اَلَّذ۪ي خَلَقَ فَسَوّٰىۙۖ
Tesbîh, Allah’ı kendisine lâyık olmayan isimlerden, niteliklerden ve eylemlerden tenzih etmek, O’nun böyle kusurlardan uzak olduğunu kabul ve ifade etmektir. “Uygun şekil verme” diye çevirdiğimiz 2. âyetteki tesviye kavramı, Kur’an’da genellikle Allah’ın, yarattığı varlığa, onun varlık türünün gerektirdiği yapıyı, şekli vermesi, uygun forma kavuşturması” anlamında kullanılmaktadır. Bu âyette ise “sevvâ” fiilini –nesnesi belirtilmediğinden– “her şeye uygun şeklini verme” olarak anlamak gerekir (ayrıca bk. Hicr 15/29).
Allah’ın yol göstermesinden (3. âyet) maksat, yarattığı şeylerin tabiatını belirleyip onu yaratılış gayesine, hikmet ve hedefine doğru yöneltmesidir. Şevkânî âyeti şöyle yorumlar: “Allah varlıkların cinslerini, türlerini, niteliklerini, ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini ve nihayet ecellerini takdir etmiştir; her birini yapabileceği, kendisine uygun olan davranışlara yöneltmiş ve yaratıldığı amaç istikametinde gelişmesini kolaylaştırmış, din ve dünya işlerinde yapması gerekeni ona ilham etmiştir” (bk. V, 493).
4 ve 5. âyetler, Allah’ın baharda yeşil bitkileri bitirip vakti gelince onları kapkara bitki kalıntısı haline getirmesi şeklinde açıklandığı gibi mecazen “canlı varlıklara hayat veren ve zamanı gelince onları öldüren” anlamında da yorumlanabilir. Bazı çağdaş yorumcular 5. âyetin, kömür madeninin teşekkülüne işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre ilâhî kudret önceleri her türlü bitkiyi, ağacı yetiştirip uzun zaman sonra bunları kömür haline getirmiştir, âyet bu olayı ifade etmektedir. Zira kömür yataklarının önceki jeolojik dönemlerde yaşamış olan dev bitkilerle ormanların geçirdiği değişikliklerin ardından yer altında basınç ve ısı etkisiyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmektedir. Cansız madde olan taş ve topraktan yemyeşil otların ve ormanların çıkması nasıl Allah’ın kudretini gösteren bir olaysa onların zamanla taş kömürüne dönüşmesi de öylece O’nun kudretini gösteren bir olaydır (bk. Elmalılı, VIII, 5747-5758; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 311).
اَلَّذ۪ي خَلَقَ فَسَوّٰىۙۖ
اَلَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl رَبِّكَ’nın ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ فَسَوّٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَوّٰى fiili atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوّٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
سَوّٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سوى ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَلَّذ۪ي خَلَقَ فَسَوّٰىۙۖ
اَلَّذ۪ي önceki ayetteki lafza-i celal için sıfat konumundadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müfred müzekker has ismi mevsul اَلَّذ۪ي ‘nin sılası olan خَلَقَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
خَلَقَ fiilinin mef’ûlu hazf edilmiştir. Takdiri كل شيء (her şeyi) şeklindedir. Mef’ûlun hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üsluptaki فَسَوّٰى cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yaratıp düzenleyen yani her şeyi yaratıp, yaratılışını tamı tamına düzenleyen ve derli toplu olmaksızın uyumsuz biçimde ortaya koymayan… Aksine, sağlamlık ve insicam üzere; bir bilen tarafından sadır olduğuna ve bir hikmet sahibinin yapıtı olduğuna delâlet edecek şekilde ortaya koyan demektir. (Keşşâf)
Şinkîtî, ayetteki yaratma fiilinin mutlak bırakılması, yani yaratılan şeyin zikredilmemesinin sebebi olarak, bu fiilin bütün mahlukatı kapsayabilmesi maksadıyla yapıldığını belirtmektedir. Bunun yanında tesviyenin de bir şeyi düzgün ve orantılı yapmak olduğunu söylemekte ve Allah'ın, yarattığı her mahluku yaratılışına ve yaratılma maksadına uyumlu olarak en güzel şekilde düzenleyip yarattığını ifade etmektedir. (Yusuf Sütşurup, A’lâ Sûresi Işığında Kurtuluşa Erenler)
خَلَقَ (Yarattı); O, her şeyin yaratıcısıdır. O; her şeyden önce yaratma fiili, yaratıcı olma sıfatı, yaratıcı isim ve sıfatıyla bilinir. Şüphe yok ki yaratan Hâlık, yaratılan mahluktan yüksek ve üstündür. Allah, yaratılanlarda bulunan imkan, sonradan olma ve bir illete ihtiyaç duyma gibi noksan sıfatlardan uzaktır. Dolayısıyla yaratıcı ile yaratılmışı isim ve sıfatlarda karıştırmamalı, yaratıcının ismini her şeyden üstün tanıyarak onu tesbih etmeli, eksikliklerden uzak tutmalıdır.
الْاَعْلٰى “En yüce" kelimesi Rabbin sıfatı olduğuna göre, bu اَلَّذ۪ي ism-i mevsul (bağ cümle)leri de Rabbin sıfatıdır. Fakat الْاَعْلٰى , ismin sıfatı veya açıklaması olduğuna göre, daha açık olan budur, bunun da isme sıfat olması gerekir. Yoksa Rab ile sıfatının arası ayrılmış olur. Bu ise nahiv bakımından caiz değildir. Oysa "yaratma", ismin fiili değil, ismi taşıyanın fiili olduğu için isme sıfat olması akla uygun olmaz. Bu durumda mukadder bir soruya cevap olan bir başlangıç cümlesi olması daha uygun olur. Bununla beraber yaratma doğrudan doğruya zatın gereği olmayıp "Tekvin" sıfatının gereği olması nedeniyle yaratıcı isminin hükmü olmasına dayanarak yaratmanın isim üzerine icra edilmiş olması da güzel bir nüktedir.
Evet, o yaratıcı خَلَقَ (yarattı) da سَوّٰىۙۖ düzeltti, yarattığını çeşitli şekiller içinde düzene koyup düzgünleştirdi. Sadece basit bir yaratma ile bırakmadı, birçok yaratışlar yaptı. Onları bir düzen ile doğrultup düzeltti. Bu da Rabb isminin gereği olan Rabliğin hükmüdür. (Elmalılı, Âşûr)