سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ
“Öğüt mutlaka fayda verir” şeklinde çevirdiğimiz ifadeye göre burada belli bir grup değil, öğüde muhatap olan herkes kastedildiği için muhatapların sayısı az veya çok olsa da bir kısmının öğütten mutlaka yararlanacağı kesindir. Nitekim 10. âyette bu husus açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu âyet “...Öğüt fayda verirse öğüt ver” şeklinde de anlaşılmıştır. Buna göre âyetin lafzından, öğüt verilebilmesi için verilecek öğüdün muhataba fayda sağlamasının şart koşulduğu anlaşılırsa da müfessirler, öğüt fayda verse de vermese de peygamberin öğüt vermekle yükümlü olduğu, âyetin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindedirler. Râzî, öğüt vermenin veya hakikati anlatmanın ilk etapta gerekli (vâcip) olduğunu, tekrarının gerekli olmasının ise öğüdün yarar sağlaması ve böylece amacın gerçekleşmesi durumuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir (XXXI, 144). Buna göre Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı tâlimatı muhataplara duyurması onun misyonunun gereğidir. Öğüt vermenin faydalı olacağı kanaatine varıldığı takdirde devam etmek de vâciptir. Ancak inkârda kararlılık gösteren, gerçekle alay eden insanlara öğüt vermek onların inkâr ve inatlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden Allah, “O halde bizi anmaktan yüz çevirenden … sen de yüz çevir” buyurmuştur (bk. Necm 53/29).
10-11. âyetlerde öğüdün herkese fayda vermeyeceği, ondan ancak Allah’tan korkanların faydalanacağı, Allah’tan korkmayan, isyan ve günah batağına saplanmış olan bedbahtların ise ondan kaçacakları bildirilmiştir. 12. âyet verilen öğütten kaçmanın, hakikate sırt çevirmenin sonuçta insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermektedir.
“Sonra orada ne ölür ne de yaşar” meâlindeki 13. âyet azabın ebedîliğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayacağı da muhakkaktır. Buna karşılık 14-15. âyetlerde öğütlere kulak veren, kalplerini şirk, günah ve kötü ahlâkın kirlerinden temizleyen, namaz kılıp sadaka ve zekât vermek suretiyle nefsini arındıran kimselerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.
14. âyette “arınan” diye tercüme ettiğimiz tezekkâ fiili, “insanın nefsini kontrol altına alması, her türlü şirk, kötülük ve günahtan uzaklaşması, Allah’ın birliğine iman edip dinin emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiği gibi “zekât vererek arınmak” mânasına da gelir. Ancak Mekkî sûrelerde yer alan “zekât” tabirleriyle (Zâriyât 51/19; Meâric 70/24), sonraları hükümleri etraflı olarak belirlenmiş şekliyle zekât değil, mutlak anlamıyla malî içerikli dinî görevler kastedilmiştir. Çünkü kurumsal anlamda zekât Medine döneminde farz kılınmıştır (bk. Tevbe 9/103). Şu halde âyetteki tezekkâ kelimesi hem malı haramlardan ve kul haklarından hem de nefsi günah kirlerinden arındırmayı ifade eder.
15. âyette Allah’ın adını anan ve namaz kılan kimsenin kurtuluşa ereceği bildirilmiştir. Ancak burada geçen, “namaz kılma” olarak çevirdiğimiz sallâ fiiliyle ilgili de farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat bilinen beş vakit namazdır; bazılarına göre bayram namazı, bir kısmına göre de “salât” kelimesinin sözlük anlamı olan duadır (Taberî, XXX, 100). Beş vakit namaz Mekke döneminin sonlarına doğru farz kılındığına ve bu sûre de oldukça erken bir dönemde indiğine göre, buradaki salât kavramını da beş vakit namaz olarak değil, ilk müslümanların Hz. Peygamber’in örnekliğinde yerine getirdikleri günlük ibadet olarak anlamak uygun olur (bu konuda bk. Kâmil Yaşaroğlu, “Namaz”, DİA, XXXII, 351).
سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ
Fiil cümlesidir. سَيَذَّكَّرُ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَذَّكَّرُ damme ile merfû muzâri fiildir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَخْشٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
يَخْشٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يَذَّكَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümleye dahil olan سَ , istikbal harfidir. Cümleyi tekid eder.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan يَخْشٰىۙ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki haberin önemine dikkat çekmek içindir.
سَيَذَّكَّرُ fiili تَفَعَّلَ babındadır. Sülasisi ذكر ’dır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
سَيَذَّكَّرُ kelimesinin başındaki سَ , muhtemelen سوف manasındadır. Halbuki, Allah'ın bizzat kendi kelamında geçen سوف ise, başına geldiği lafzın ifade ettiği mananın mutlaka olacağını bildirir. Ve bu tıpkı, mesela, سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ [Seni okutacağız, sen de asla unutmayacaksın…] (A'la, 6) ayetinde olduğu gibidir. Mananın, Allah'tan haşyet eden, muhakkak öğüt alır, eğer bu iş, tedebbür ve tefekkür gibi yolları kullanmak suretiyle, bir zaman sonra olacak olsa bile, bu kimse de uzun bir müddet sonra öğüt almış demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Herhangi bir konuda ilk önce bilgi bulunur da, sonra kişi onu unutursa, sonra hasıl olan bilgi "tezekkür" (hatırlama) adını alır. Halbuki, böyle bir durum, kâfirler için söz konusu değildir. Yine de Allah Teâlâ, buna "tezekkür" adını vermiştir. Delillerin kuvvetli ve çok net bir biçimde açık olmasından dolayı, adeta sanki böyle bir bilgi önce mevcutmuş da, daha sonra taklit ve inatları yüzünden yok olup gitmiş gibidir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, buna "tezekkür" adını verdi. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
İnsanlar ahiret konusunda üç gruba ayrılırlar. Bir kısmı doğruluğuna kesin inanır, bir kısmı ne inkâr ne de ispat eder, kesin tavır koymayarak, olabileceğini mümkün görür, bir kısmı da inkârda direnir. İlk iki grup, hatırlatmadan istifade eder. Üçüncü grup ise etmez. (Rûhu’l Beyân)