği ilkesidir. Bunlardan başka yıldızların, Hacerülesved’in, arefe, cuma ve pazartesi günlerinin şahit ve meşhûd olduğu yolunda görüş ileri sürenler de vardır (bk. Kurtubî, XIX, 283-285; Ateş, X, 392-394). Bir önceki âyette kıyamet gününün geçtiği dikkate alındığında “şahit” ile insanların amellerini görüp bilen ve sonunda karşılığını verecek olan Allah Teâlâ’nın, meşhûd ile Allah’ın durumlarını görüp bildiği ve buna bağlı olarak âhirette sorgu ve yargıdan geçireceği insanlar ile onların işlerinin kastedildiği düşünülebilir.
Sûrede sözü edilen “ashâbü’l-uhdûd”, İslâmiyet’ten önceki bir devirde inançlı insanları dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kimseleri ifade eder. Âyetlerde semaya, kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene yeminle bu işkencecilerin lânetlendiği bildirilmektedir. Uhdûd “uzun ve derin hendek” demektir. Kendilerinden ashâbü’l-uhdûd diye söz edilen kimselerle onların işkence ettiği müminler ve bu olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında Kur’an-ı Kerîm bilgi vermemiştir. Tefsirlerde bunların kimlikleri hakkında çok değişik ve bazen birbiriyle çelişen açıklamalar bulunmaktadır. Bu açıklamalar arasında Necran hıristiyanlarının Yemen Kralı Zûnüvâs tarafından idam edilmeleri yahut bir Zerdüşt kralının, erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine Allah’ın müsaade ettiği şeklindeki hükmünü kabul etmeyen tebaasını ateşe atarak cezalandırması gibi güvenilir olmayan menkıbeler de vardır (bk. Taberî, XXX, 85-87; Kurtubî, XIX, 287-294). Bu ifadeyi belli bir olaya bağlamak yerine, tarihte çokça kullanılan ateşle işkence yöntemine atıfla genel mânada işkence ve işkenceciler şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Esed, III, 1253). 10. âyet de bu anlamı desteklemektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi Burûc sûresinin indiği dönemde de Mekkeli müşrikler müminlere, özellikle fakirlere ve kimsesizlere acımasızca işkence ediyorlardı. Nitekim “...işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir” meâlindeki 10. âyette Kur’an’ın geldiği toplumda da işkence uygulamasının bulunduğuna, böyle zulümleri Mekke müşriklerinin de yaptıklarına işaret edilmiştir (bk. Muhammed Eroğlu, “Ashâbü’l-uhdûd”, DİA, III, 471).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 591-592وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ
شَاهِدٍ ve مَشْهُودٍ kelimeleri atıf hari و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَاهِدٍ kelimesi, sülasi mücerredi شهد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَشْهُودٍ kelimesi, sülâsi mücerredi شهد olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ
وَشَاهِدٍ , ilk ayetteki muksemun bih olan السَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِۙ ‘a atfedilmiştir.
مَشْهُودٍۜ makabline matuftur. Cihet-i camiâ temâsüldür.
شَاهِدٍ - مَشْهُودٍۜ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَشْهُودٍۜ ‘in ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.
الْمَوْعُودِۙ - وَمَشْهُودٍۜ kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.
شَاهِدٍ , ism-i fail vezninde gelmiştir.
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Bu kasemde gelen شَاهِدٍ ve مَشْهُودٍۜ kelimeleri nekredir. İkisini umuma hamletmek mümkündür. Lafız buna imkan vermiyorsa da mana bunu istemektedir. Zira nekre ile kasem olmaz ve kasemin hangisi olduğu da anlaşılmaz. Umum mana düşünüldüğünde, marife de bunun kapsam alanına girer ve böylece kasem de yerini bulmuş olur.
İkisinin nekre gelmesi tazim, teksir ve mübalağa ve vasıfta ibham içindir. Buna göre manası, Şahid ve meşhudun çokluğu, ne kadar da fazladır veya şahid ve meşhudun vasıfları o kadar çok ki anlatılamaz olur. (Mehmet Nurullah Aktaş, Burûc Suresinin Kimliği Ve Üslûbu Üzerine)
وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ ayetinde, kıyamet gününde büyük bir topluluğun hazır bulunacağına kasem edilmesi, uhdud günü hazır bulunan topluluk manzarasına münasiptir.
Yani bugünü seyreden ve bugünde seyredilen her şeye demektir. Seyreden ile amaçlanan, o güne tanık olan bütün yaratılmışlar; seyredilen ile amaçlanansa söz konusu günde mevcut, hayrete düşüren şeylerdir. Bu ikisinin (yani seyreden ve seyredilenin) nekire kılınmasının metodu, ya (daha önce) [İşte o zaman ne getirdiğini bilir herkes.] (Tekvîr 81/14) ayetinde belirttiğim gibi, sanki (Seyreden ve seyredilenlerin aşırı derecedeki çokluğuna yemin olsun ki…) yahut belirsiz sıfat bağlamında “Anlatılamayacak olan seyredene ve seyredilene yemin olsun ki” denmesi gibidir. (Keşşâf)
ٱلۡمَوۡعُودِ - وَمَشۡهُودࣲ lafızları arasında murassa seci vardır.