2 Haziran 2026
Gâşiye Sûresi 12-26 / Fecr Sûresi 1-14 (592. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Gâşiye Sûresi 12. Ayet

ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ  ...


Orada akan bir kaynak vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِيهَا orada vardır
2 عَيْنٌ bir kaynak ع ي ن
3 جَارِيَةٌ akan ج ر ي

Cennete girenlerin mutluluğuna işaret edildikten sonra –yukarıda cehennem tasvirinde yapıldığı gibi– burada da insanın dünyada tanıdığı maddî zevkler ve nimetler için kullanılan kelimelerle bazı cennet nimetleri sıralanmıştır. Kuşkusuz bunlar birer örnek olup Kur’an’da yeri geldikçe bağlama göre daha birçok cennet nimetinden söz edilmiştir. Kur’an’a göre cennet göklerle yer kadar geniş (Âl-i İmrân 3/133), yakıcı sıcağın veya dondurucu soğuğun söz konusu olmadığı bir mekân (İnsan 76/13); içinde su, süt, şarap ve bal ırmaklarının aktığı bir yurt (Muhammed 47/15) ve tavsif edilemeyecek kadar güzellikleri bulunan nimetler ortamıdır (cennet nimetleriyle ilgili bu tür tasvirleri nasıl anlamamız gerektiği konusunda yine bk. Mutaffifîn 83/22-28). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 610

ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ


ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌ  cümlesi 10.ayette geçen  جَنَّةٍ  üçüncü sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَيْنٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  جَارِيَةٌ  kelimesi  عَيْنٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur. جَارِيَةٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  جري  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ


Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle, 10. ayetteki  جَنَّةٍ ‘in üçüncü sıfatıdır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ , muahhar mübtedadır.

Mübtedadaki nekrelik, tarifsiz bir nev olduğuna işaretin yanında, tazim ifade eder.

عَيْنٌ ‘un sıfatı olan  جَارِيَةٌۢ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

جَارِيَةٌۢ  عَيْنٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Son dört ayetin fasılaları olan  جَارِيَةٌۢ  - لَاغِيَةًۜ  -  عَالِيَةٍۙ  - رَاضِيَةٌۙ  kelimeleri arasında muvazene, ve lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ  ayetiyle Keşşâf sahibi: "Cenab-ı Hak, bu ifadeyle, pınar ve gözelerin çok olduğunu anlatmak istemiştir. Bu tıpkı, ["Bir nefis (yani her nefis) bilir ki..."] (Tekvir, 81/14) ayetinde olduğu gibidir" der. (Fahreddin er-Râzî) 

[Orada devamlı akan bir pınar vardır.] Kişi akıtmayı istediği zaman akan, suyu kesilmeyen birçok pınar vardır. Bunlar sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Bu sudan içen kimse, artık sonsuza dek bir daha susamaz ve içenin kalbinden kin, aldatma, haset, düşmanlık ve buğz gider. (Rûhu’l Beyân) 

Cennetteki pınarlar birkaç tanedir. Burada müfred (tekil) getirilmesi, cinsi dikkat nazarına alındığı için demek olur. Yahut en genel olan birine işaret edilmiştir. Herhalde sonundaki tenvin müfred (tek)lik için değil, onun ululuğunu göstermek içindir. Belirsiz getirilmesi de, bilinen pınarlardan olmayıp "Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın aklına gelmeyen şeyler." cümlesinden olduğuna işarettir ki, bundan sonrakiler de böyledir. (Elmalılı)

 
Gâşiye Sûresi 13. Ayet

ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ  ...


13-16. Ayetler Meal  :   
Orada yüksek tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar, serilmiş gösterişli yaygılar vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِيهَا orada
2 سُرُرٌ tahtlar س ر ر
3 مَرْفُوعَةٌ yükseltilmiş ر ف ع

ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ


ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌ  cümlesi 10.ayette geçen  جَنَّةٍ ‘ün dördüncü sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

İsim cümlesidir.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. سُرُرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مَرْفُوعَةٌۙ  kelimesi  سُرُرٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَرْفُوعَةٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  رفع  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ


Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle, 10. ayetteki  جَنَّةٍ ‘in dördüncü sıfatıdır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ , muahhar mübtedadır.

Mübtedadaki nekrelik, tarifsiz bir nev olduğuna işaretin yanında, tazim ifade eder.

سُرُرٌ ‘un sıfatı olan  مَرْفُوعَةٌۙ ‘un ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Sedirlerin boyu veya değeri yüksek demektir. (Beyzâvî)

سُرُرٌ , üzerinde sevinç ve neşe ile oturulan taht, sandalye veya yatılan karyola ve köşk kabilinden şeylere denir. Yükseltilmiş denilmesinin sebebi de zeminden yüksekliği veya şerefi itibariyledir. (Elmalılı)

 
Gâşiye Sûresi 14. Ayet

وَاَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَكْوَابٌ ve kadehler ك و ب
2 مَوْضُوعَةٌ konulmuş و ض ع

وَاَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌۙ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete  سُرُرٌ ‘a matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَوْضُوعَةٌ  kelimesi  اَكْوَابٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَوْضُوعَةٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  وضع  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَاَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌۙ


اَكْوَابٌ  kelimesi, önceki ayetteki  سُرُرٌ ’a matuftur. Cihet-i câmia, temâsüldür.

اَكْوَابٌ ‘un sıfatı olan  مَوْضُوعَةٌۙ ‘un ism-i mef’ûl vezninde  gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مَرْفُوعَةٌۙ - مَوْضُوعَةٌۙ  kelimeleri arasında tıbak-ı icâb, mütevâzî secî, muvazene ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır. 

Mütevâzî secî, terkîb, mısra veya ayetin son lafzının hem vezin, hem de son harf bakımından aynı olmasıdır.

