Fecr Sûresi 10. Ayet

وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ  ...

(Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd’e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e, vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a, kazıklar sahibi Firavun’a ne yaptığını görmedin mi?  (6 - 10. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِرْعَوْنَ ve Fir’avn’a?
2 ذِي sahibi
3 الْأَوْتَادِ kazıklar و ت د
 

Bu kümedeki âyetlerde, geçmişte bazı toplulukların inkâr ve azgınlıkları yüzünden nasıl helâk edildiklerine, maddî güç ve imkânları olsa da bunların kendilerini ilâhî cezadan kurtaramadığına dikkat çekilmekte ve sonraki nesillerin bunlardan ders çıkarmaları hedeflenmektedir. Hz. Nûh’tan sonra tarih sahnesine çıkmış olan Âd kavmi, Yemen’de Uman ile Hadramut arasındaki bölgede yaşamış eski ve önemli bir Arap topluluğudur. İrem ise Âd kavminin bir kolu olup adını kabilenin atası olan İrem’den almıştır. Aynı zamanda topluluğun yerleşim merkezine de bu ad verilmiştir. “Memleketler içinde benzeri görülmemiş olan, sütunlarla dolu İrem’e” şeklinde çevrilen 7-8. âyetlerde, son derece mâmur ve azametli sütunlarıyla görkemli yapıları, rengârenk bağları ve bahçeleriyle tanınan İrem şehri söz konusu edilmiştir (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “İrem”, DİA, XXII, 443). Bu âyetlere “Ülkelerde benzerleri yaratılmamış İrem halkına” şeklinde de mâna verilmiştir. Şevkânî bu mânayı tercih eder. Bu takdirde âyet burada yaşayan Âd kavminin güçlü, benzeri görülmemiş ve uzun ömürlü bir uygarlık kurduğuna işaret etmiş olur (bk. Fethu’l-Bârî, V, 508-509; krş. Rûm 30/9; Fussılet 41/15). Ancak onlar Hûd peygamberi yalancılıkla suçlamaları sebebiyle güçlerine rağmen helâk olup gitmişlerdir (bk. Hâkka 68/6-7; Âd kavmi hakkında bilgi için bk. Hûd 11/50-60).

Semûd kavmi de, kendilerine gönderilen Sâlih peygamberi yalancılıkla itham ettikleri için aynı âkıbete uğramıştır (bilgi için bk. A‘râf 7/73-78; Hûd 11/61-68; Hâkka 68/4-5).

Zikredilen son örnek Firavun’dur. Sözlükte, “kazıklar sahibi anlamına gelen zü’l-evtâd deyimi, Firavun’un binlerce çadırlık askerî gücünü ve toplumsal itibarını ifade eden mecazi bir anlatımdır (diğer yorumlar için bk. Kur’an Yolu, Sâd 38/12).

Bu âyetlerde özellikle şu noktalar dikkati çekmektedir: a) 6. âyetteki “görmedin mi?” sorusundan Kur’an’ın ilk muhataplarının, anılan kavimlerin hayat hikâyeleri ve başlarına gelen felâketler hakkında kulaktan dolma da olsa bazı bilgilere sahip oldukları anlaşılmaktadır; ayrıca onların uygarlıklarına ait bazı kalıntıları görmüş veya duymuş da olabilirler. b) Bu âyetlerde söz konusu edilen kavimlerin iki özelliğine dikkat çekildiği görülmektedir: İlki çok güçlü olmaları, ikincisi de ülkelerinde azgınlığa sapmaları, günah ve isyanda sınır tanımamaları ve durmadan fesat çıkarmaları. Şu halde bir toplumda özelde yöneticiler ve genelde sorumluluğu olan herkes, inanç ve davranışlarında, uygulamalarında Allah’ın hükümlerini, kitabının ve peygamberinin davetini hiçe sayar, hak ve adalet ölçülerinden sapar ve sonuçta ülkeyi fitne fesat ortamı haline getirirlerse, kaçınılmaz felâketi de hak etmiş olurlar.

“Bu yüzden rabbin onların üzerine kırbaç gibi ceza yağdırdı” meâlindeki 13. âyet anılan topluluklara çok çeşitli ve peşpeşe cezaların da verildiğini göstermektedir. Nitekim bu cezalar Kur’an’da çeşitli yerlerde açıklanmıştır (meselâ bk. A‘râf 7/133-134).

Çünkü rabbin her şeyi yakından izlemektedir” meâlindeki 14. âyet, Allah’ın ilminin sonsuz olduğunu, bütün kullarının tutum ve davranışlarını gözetleyip kontrol ettiğini bildiren kapsamlı bir uyarı ifadesidir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 618-619
 

وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ


فِرْعَوْنَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  عَادٍ ‘e matuf olup, gayri munsarif olduğu için mukadder kesra ile mansubdur.  ذِي  kelimesi  فِرْعَوْنَ ‘un sıfatı olup harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti  ي ’dır. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَوْتَادِۙۖ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muzâf mahzuftur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ

 

فِرْعَوْنَ  kelimesi 6. ayetteki  عَادٍۙۖ e  وَ ’la atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezâyüftür.  فِرْعَوْنَ ’nin sıfatı olan  ذِي الْاَوْتَادِۙۖ  izafeti, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  

Ayette kinaye bulunmaktadır. Zira söz içinde geçen asıl anlamın yanında Firavun’un kendileriyle güç kazandığı ve destek aldığı askerler, topluluklar ve ordular kazıklar şeklinde bir başka lâzımî mananın anlatıldığı kelime veya terkiple kinaye edilmiştir. Ancak Firavun’un zorba bir hükümdarlığa, kesin emirlere ve yapılarını sağlamlaştırdığı imkânlara sahip olduğu kastedildiğinde istiare olmaktadır. Bundan ötürü sabitleştirmeyi izzete, mülke bağlamıştır ki mübalağa bir istiare olmuştur. Krallığı muazzam bir çadıra teşbih yapması ve çadırı sağlam kazıklara bağlayarak rüzgara karşı sağlamlaştırmasında da istiare-i mekniyye yani yalnızca benzeyenle yapılan istiare bulunmaktadır. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)

ذِي الْاَوْتَادِ  ifadesinde istiâre vardır. Bu ifadeyle mutlak hükümdar olan, güçlü ve sabit konuma, saltanat binasının istikrar ve sürekliliğini sağlayıcı şartlara sahip bulunan Firavun kastedilmektedir. Bu durum, tıpkı evlerin çakılmış kazıklarla ve dikilmiş direklerle sabit hale getirilmesi gibidir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

Ebüssuûd, ordularının ve konakladıklarında barınak olarak kullandıkları çadırlarının çok fazla olduğundan dolayı Yüce Allah’ın (cc) Firavun’u Kazıklar Sahibi olarak nitelediğini söylemiştir. Veyahut ta onun bu sıfatla nitelenmesinin nedeni işkencelerini kazıklarla yapmasından ötürüdür demektedir. (Ebussuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm İlâ Mezâya’l- Kitâbi’l-Kerîm)