A'lâ Sûresi 9. Ayet

فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ  ...

O hâlde, eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَكِّرْ o halde hatırlat öğüt ver ذ ك ر
2 إِنْ eğer
3 نَفَعَتِ yarar verirse ن ف ع
4 الذِّكْرَىٰ hatırlatmak ذ ك ر
 

“Öğüt mutlaka fayda verir” şeklinde çevirdiğimiz ifadeye göre burada belli bir grup değil, öğüde muhatap olan herkes kastedildiği için muhatapların sayısı az veya çok olsa da bir kısmının öğütten mutlaka yararlanacağı kesindir. Nitekim 10. âyette bu husus açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu âyet “...Öğüt fayda verirse öğüt ver” şeklinde de anlaşılmıştır. Buna göre âyetin lafzından, öğüt verilebilmesi için verilecek öğüdün muhataba fayda sağlamasının şart koşulduğu anlaşılırsa da müfessirler, öğüt fayda verse de vermese de peygamberin öğüt vermekle yükümlü olduğu, âyetin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindedirler. Râzî, öğüt vermenin veya hakikati anlatmanın ilk etapta gerekli (vâcip) olduğunu, tekrarının gerekli olmasının ise öğüdün yarar sağlaması ve böylece amacın gerçekleşmesi durumuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir (XXXI, 144). Buna göre Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı tâlimatı muhataplara duyurması onun misyonunun gereğidir. Öğüt vermenin faydalı olacağı kanaatine varıldığı takdirde devam etmek de vâciptir. Ancak inkârda kararlılık gösteren, gerçekle alay eden insanlara öğüt vermek onların inkâr ve inatlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden Allah, “O halde bizi anmaktan yüz çevirenden … sen de yüz çevir” buyurmuştur (bk. Necm 53/29).

10-11. âyetlerde öğüdün herkese fayda vermeyeceği, ondan ancak Allah’tan korkanların faydalanacağı, Allah’tan korkmayan, isyan ve günah batağına saplanmış olan bedbahtların ise ondan kaçacakları bildirilmiştir. 12. âyet verilen öğütten kaçmanın, hakikate sırt çevirmenin sonuçta insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermektedir. 

Sonra orada ne ölür ne de yaşar” meâlindeki 13. âyet azabın ebedîliğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayacağı da muhakkaktır. Buna karşılık 14-15. âyetlerde öğütlere kulak veren, kalplerini şirk, günah ve kötü ahlâkın kirlerinden temizleyen, namaz kılıp sadaka ve zekât vermek suretiyle nefsini arındıran kimselerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.

14. âyette “arınan” diye tercüme ettiğimiz tezekkâ fiili, “insanın nefsini kontrol altına alması, her türlü şirk, kötülük ve günahtan uzaklaşması, Allah’ın birliğine iman edip dinin emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiği gibi “zekât vererek arınmak” mânasına da gelir. Ancak Mekkî sûrelerde yer alan “zekât” tabirleriyle (Zâriyât 51/19; Meâric 70/24), sonraları hükümleri etraflı olarak belirlenmiş şekliyle zekât değil, mutlak anlamıyla malî içerikli dinî görevler kastedilmiştir. Çünkü kurumsal anlamda zekât Medine döneminde farz kılınmıştır (bk. Tevbe 9/103). Şu halde âyetteki tezekkâ kelimesi hem malı haramlardan ve kul haklarından hem de nefsi günah kirlerinden arındırmayı ifade eder. 

15. âyette Allah’ın adını anan ve namaz kılan kimsenin kurtuluşa ereceği bildirilmiştir. Ancak burada geçen, “namaz kılma” olarak çevirdiğimiz sallâ fiiliyle ilgili de farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat bilinen beş vakit namazdır; bazılarına göre bayram namazı, bir kısmına göre de “salât” kelimesinin sözlük anlamı olan duadır (Taberî, XXX, 100). Beş vakit namaz Mekke döneminin sonlarına doğru farz kılındığına ve bu sûre de oldukça erken bir dönemde indiğine göre, buradaki salât kavramını da beş vakit namaz olarak değil, ilk müslümanların Hz. Peygamber’in örnekliğinde yerine getirdikleri günlük ibadet olarak anlamak uygun olur (bu konuda bk. Kâmil Yaşaroğlu, “Namaz”, DİA, XXXII, 351). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 604-605
 

فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ


Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن نفعت الذكرى من يتذكّر فذكّر (Eğer zikir, hatırlayana fayda sağlıyorsa, zikret) şeklindedir. 

ذَكِّرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  نَفَعَتِ  şart fiili fetha üzere mebnidir. Mahallen meczumdur.  تِ  te'nis alametidir.  الذِّكْرٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

ذَكِّرْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

فَذَكِّرْ


Müstenefe olan ayette  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. 

Cevap cümlesi olan  فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri … إن نفعت الذكرى من يتذكّر  (Eğer zikir, hatırlayana fayda sağlıyorsa..) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.) 


 اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ


Ayetin şart üslubunda gelen bu cümlesi tefsiriyedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek istikbal ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

Şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Takdiri فَذَكِّرْ (öğüt ver.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcaz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذَكِّرْ - الذِّكْرٰىۜ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Onun için öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse.] Sana vahyedilen kolaylıklara uygun olarak insanlara hatırlat. Eğer öğüt, hatırlatma ve nasihat fayda verecekse kendi yaptığın gibi insanları kademe kademe şer'î hükümlere yönlendir. Hatırlatmanın fayda şartına bağlanması şundandır: Hazret-i Peygamber, iman etmelerini şiddetle arzuladığı için onlara hatırlattıkça ve bu konuda bütün gücünü sarfettikçe içlerinden bir kısmının inadı ve küfrü artıyordu. Hz Peygamber'e emredildi ki, hatırlatma, genel olarak fayda verecek yerde olsun, her şeyi ve bazı şeyleri hatırlatacağı kimseler, ders alacağı umulan kimseler olsun, kalbi mühürlü olup da hatırlatma ile sadece azgınlığı ve nefreti artacak kimselerle uğraşıp kendini yormasın. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurdu: [Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver.] (Kaf, 45) Şüphe ifade eden  اِنْ , Hz Peygamber’e nispetledir. Yoksa Allah'a nispetle değildir. Çünkü Allah, hatırlatmanın fayda verip vermeyeceğini bilir. Keşfu'l-Esrâr da şöyle dendi: اِنْ  kelimesi, Arapçada sadece şart için değil, kesinlik ifade etmek üzere de gelir. O vakit  قد  kelimesinden bedel olur. Zira o da tekid ifade eder. Nitekim Allah Teâlâ  şöyle buyurdu: [Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.] (Zâriyât: 55) (Rûhu’l Beyân)

Bir görüşe göre, ayetin metnindeki  اِنْ  harfi burada şart ifade etmeyip اِذْ (çünkü) manasında kullanılmıştır. Yani ‘’sen öğüt ver; çünkü, öğüt fayda vermiştir.’’ demektir.

Bir görüşe göre de, anılan  اِنْ  harfi,  ما (sürece) anlamındadır. Yani fayda verdiği sürece öğüt ver; zira öğüt, her halükârda faydasız olmaz.

Başka bir görüşe göre ise, bu kelamda hazf edilmiş bir bölüm vardır: Yani ‘’öğüt fayda verse de vermese de sen öğüt ver’’ demektir. (Ebüssuûd)

Tefsirciler demişlerdir ki: Resulullah (sav) mutlak olarak öğüt vermekle memur olduğundan bu şart, esas itibarıyla bir kayıt için değil, vurgu ve bir dereceye kadar hafifletmek içindir. Vurgu ifade etmesi şundandır: Aslında fasih ve düzgün olan bir öğüt, muhataplar hakkında mutlaka bir fayda ifade eder. Muhatapların ondan faydalanmak isteyip istememeleri ise başka bir şeydir. O halde, "öğüt bir fayda verirse" demek, olması kesin olan bir şarta bağlamak manasında olur. Bu ise, "öğüt ver, çünkü öğüdün bir faydası olduğu muhakkaktır" demek gibi bir vurgu ifade eder. Aynı zamanda bunu bu şekilde ifadede bir hafifletme vardır ki, o da şudur: Resulullah (sav) bir Allah inancına, hak dine davet hususunda ["Rabbinin hükmüne sabret."] (Tûr, 52/48) emrine uygun olarak her türlü tehlikeye göğüs gerip kâfirlerden gördüğü eziyet ve sıkıntılara sabır ve tahammül göstererek. ["Gayet izzetli bir elçi. zorlanmanız ona ağır geliyor. Üstünüze titriyor. O, müminlere gayet merhametli ve şefkatlidir."] (Tevbe, 9/128) diye anlatılıp nitelendiği üzere insanlara acıyor, kavminin imana gelerek mutluluğa ermelerini şiddetle arzuluyor ve bu suretle ["İman etmezler diye belki arkalarından esef edip kendini üzeceksin."] (Şuarâ, 26/3) kriterince kendisini üzecek derecede tebliğ ve irşadın her türlüsünü yaptığı halde kâfirler inkâr ve taşkınlıkta ileri gitmekten başka bir şey yapmıyorlardı. Bir düzelme elde etme ümidiyle yapılan öğüt ve hatırlatmanın böyle düzelme yerine taşkınlığın artmasına neden olması ise bir yarar değil, bir zarar manasında oluyordu. Bundan dolayı muhataplar hakkında fayda olmayıp da zarar olacağı düşünülen hususlarda vaaz ve öğüt vacip kılınmayıp, yapılmamasına izin bulunduğuna ve belki ["Bizim zikrimizden yüz çevirenden sen de yüz çevir."](Necm, 53/29) manasınca bundan yüz çevirmenin daha iyi olacağına işaret ile bir hafifletme ve kolaylaştırma olmak üzere, burada "öğüt ver" emri "eğer öğüt fayda verirse" diye kayda ve şarta bağlanarak ifade buyurulmuştur. Şu halde bunun özeti şu olmuş olur: Muhataplara fayda yerine zarar getireceği tecrübe ile ortaya çıkmış olduğu takdirde vaaz ve öğüt vermek vâcip değil ise de, asıl olduğu üzere az çok bir faydası olacağı düşünülürse, dinleyip yararlanacak olanları nazar-ı itibara alarak vaaz etmek, bu işi yapabilecek olanlara vacip olur. (Elmalılı, Âşûr)