مَوْضُوعَةٌۙ  ve  مَرْفُوعَةٌۙ  arasında îhâm-ı tıbâk vardır. Çünkü hakiki manada  رفع  kelimesi hakiki manadaki  وضع ‘ın zıddıdır. مَرْفُوعَةٍ  kelimesinin mecaz anlamıyla ikincinin hakiki manası arasında zıtlık yoktur, ama îhâm-ı tezad vardır. (Âşûr)

إبريق , kulpu ve emziği olana denilir, اَكْوَابٌ  sürahi ise; kulpu ve emziği olmayan su kabına denilir. (Kurtubî)

Kupalar manasındaki  اَكْوَابٌ  kelimesi,  كوب 'un çoğuludur, o da kulpsuz kaptır. Konulmuş önlerine dizilmiştir. (Beyzâvî)

Gâşiye Sûresi 15. Ayet

وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَمَارِقُ ve yastıklar
2 مَصْفُوفَةٌ dizilmiş ص ف ف

وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۙ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete  سُرُرٌ ‘a matuftur.  مَصْفُوفَةٌ  kelimesi  نَمَارِقُ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.  نَمَارِقُ  müntehel cumû’ kelimesi gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. 

Müntehel cumû’ kelimenin ikinci harfinden sonra elif, eliften sonra ise iki veya üç harf bulunan cemi isimlerdir. (Dr.Mustafa Meral Çörtü, Arapça Dilbilgisi Nahiv) 

مَصْفُوفَةٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صفف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۙ


نَمَارِقُ  kelimesi, önceki ayetteki  سُرُرٌ ’a  وَ ‘la atfedilmiştir. Cihet-i câmia, temâsüldür.

نَمَارِقُ ‘un sıfatı olan  مَصْفُوفَةٌۙ ‘un ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Yastıklar manasındaki  نَمَارِقُ ; fetha ve damme ile  نَمْرُقَ 'nın yahut  نُمْرُقَ 'nın çoğuludur. ‘Sıra sıra dizilmiş, birbirine dayanmış’ demektir. (Beyzâvî)

Gâşiye Sûresi 16. Ayet

وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَزَرَابِيُّ ve halılar
2 مَبْثُوثَةٌ serilmiş ب ث ث

وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌۜ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete  سُرُرٌ ‘a matuftur.  مَبْثُوثَةٌ  kelimesi  زَرَابِيُّ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَبْثُوثَةٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  بثث  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌۜ


وَزَرَابِيُّ  kelimesi, 13. ayetteki  سُرُرٌ ’a  وَ ‘la atfedilmiştir. Cihet-i câmia, temâsüldür.

زَرَابِيُّ ‘un sıfatı olan  مَبْثُوثَةٌۜ ‘un ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Son dört ayetin fasılaları olan  مَرْفُوعَةٌۙ - مَوْضُوعَةٌۙ - مَبْثُوثَةٌۜ - مَصْفُوفَةٌۙ  kelimeleri arasında mütevâzî secî, muvazene ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır. 

Mütevazi seci, terkip, mısra veya ayetin son lafzının hem vezin hem de son harf bakımından aynı olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

زَرَابِيُّ - نَمَارِقُ - اَكْوَابٌ - سُرُرٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

10. ayetten itibaren, cennetle ilgili özelliklerin sıralanması taksim sanatıdır.

Halılar lüks halılardır ki,  زربيَّ 'nin çoğuludur. Serilmiş, döşenmiş demektir. (Beyzâvî)  

Serilmiş (yahut yer yer yayılmış) döşemeler vardır.  زَ ‘nin dammesi veya kesresi ile زُرْبِيَّ , nefis ve kıymetli döşemeler demektir. Kâmusta zikredildiği üzere  زربي , sararmış ve kızarmış olmakla beraber yeşilliği de bulunan otlara da denir ve fiilinde, "bitki, içinde yeşillik bulunduğu halde sarardı ve kızardı" denir. Döşemelere  زربي  denmesinin benzetme suretiyle olduğu da söylenmiştir. Lakin Ragıb demiştir ki: زربي , aslında bir yere mensup benekli dokumalardır. Sonra istiare olarak döşemeler için kullanılmıştır." (Elmalılı)

مَبْثُوثَةٌۜ ; yeryüzüne bol şekilde yayılmaktır. Bu ifade kesretten kinayedir. (Âşûr) 

وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌۜ  ifadesi, ünsiyet ve kutsallık halısı üzerinde ruhlarının ne kadar rahat, gönüllerinin ne derece huzurlu ve kalplerinin ne kadar neşeli olduğunu göstermektedir. (Rûhu’l Beyân)

Gâşiye Sûresi 17. Ayet

اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠  ...


Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَلَا
2 يَنْظُرُونَ bakmıyorlar mı? ن ظ ر
3 إِلَى
4 الْإِبِلِ develere ا ب ل
5 كَيْفَ nasıl ك ي ف
6 خُلِقَتْ yaratılmış خ ل ق

Öldükten sonra dirilmenin mümkün olmadığını iddia eden inkârcılara cevap veren bu ve bundan sonraki sorulu ifadelerde, çevrelerini kuşatan doğal varlık ve olaylardaki ilâhî kudretin tecellilerine muhatapların dikkati çekilerek öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğu anlatılmaktadır. Evrendeki her şey Allah’ın kudretini göstermekle birlikte Kur’an’ın ilk muhataplarının en çok sevdikleri ve sahip olmak istedikleri mal deve olduğu için önce onun yaratılışına dikkatleri çekilerek ibret almaları istenmektedir. Dayanıklılığı, binme kolaylığı, taşıma gücü; etinden, sütünden ve yününden istifade edilmesi gibi özellikleri deveyi çöl ortasında yaşayan insanlar için vazgeçilmez bir değer haline getirmiştir. Kuşkusuz burada Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar için taşıdığı büyük önemden dolayı deveden söz edilmiş olup bu yalnızca bir örnektir. Asıl maksat ise insanlar için benzer şekilde değer ifade eden canlısıyla cansızıyla çeşitli nimetleri yaratmış olan Allah’ın üstün gücünü ve lütufkârlığını hatırlatmaktır. “Deve” diye çevirdiğimiz ibil kelimesinin “yağmur yüklü bulut” anlamına geldiği, âyette bu anlamın kastedilmiş olabileceği de belirtilmiştir (bk. Zemahşerî, IV, 247; Kurtubî, XX, 35). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 611

اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠


Hemze istifham harfidir. Ayet, atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أينكرون فلا ينظرون.. (İnkâr mı ediyor ve bakmıyorlar mı?) şeklindedir.

