Bürûc Sûresi 4. Ayet

قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِۙ  ...

Şâhitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (mü’minleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lânetlenmiştir.  (3 - 5. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُتِلَ kahroldu ق ت ل
2 أَصْحَابُ adamları ص ح ب
3 الْأُخْدُودِ hendeğin خ د د
 

Bir önceki sûrede olduğu gibi burada da yeminle söze başlanarak müminleri inançlarından dolayı ateş dolu çukurlara atıp yanmalarını seyreden zalimler kınanmakta ve âhirette hak ettikleri cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir.

Burûc kelimesi “açığa çıkmak, görünmek, saray ve köşk” anlamlarına gelen burcun çoğuludur. Astronomi terimi olarak burç, güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her birini ifade eder. Modern astronominin ışığında “burûc”u “yıldız kümeleri” veya “galaksiler” olarak anlamak mümkündür (ayrıca bk. Hicr 15/16; Furkan 25/61). 2. âyetteki “vaad edilen gün”den maksat, kıyamet günüdür (Taberî, XXX, 82; Kurtubî, XIX, 283).

Tanıklık eden ve edilen” diye çevirdiğimiz 3. âyetteki şâhid ve meşhûd kelimelerini müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür: a) Şahit Allah, meşhûd yaratıklardır; b) Şahit Hz. Muhammed, meşhûd onun ümmetidir; c) Şahit Hz. Muhammed’in ümmeti, meşhûd diğer ümmetlerdir; d) Şahit peygamberler, meşhûd ümmetleridir; e) Şahit koruyucu melekler, meşhûd insanlardır; f) Şahit bütün insanlar, meşhûd kıyamet günüdür; g) Şahit Allah ve melekler, meşhûd da Allah’ın birliği ilkesidir. Bunlardan başka yıldızların, Hacerülesved’in, arefe, cuma ve pazartesi günlerinin şahit ve meşhûd olduğu yolunda görüş ileri sürenler de vardır (bk. Kurtubî, XIX, 283-285; Ateş, X, 392-394). Bir önceki âyette kıyamet gününün geçtiği dikkate alındığında “şahit” ile insanların amellerini görüp bilen ve sonunda karşılığını verecek olan Allah Teâlâ’nın, meşhûd ile Allah’ın durumlarını görüp bildiği ve buna bağlı olarak âhirette sorgu ve yargıdan geçireceği insanlar ile onların işlerinin kastedildiği düşünülebilir.

Sûrede sözü edilen “ashâbü’l-uhdûd”, İslâmiyet’ten önceki bir devirde inançlı insanları dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kimseleri ifade eder. Âyetlerde semaya, kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene yeminle bu işkencecilerin lânetlendiği bildirilmektedir. Uhdûd “uzun ve derin hendek” demektir. Kendilerinden ashâbü’l-uhdûd diye söz edilen kimselerle onların işkence ettiği müminler ve bu olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında Kur’an-ı Kerîm bilgi vermemiştir. Tefsirlerde bunların kimlikleri hakkında çok değişik ve bazen birbiriyle çelişen açıklamalar bulunmaktadır. Bu açıklamalar arasında Necran hıristiyanlarının Yemen Kralı Zûnüvâs tarafından idam edilmeleri yahut bir Zerdüşt kralının, erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine Allah’ın müsaade ettiği şeklindeki hükmünü kabul etmeyen tebaasını ateşe atarak cezalandırması gibi güvenilir olmayan menkıbeler de vardır (bk. Taberî, XXX, 85-87; Kurtubî, XIX, 287-294). Bu ifadeyi belli bir olaya bağlamak yerine, tarihte çokça kullanılan ateşle işkence yöntemine atıfla genel mânada işkence ve işkenceciler şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Esed, III, 1253). 10. âyet de bu anlamı desteklemektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi Burûc sûresinin indiği dönemde de Mekkeli müşrikler müminlere, özellikle fakirlere ve kimsesizlere acımasızca işkence ediyorlardı. Nitekim “...işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir” meâlindeki 10. âyette Kur’an’ın geldiği toplumda da işkence uygulamasının bulunduğuna, böyle zulümleri Mekke müşriklerinin de yaptıklarına işaret edilmiştir (bk. Muhammed Eroğlu, “Ashâbü’l-uhdûd”, DİA, III, 471). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 591-592
 

قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِۙ


Fiil cümlesidir.  قُتِلَ  fetha  üzere mebni, meçhul mazi fiildir. اَصْحَابُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  الْاُخْدُودِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
 

قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِۙ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

قُتِلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak tahkir, tehdit ve beddua manası taşıdığı için lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Müsnedin ileyhin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir. 

Şayet “Bu yeminlerin cevabı nerede?” dersen; şöyle derim: Cevap, [Kahrolmuştur o hendeği kazanlar] ayetinin delaletiyle hazfedilmiş olup adeta; “Bu nesnelere yemin ederim ki onlar -yani Kureyş kâfirleri tıpkı o hendek sahipleri gibi lanete uğramışlardır!” denmektedir. Çünkü bu sure Mekkelilerin eziyetlerine karşı müminlerin ayağını / duruşunu sağlamlaştırıp sabretmelerini sağlamak ve kendilerinden öncekilerin iman sebebiyle uğradıkları azapları, envâ-i çeşit eza ve cefayı, gösterdikleri sabır ve sebatı hatırlatıp, onlar sayesinde ünsiyet kesp etmelerini ve kavimlerinden gördükleri nahoş şeylere karşı sabretmelerini ve kendi inkârcılarının Allah katında, ‘bu, ateşle yakıp azap edenlerin’ konumunda olduklarını ve haklarında tıpkı; “Kahrolsun o hendeği kazanlar!” dendiği gibi “Kahrolsun Kureyş!” demeyi hak eden, melun kimseler olduklarını bilmelerini sağlamak için gelmiştir. (Keşşâf) 

Bu, o kâfirlere yüce Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmaları için yapılan bir bedduadır. (Kurtubî)