صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | صُحُفِ | sayfalarında |
|
2 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’in |
|
3 | وَمُوسَىٰ | ve Musa’nın |
|
“Kitaplar” diye çevirdiğimiz suhuf kelimesi dönemin örfî kullanımında kitapla eş anlamlı olan sahîfenin çoğuludur. Bu bağlamda kitap, Allah tarafından peygamberlere gönderilen vahyi ifade eder. Buna göre her iki âyette yer alan suhuftan maksat, “Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya verilen kitaplardır. Bu iki peygambere nisbet edilen sahîfeler, geçmiş vahiylerin sadece birer örneğini teşkil eder. Çünkü vahiy bunlarla sınırlı değildir. İsimleri bildirilen başlıca kitaplar, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Sahîfelerden 10’unun Hz. Âdem’e, 50’sinin Şît’e, 30’unun İdrîs’e, 10’unun da İbrâhim’e verildiği rivayet edilir (bk. Zemahşerî, IV, 245).
Şuarâ sûresinin 196. âyetinde olduğu gibi bu son âyetler de bütün peygamberlere vahyin tek kaynaktan, Allah’tan geldiğini ve ilâhî dinlerin iman, ibadet ve ahlâk konularında aynı prensipleri, evrensel gerçekleri ve değerleri getirdiğini ifade etmektedir.
صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى
صُحُفِ kelimesi önceki ayetteki الصُّحُفِ ‘den bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُوسٰى kelimesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى
صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ izafeti, önceki ayetteki الصُّحُفِ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Birbirine temasül nedeniyle atfedilen مُوسٰى ve اِبْرٰه۪يمَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu hususta şu iki görüş ileri sürülebilir:
1) Bu ifade, Cenab-ı Hakk'ın bir önceki ayette geçen ifadesinin beyanıdır.
2) Bu ifade ile, "Bu sûrede bahsedilenler, bütün peygamberlerin sahifelerinde yer alan hususlardır. Hazret-i İbrahim ile Hazret-i Musa'nın sahifeleri de bunlardandır" manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Surenin ayetlerinin hepsi, kısa seci örnekleridir.
الصُّحُفِ kelimesi الصّاحِفَة ‘nin çoğuludur. Burada الصّاحِفَة , kitap demektir. Tevrat, Zebur, İncil, Kur'an ismi verilen dört büyük kitabın dışında, peygamberlere indirilmiş olan kitapçıklar hakkında kullanılması şöhret bulmuştur. Bu manaya göre Mûsa (as)'nın suhufu, Tevrat'tan önce indirilmiş olan on suhuf; İbrahim (as)'in ki de on suhuf idi diye nakledilmiştir. Yani, İslam dininin burada açıklanmış olan bu hakikati, yüce Rabbi birlemek ve noksanlıklardan uzak tutmak, okumak, öğüt verip hatırlatmak, saygı, temizlenme ve zikir ve namaz ile kurtulma, ahiretin dünyadan hayırlı ve devamlı olması esasları, her dinin esası olan ve önceki peygamberlere indirilmiş ilk sahifelerde ve özellikle İbrahim (as) ve Mûsa (as)'nın sahifelerinde zikredilen Hakk'ın emridir. Din adı altında buna zıt olan Allah'a ortak koşma, Allah'ın üç unsurdan oluştuğuna inanma, Allah'ı başka bir varlığa benzetme ve dünyayı ahirete tercih etme gibi kötümser fikirler, inançlar doğru değildir. Dolayısıyla bütün güçlüklere rağmen Hz Muhammed (sav)'in peygamberliğinin ve bu hak dinin en kolaya muvaffak olması, bütün bunların bir neticesi olmak üzere kesinlikle gerçekleşecek bir iştir. "Seni en kolaya muvaffak kılacağız." ile de işaret buyrulduğu üzere ["O, Resulünü hidayet ve Hak din ile bütün dinlere üstün kılmak için gönderendir."] (Tevbe, 9/33) hükmünün ortaya çıkacağında şüphe edilmemelidir. İbrahim (as) ve Mûsa (as)'a inananların buna da inanmaları gerekir.