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

اِلَى الْاِبِلِ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir.  كَيْفَ  istifham ismi, amili  خُلِقَتْ۠ ‘ın hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

خُلِقَتْ  fiili  الْاِبِلِ ‘den veya yaratılış durumundan bedel-i iştimâl olup mahallen mecrurdur. Yani, ينظرون إلى خلق الإبل أو إلى كيفية خلقها (Devenin yaratılışına veya yaratılış şekline bakıyorlar.) şeklindedir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl.

Bedel-i iştimâl: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خُلِقَتْ  fetha ile mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.

اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠


Ayet, takdiri  أينكرون (İnkâr mı ediyorlar?) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. لَا  nafiye, hemze inkârî istifham harfidir.(Âşûr) 

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr, taaccüp ve uyarı anlamına geldiği için mecazı mürsel mürekkebtir. Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hemze menfi cümlenin başına geldiğinde tenbih, tezekkür ve taaccüp manalarını verir. Bu manalarda sakındarma (tahzir) manası da olabilir. Bu ayette olduğu gibi. (Suyûtî, İtkân fi Ulumi’l-Kur’ân) 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Menfi muzari fiil sıygasında gelen cümle, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِلَى الْاِبِلِ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir. İstifham ismi  كَيْفَ , nasb mahallinde haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  خُلِقَتْ۠  cümlesi ise  الْاِبِلِ ’den bedeli iştimaldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

خُلِقَتْ۠  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde, mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

[Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış?] Bakmıyorlar mı develere? Yukarının bir şubelendirilmesi olan bu cümlenin  فَ  ile bağlanmasındaki mana, kıyamet haberini ve onun içerdiği hayret verici niteliklerle, öldükten sonra dirilme meselesini inkâr edenlere karşı yaratılışın en fazla göz önünde bulunan şeylerin bile görülüp duran enteresan durumlara dikkatleri çekmek suretiyle yaratıcının gücünü hatırlatmak ve onun nasıl tasarrufta bulunduğunu ve ona göre emir ve hükümlerini anlayıp ortaya çıkararak kıyamet gününün sıkıntılarından korunacak ve mutluluğuna erdirecek güzel ve yararlı işlere sevk ve teşvik etmektir. Kıyamet haberinden sonra yer ve göğün yaratılış niceliği ile yaratıcının kudretine dikkat çekilirken ilk önce devenin ileri sürülmesi birdenbire insana acayip gelirse de bu acayiplikte kastedilen manaya isabet açısından berâat-i istihlâl gibi bir bedî’ sanat vardır……….aynı  zamanda ayet sonlarında kıvrık hâ yani tâ-i merbutadan şiddetli uzun tâ ya geçen bir genişleme ile ifadeye başkaca bir değişiklik verilmesinin yaratılıştaki enteresanlıkları göstermek maksadına her bakımdan uyan bedî’ sanatları kapsadığı anlaşılır. (Elmalılı)

Gâşiye Sûresi 18. Ayet

وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠  ...


Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَى ve
2 السَّمَاءِ göğe س م و
3 كَيْفَ nasıl? ك ي ف
4 رُفِعَتْ yükseltilmiş ر ف ع

Yerden bakana göre büyük ve yüksek bir kubbe gibi görünen gök ve oradaki sayısız yıldızlar, fiziksel bir destek, direk, bağ ve dayanak olmaksızın ilâhî bir nizam içerisinde uzay boşluğunda dengede durmakta ve hareket etmektedir. Ra‘d sûresinin 2. âyetiyle Lokmân sûresinin 10. âyetinde de Allah’ın gökleri direksiz bir şekilde yükselttiği ifade edilmiştir. Amaç, onların konumlarını ve düzenlerini koruyup sürdürmelerinin kesinlikle bunu sağlayan bir yaratıcı ve yönetici güç sayesinde mümkün olduğunu anlatmaktır. Bu gücün koyduğu ve yürüttüğü denge ve düzen sayesindedir ki gök cisimleri kendileri için takdir edilen konumdan kayma, sapma ve düşme gibi durumlara karşı korunmuş ve korunmaktadır. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 611-612

وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠


وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَى السَّمَٓاءِ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir.  كَيْفَ  istifham ismi amili  رُفِعَتْ۠ ‘ın hali olarak mahallen mansubdur.  رُفِعَتْ۠  fiili  السَّمَٓاءِ ‘den bedel-i iştimâl olup mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. Bedel-i iştimal: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minhin özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رُفِعَتْ  fetha ile mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى  ‘dir.

وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠


İstifhama dahil olan ayette  وَ  atıf harfidir. Önceki ayetteki  اِلَى الْاِبِلِ ‘ye atfedilen  اِلَى السَّمَٓاءِ  car mecruru,  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir. İstifham ismi  كَيْفَ , nasb mahallinde haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  رُفِعَتْ۠  cümlesi ise  السَّمَٓاءِ ’den bedel-i iştimâldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

رُفِعَتْ۠  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde, mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Bu, "mesafesi uzun, herhangi bir yere tutunmaksızın ve direksiz olarak, nasıl yükseltilmiştir o gökler" demektir. (Fahreddin er-Râzî) 

[Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş?] Ve o göğe (gece gündüz görüp durdukları hayret verici göğe) bakmazlar mı nasıl yükseltilmiş? Yukarı doğru yükselen hava boşluğu üstünde derin bir şekilde uzayıp giden boyut içinde her biri bir yörüngede direksiz dayanaksız yüzüp duran sayısız cisim ve yıldızlarıyla, o süsü ve genişliğiyle bütün bakışları kaplayan o aşılmaz okyanusa nasıl bir yükseklik verilmiş. (Elmalılı)

 
Gâşiye Sûresi 19. Ayet

وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠  ...


Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَى ve
2 الْجِبَالِ dağlara ج ب ل
3 كَيْفَ nasıl? ك ي ف
4 نُصِبَتْ dikilmiş ن ص ب

Yerküre üzerinde sabit dağların dikilmesi yerin dengesini sağlamaktadır. Nitekim muhtelif âyetlerde yerkürenin dengesini koruması için orada sabit dağların yerleştirildiği ifade edilmiştir (meselâ bk. Nahl 16/15; Lokmân 31/10; Nebe’ 78/7). Ayrıca dağların yeryüzünde canlılar için daha rahat korunma ve barınmaya elverişli ortamlar oluşturması, su kaynakları ve akarsu imkânları sağlaması, özel bitki örtüsü, maden ocakları gibi başka imkânlarıyla insanlar ve diğer canlılar için hayatı kolaylaştırdığı, bu bakımdan yeryüzünde biyolojik düzenin dengesine ve sürekliliğine katkı sağladığı göz önüne alınarak ilgili âyetleri bu yönde anlamak da mümkündür. Bu gibi sebeplerden dolayı Kur’an’da dağların yaratılışı sık sık hatırlatılmaktadır. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 612

وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠


وَ  atıf harfidir. اِلَى الْجِبَالِ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir.  كَيْفَ  istifham ismi amili  نُصِبَتْ۠ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.  نُصِبَتْ۠  fiili  الْجِبَالِ ‘den bedel-i iştimâl olup mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl.

Bedel-i iştimâl: Mübdelün minhe tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minhin özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُصِبَتْ۠  fetha ile mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.

وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠


İstifhama dahil olan ayette  وَ  atıf harfidir. 17. ayetteki  اِلَى الْاِبِلِ ‘ye atfedilen  اِلَى الْجِبَالِ  car mecruru,  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir. İstifham ismi  كَيْفَ , nasb mahallinde haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نُصِبَتْ۠  cümlesi ise  الْجِبَالِ ’den bedeli iştimaldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

نُصِبَتْ۠  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde, mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

[Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş?] Ve o dağlara yerden o göğe doğru başlarını kaldırarak dikilip bakışları sınırlayan ve türlü faydalarından yararlanılıp durulan dağlara bakmazlar mı nasıl dikilmiş? Nasıl yerlere konulup yerleştirilmiş? (Elmalılı)

 
Gâşiye Sûresi 20. Ayet

وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠  ...


Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَى ve
2 الْأَرْضِ yere ا ر ض
3 كَيْفَ nasıl? ك ي ف
4 سُطِحَتْ yayılıp döşenmiş س ط ح

Muhatapların dikkatleri canlıların yaşamasına elverişli biçimde yaratılmış olan yeryüzüne çevrilip bazı örnekler verilerek içinde yaşadıkları kozmik ortamın iç anlamını ve sırlarını keşfetmeleri, bunlardan ibret almaları istenmektedir. Bu ve önceki âyetten ayrıca müslümanların dolaylı olarak zooloji, astronomi, jeoloji, tarih ve coğrafya gibi deneysel ve sosyal bilimlerle meşgul olmaya teşvik edildiği anlamı da çıkarılabilir. Çünkü burada istenen anlamları kavramak için böyle bir tabiat okumasına ihtiyaç vardır ve Kur’ân-ı Kerîm gerek burada gerekse başka birçok âyette muhatabını böyle bir tabiat keşfine çağırmaktadır. Bunlar yapıldığı takdirde hem Allah’ın üstün kudretinin izleri daha yakından ve sağlıklı müşahede edilmek suretiyle maksat hasıl olur hem de maddî dünyaya ait sağlam bilgiler edinildiği için ondan istifade etme imkânı artar ve böylece bu bilgilere sahip olanlar onları daha verimli ve yararlı olarak kullanma imkânını elde ederler (ayrıca bk. Elmalılı, VIII, 5786).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 612

وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠


وَ  atıf harfidir. اِلَى الْاَرْضِ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir.  كَيْفَ  istifham ismi amili ‘in الْاَرْضِ  hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سُطِحَتْ۠  fiili  الْجِبَالِ ‘den bedel-i iştimâl olup mahallen mecrurdur. 

سُطِحَتْ۠  fetha ile mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.

وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠


İstifhama dahil olan ayette  وَ  atıf harfidir. 17. ayetteki  اِلَى الْاِبِلِ ‘ye atfedilen  اِلَى الْاَرْضِ  car mecruru,  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir. İstifham ismi  كَيْفَ , nasb mahallinde haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  سُطِحَتْ۠  cümlesi ise  الْاَرْضِ ’den bedel-i iştimâldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

سُطِحَتْ۠  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde, mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ  arasında tıbâk-ı icab sanatı, الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ - الْجِبَالِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

كَيْفَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Son dört ayette cem mea taksim sanatı vardır. İstifhamın başındaki  يَنْظُرُونَ  fiilinde cem’ edilenler, bakılması istenenlerin sayılmasıyla taksim edilmiştir.

خُلِقَتۡ - رُفِعَتۡ - نُصِبَتۡ - سُطِحَتۡ kelimeleri arasında, mütevâzî secî ve muvazene sanatları vardır. 

Mütevazi seci, terkip, mısra veya ayetin son lafzının hem vezin hem de son harf bakımından aynı olmasıdır.

Bu ayetlerde maksat Allah Teâlânın yarattığı şeyler üzerinde düşünerek ba’se iman etmektir. Burada cümleler arasındaki irtibat açıktır. Söze, bedevî hayatın çöldeki temel unsuru olan deveden başlanmış. Sonra her an gözleri önünde olan direksiz yükseltilmiş sema zikredilmiş. Bedevinin hayatında semanın özel bir yeri vardır. Yağmur yağmasını istediği zaman göğe bakar, gecenin karanlığında yolunu yıldızlar sayesinde bulmak için yine göğe yönelir. Gözünü biraz indirince, zirveleriyle adeta semayla yarışan dağları görür. Kendisi için döşenmiş yeryüzünün derinliklerine demir atmış dağlar gözünün önünde uzanmaktadır. İşte bunlar bedevinin gözünün önünde her an muhatap olduğu manzaradır ve nazarı bunlar arasında dolaşmaktadır. Dolayısıyla bu cümlelerin birbirine atfı da çok uyumlu olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu gibi ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Ayet-i kerimede, deve gökyüzü ile; dağlar da yeryüzü ile bir arada zikredilmiştir. Çünkü ayet-i kerime, hüküm çıkarma ve delil getirme sadedinde nazil olmuştur. Araplar burada sayılan nesnelerle diğerlerinden daha fazla iç içe ve yüzyüze bulunuyorlardı. İşte bu sebeple Allah Teâlâ sözü edilen nesneleri birlikte ve bir arada zikretmiştir. (Rûhu’l Beyân)

 
Gâşiye Sûresi 21. Ayet

فَذَكِّرْ اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ  ...


Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَكِّرْ öğüt ver ذ ك ر
2 إِنَّمَا çünkü ancak
3 أَنْتَ sen
4 مُذَكِّرٌ öğüt verensin ذ ك ر

Allah Teâlâ resulüne, hiçbir baskı ve zorlamaya meydan vermeden insanları uyarmasını ve gerçekleri onlara yalnızca tebliğ etmesini emretmektedir. Çünkü iman ve ibadet ancak kişinin ikna olmasına, gönülden isteyip benimsemesine bağlıdır. Zor karşısında kalan kimsenin “inandım” demesi ve ibadet etmesi sadece bir aldatma ve durumu kurtarmadır. Bu yüzdendir ki muhtelif âyetlerde peygamberin görevinin insanları mutlaka hidayete erdirmek değil, sadece Allah’ın gönderdiği vahyi tebliğ etmek olduğu bildirilmiştir (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/20; Nahl 16/82; Kasas 28/56; Şûrâ 42/48) ve bu son derece önemli, evrensel bir ilkedir. Bazı müfessirler bu âyetin neshedildiğini yani hükmünün kaldırıldığını söylemişlerse de bize göre bu görüş isabetli değildir. Meşrû savunma ve hakların korunması için savaş emri geldikten sonra da Hz. Peygamber inanmayanları imana zorlamamış, yalnızca topluma zarar verenleri, yıkıcı hareketlere kalkışan elebaşıları cezalandırmıştır. Bilinen tarihinde hiçbir zaman siyasî bir birlik ve devlet kuramamış olan Hicaz Araplarını siyasal bir birliğe kavuşturmak için ölüm kalım mücadelesinin verildiği bir ortamda yıkıcı hareketlere öncülük edenler gerektiği şekilde cezalandırılırken, kendi halinde yaşayanlara güvenli bir toplumsal, siyasal ve hukukî ortam hazırlanmıştır. 

23-24. âyetlerde uyarıldıkları halde söz dinlemeyip inkâra devam edenleri, Allah’ın “en büyük azap” ile cezalandıracağı vurgulanmaktadır. Başka bir âyette de en büyük azabın âhiret azabı olduğu ifade edilmiştir (bk. Kalem 68/33).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 612-613

فَذَكِّرْ اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن لم يتّعظ الكفّار بدلائل قدرة الله فذكّرهم بها (Eğer kâfirler Allah’ın kudretinin delillerinden ibret almıyorlarsa onlara bunları hatırlat.) şeklindedir.

ذَكِّرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مُذَكِّرٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

ذَكِّرْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

مُذَكِّرٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَذَكِّرْ


Fasılla gelen ayette rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَذَكِّرْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette hitap, Hz. Peygamberedir. 

Takdiri , … إن لم يتّعظ الكفّار بدلائل قدرة الله  (Eğer küffar, Allah’ın kudretinin delillerinden ibret almıyorsa..) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Emir istimrar ve devam talebi manasında kullanılmıştır. ذَكِّرْ  emir fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Sorasındaki  لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ  cümlesi buna delalet eder. (Âşûr)


 اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ

 

Ayetin fasılla gelen ikinci cümlesi ta’liliyyedir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hasr edatı  اِنَّـمَٓا  ile tekit edilmiştir. 

İki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اَنْتَ mevsuf/maksûr,  مُذَكِّرٌۜ  sıfat/maksûrun aleyhtir. 

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُذَكِّرٌۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

ذَكِّرْ -  مُذَكِّرٌۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bunun üzerine buyuruluyor ki: o halde hatırlat, yani hala bakmıyorlar, bunlara bakıp düşünmüyorlarsa sen onlara vaaz ve öğüt vererek hatırlat, bakmalarının gereğini veya o bakışın neticelerini duyur ve bildir. Hatırlatma ile yetin de daha fazla zorlama, zorla düşündüreceğim diye uğraşma çünkü sen ancak bir hatırlatıcısın. Sadece durumu onlara iletmeye ve hatırlatmaya memur bir nasihatçı, bir öğütçüsün. (Elmalılı)

Gâşiye Sûresi 22. Ayet

لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ  ...


Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَسْتَ değilsin ل ي س
2 عَلَيْهِمْ onların üzerinde
3 بِمُصَيْطِرٍ zorlayıcı س ط ر

لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ


İsim cümlesidir.  لَسْتَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَ  muttasıl zamir  لَيْس ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  مُصَيْطِرٍ ‘a mütealliktir. 

بِ  harf-i ceri zaiddir. مُصَيْطِرٍۙ  lafzen mecrur, لَيْس ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur. مُصَيْطِرٍ  kelimesi; rubâî mücerredi  سيطر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet sıygadan, menfi sıygaya iltifat sanatı vardır.

Nakıs fiil  لَيْس ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَيْس , camid fiildir. Manası; şimdiki zamanda cümlenin mefhumunu nefyetmektir. Diğer zamanlardaki nefyi karine ile anlaşılır. Hali nefyettiği gibi, başka zamanları da nefyeder. (İtkan, C.1, S. 483)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْهِمْ , nakıs fiil  لَيْس ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

بِمُصَيْطِرٍۙ  kelimesi, لَيْس ’nin muahhar ismidir. Lafzen mecrur mahallen mansubdur.  بِ , tekid ifade eden zaid harftir.

Müsnedün ileyh olan  بِمُصَيْطِرٍۙ ‘in nekreliği, nev ve umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.

بِمُصَيْطِرٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümledeki takdim fasılaya riayet içindir. (Âşûr)

اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌ  cümlesiyle  لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

[Onların üzerinde bir zorba değilsin.] Üzerlerine bela olmuş bir zorba değilsin, zorla baktırıp düşündürecek, her istediğin şeyi yaptıracak, kalplerine hükmedip dilediğin gibi iman etmelerini sağlayacak değilsin. [Doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin.] (Kasas, 28/56). (Elmalılı)

 
Gâşiye Sûresi 23. Ayet

اِلَّا مَنْ تَوَلّٰى وَكَفَرَۙ  ...


23-24. Ayetler Meal  :   
Ancak, kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azaba uğratır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak
2 مَنْ kim
3 تَوَلَّىٰ yüz çevirirse و ل ي
4 وَكَفَرَ ve inanmazsa ك ف ر

اِلَّا مَنْ تَوَلّٰى وَكَفَرَۙ


اِلَّا  istisna edatıdır. Önceki ayetteki  عَلَيْهِمْ ‘deki zamirden munkatı’ istisna veya ذَكِّرْ  fiilinin mukadder mef’ûlünden muttasıl istisnadır.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna minh;a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَوَلّٰى ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَوَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. كَفَرَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

تَوَلّٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ولي ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.   

اِلَّا مَنْ تَوَلّٰى وَكَفَرَۙ


Ayetteki  اِلَّا , istidrak manasında munkatı istisna harfidir. (Âşûr)

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  تَوَلّٰى  cümlesi ve ona matuf olan  وَكَفَرَۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Veya  اِلَّا , lakin manasında,  مَنْ  mübteda, sonraki ayet  فَ ‘nin ziyadesiyle haberdir.

تَوَلّٰى  mevsûlün sılasıdır.  كَفَرَۙ  cümlesi sılaya matuftur. 

تَوَلّٰى  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) tedrîc ve talep anlamları katar. 

[Yalnız; yüz çeviren…] cümlesi munkatı‘ (kopuk; istisna kılındığı kategorinin cinsinden olmayan) bir istisnadır; yani [Sen onların üzerinde bir müstevli değilsin; lakin onlardan kim yüz çevirerek inkâr ederse (bilmelidir ki) velayet ve kahredici güç Allah’a mahsustur.] Dolayısıyla O, bu kimseyi cehennem azabı demek olan en büyük azaba çarptıracaktır. [Yalnız; yüz çeviren…] ifadesinin; yukarıdaki  [Sen öğüt vermene bak] ayetinden istisna olduğu da söylenmiştir; yani “Sen öğüt vermene bak! Ancak iman etmesinden ümit kestiğin; yüz çevirip en büyük azaba müstehak hâle gelen kimse hariç (buna öğüt verme)!” demek olup bu ikisi arasında kalan kısım ara cümledir. (Keşşâf)

İstisnanın muttasıl olduğu söylenmiştir; çünkü kâfirlerle cihat etmek ve onları öldürmek tasalluttur. Sanki onları dünyada cihat, ahirette de ateş azabı ile tehdit etmiştir. Bunun (Öyleyse hatırlat) kavlinden istisna olduğu da söylenmiştir. Yani sen hatırlat, ancak kim arkasını döner ve ısrar ederse, en büyük azabı hak eder. Bu ikisinin arasındaki de itiraz cümlesidir. Tenbih edatı olarak  الا  okunması da birinciyi destekler. (Beyzâvî)

 
Gâşiye Sûresi 24. Ayet

فَيُعَذِّبُهُ اللّٰهُ الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَيُعَذِّبُهُ ona azab eder ع ذ ب
2 اللَّهُ Allah
3 الْعَذَابَ azabla ع ذ ب
4 الْأَكْبَرَ en büyük ك ب ر

فَيُعَذِّبُهُ اللّٰهُ الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ


Ayet, atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, يحبسه فيعذّبه. (Onu hapseder, azap eder.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  يُعَذِّبُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

الْعَذَابَ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. الْاَكْبَرَ  kelimesi  الْعَذَابَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُعَذِّبُهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَيُعَذِّبُهُ اللّٰهُ الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ


Ayet  فَ  ile takdiri … يحبسه فيعذّبه (Onu hesaba çeker ve azap eder) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümle mef’ûlü mutlak olan  الْعَذَابَ  ile tekid edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması haşyet ve uyarıyı artırmak içindir.

الْعَذَابَ ’nin sıfatı olan  الْاَكْبَرَۜ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

عَذَاب ‘nin maddi bir varlık sıfatı olan en büyük manasındaki  الْاَكْبَرَۜ  ile sıfatlanması istiaredir. Azabın tekrarlanması,  الْاَكْبَرَۜ  olmakla tavsifi, onun korkunçluğunu artırmak  için mübalağadır. Bu ifadede ayrıca tecessüm sanatı vardır.

الْعَذَابَ - يُعَذِّبُهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ , ahiret azabıdır. Önceki ayetteki istisnanın muttasıl olduğu söylenmiştir; çünkü kâfirlerle cihat etmek ve onları öldürmek tasalluttur. Sanki onları dünyada cihat, ahirette de ateş azabı ile tehdit etmiştir. Bunun (Öyleyse hatırlat) kavlinden istisna olduğu da söylenmiştir. Yani sen hatırlat, ancak kim arkasını döner ve ısrar ederse, en büyük azabı hak eder. Bu ikisinin arasındaki de itiraz cümlesidir. Tenbih edatı olarak  الا  okunması da birinciyi destekler. (Beyzâvî)

Fethu'r-Rahmân'da şu ifadeler yer almaktadır: ”En büyük azap" cehennem azabıdır, ”en küçüğü" ise kâfirlerin dünyada görmüş oldukları açlık, esir düşme ve katlolunma şeklindeki azaplardır. Bu ayet-i kerime, kâfirlerin en büyük azaptan önce dünyada ve berzah âleminde görecek oldukları azabın, o günkü azabın yanında küçük olduğuna işaret etmektedir. Nitekim Secde Suresindeki: [”En büyük azaptan önce, onlara mutlaka en yakın azaptan tattıracağız."] (Secde/21) ayet-i kerimesi de buna işaret etmektedir. (Rûhu’l Beyân, Elmalılı)

 
Gâşiye Sûresi 25. Ayet

اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ  ...


Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 إِلَيْنَا bizedir
3 إِيَابَهُمْ dönüşleri ا و ب

Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’den yüz çeviren inkârcılar her ne kadar inkârlarında devam etseler de sonunda varacakları yerin Allah’ın huzuru olduğu ifade edilmiştir. Bu sebeple onların, 24. âyette anlatılan “en büyük azap”la cezalandırılmaktan kurtulmaları mümkün değildir. Zira hesaplarını başkasına değil Allah’a vereceklerdir. Hesap, insanların dünyadaki inanç ve davranışlarından dolayı âhirette sorguya çekilip yargılanmalarını ifade eder. Kur’an terminolojisinde hesap genellikle, “kötü davranışların dünyadaki (Talâk 65/8) ve daha çok da âhiretteki yansımaları ve sahiplerinin cezalandırılması” mânasında kullanılmıştır. Bununla birlikte iyi davranışların âhirette mükâfatlandırılması anlamı da vardır (hesap hakkında bilgi için bk. Emrullah Yüksel, “Hesap”, DİA, XVII, 240). 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 613

اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اِلَيْنَٓا  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

اِيَابَهُمْ  izafeti  اِنَّ ‘nin mukaddem ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ


Ta’liliyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  اِلَيْنَٓا , tekid harfi  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اِيَابَهُمْۙ  izafeti, muahhar mübtedadır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması onlara olan tehdidi artırmak içindir.

اِنَّ ’nin haberinin takdimi, ihtimam için değil, onların dönüşü inkar etmeleri sebebiyledir. İlk yaratanın dönüşü de gerçekleştireceğine tenbihtir. Ayette, gaib sıygadan mütekellim sıygaya iltifat sanatı vardır. (Âşûr)

Cümle, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

[Onların dönüşü Allah'adır.] ifadesinde mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Dönüşün Allah Teâlâ’ya olması tabirinin zahir anlamına, küfürlerinin cezasına çekecekleri anlamı idmâc edilmiştir. 

[Şüphesiz onların dönüşü sadece Bizedir.] Ayet-i kerîmede yer alan  اِيَابَ , dönüş anlamındadır. Buna göre ayetin manası, şüphesiz ölmek ve bundan sonra dirilmek suretiyle onların dönüşleri Bizedir, ne müstakil olarak ve ne de bize ortak olmak suretiyle başkasına değildir. Nitekim Yüce Allah: [...Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah'a döner.] (Şûra: 53) buyurmaktadır. Suremizdeki bu ayet-i kerime şiddetli bir korkutma ihtiva etmektedir. Çünkü asi ve bunda ısrarlı olan kulun son derece gazaplı olan malikine dönmesi, son derece zor ve bir o kadar da çetindir. (Rûhu’l Beyân)

Gâşiye Sûresi 26. Ayet

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ  ...


Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 إِنَّ şüphesiz
3 عَلَيْنَا bize düşer
4 حِسَابَهُمْ onların hesabı ح س ب

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  عَلَيْنَا  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

حِسَابَهُمْ  izafeti,  اِنَّ ‘nin mukaddem ismine mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ


Ayet, önceki ayete  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Atıf harfi  ثُمَّ  rütbe ve terahi ifade eder. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  عَلَيْنَا , tekid harfi  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حِسَابَهُمْ  izafeti, muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması onlara olan tehdidi artırmak içindir.

اِنَّ ’nin haberinin takdimi, ihtimam için değil, onların dönüşü inkar etmeleri sebebiyledir. İlk yaratanın dönüşü de cezalandırmayı da gerçekleştireceğine tembihtir. Ba’sin ispatı için idmâcdır. (Âşûr)

Cümle, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Son iki ayet arasında murassa’ seci vardır. 

Murassa’ seci: Terkip, mısra veya ayetteki lafızların hepsinin ya da çoğunun hem vezin bakımından hem de son harf bakımından aynı olması durumudur.

اِيَابَهُمْۙ  - حِسَابَهُمْ  kelimeleri arasında seci, muvazene, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.

Surenin bütün ayetleri kısa seci sanatı örnekleridir.

Belâgatın zirvesinde olan Kur’an-ı Kerîm’in bütün sureleri gibi bu kerim surenin ayetlerindeki lafzî ve manevi güzellikler, muhatabını hayran bırakmaktadır. Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden son iki ayet,  sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının en güzel örneklerindendir.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

 
Fecr Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “el-Fecr”kelimesinden almıştır. Fecr, tan yerinin ağarması vakti demektir
Mushaftaki sıralamada seksen dokuzuncu, iniş sırasına göre onuncu sûredir. Leyl sûresinden sonra, Duhâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede peygamberlere karşı çıkan ve ilâhî mesajı reddeden bazı eski toplulukların başlarına gelen felâketler hatırlatılmakta; Allah Teâlâ’nın insanı çeşitli yollarla imtihan etmesine değinilmekte, bazı insanlardaki mal tutkusu ve bencillik duygusu eleştirilmekte; kıyamet halleri, iyi ve kötü insanların âhiretteki durumları anlatılarak insanlar uyarılmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fecr Sûresi 1. Ayet

وَالْفَجْرِۙ  ...


Tan yerinin ağarmasına andolsun,

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْفَجْرِ andolsun fecre ف ج ر

“Şafak vakti” diye çevirdiğimiz fecr kelimesi masdar olarak “tan yerinin ağarması”, isim olarak belirttiğimiz anlamı yanında, “sabah aydınlığı, şafak vakti, tan yerinin ağarma zamanı” gibi anlamlara gelmektedir. Tan yerinin ağarma zamanı ortalığın aydınlanmaya, canlıların da uyanmaya başlaması, bir çeşit yeniden dirilmeye benzediği için yüce Allah sabah aydınlığına yemin ederek aşağıda anlatılacak konulara dikkat çekmiştir (Râzî, XXXI, 161; ayrıca krş. Tekvîr 81/18). 2. âyette geçen on gecenin, hac ayı olan zilhiccenin ilk on gecesi, hicrî yılın birinci ayı olan muharremin ilk on gecesi, ramazanın ilk veya son on gecesi olduğu yönünde değişik rivayetler vardır. Ancak birinci mâna tercihe daha uygundur. Çünkü bu sûre Mekke’de indiğine, ramazan orucu ise Medine’de farz kılındığına göre ikinci ve üçüncü şıklardaki günler sûrenin indiği dönemde özel bir önem taşımıyordu. Zilhiccenin ilk on günü ise sûrenin inmesinden önce de Araplar’da kutsal sayılıyordu. 

3. âyette geçen “çift ve tek”ten neyin kastedildiği konusunda da farklı yorumlar bulunmakla birlikte, çift olanıyla tek olanıyla bütün varlıklar üzerine yemin edildiğini söylemek en uygun olanıdır. Çünkü varlık yokluğa göre bizâtihî bir değerdir. Nitekim İslâm düşünce tarihinde varlık hayır, yokluk şer kabul edilmiştir. Ayrıca burada belli varlıklardan ziyade bu kavramlara (tek ve çift) dikkat çekildiği; mutlak tek olan Allah’ın dışında “tek”in bulunmadığı, tek gözüken yaratılmış varlıkların ortak özelliklerinin bulunması itibariyle çift ve benzer olduklarına işaret edildiği de söylenebilir (bilgi için bk. Şevkânî, V, 506; Ateş, X, 457). 4. âyette zikredilen “geçip gitmekte olan gece”nin, “Müzdelife gecesi” veya “bayram gecesi” olduğu söylenmiştir (bk. Elmalılı, VIII, 5797). Ancak ifadenin mutlaklığını ve başka pek çok âyette birçok kozmik varlık ve olaylara, belirleme yapılmaksızın yemin edildiğini dikkate alarak bunu da bütün geceler olarak anlamak daha uygun olur.

5. âyetteki “Aklı olan kimse için bunlar yemine konu olacak kadar önemli değil midir?” cümlesinin başında aslında soru edatı bulunmakla birlikte bunun, kesinlik edatı olan “kad” anlamıyla kullanıldığı konusunda görüş birliği vardır. Bu ifade tarzı, yukarıda kendilerine yemin edilen varlıkların çok önemli varlıklar olduğunu gösterir. Uygun olan her türlü takdire açık olsun diye yeminlerin cevabı yani ne maksatla yemin edildiği belirtilmemiştir. Müfessirlere göre Allah Teâlâ bu dört âyette kendi katında önemli olan varlıklara yemin ederek öldükten sonra dirilme, kıyamet, hesap, ceza ve mükâfatın gerçekleşeceğini vurgulamıştır; yahut yeminin cevabı “Çünkü rabbin her şeyi yakından izlemektedir” meâlindeki 14. âyettir. Bu da şöyle yorumlanmıştır: Yukarıda sayılanlara yemin olsun ki rabbin her şeyi yakından izlemektedir; hiçbir şey O’nun bilgisi dışında değildir; O, bütün yapıp ettiklerinizi bilmektedir ve karşılığını ceza veya ödül olarak verecektir” (Şevkânî, V, 507).

Akıl” mânasında kullanılan hıcr kelimesinin kök anlamı “engel­lemek”tir, akıl kavramının sözlük anlamı da aynıdır. Akıl, insanı yanlış bilgi ve düşünceden, kötü davranışlardan alıkoyma yeteneğine sahip olduğu için ona bu isim verilmiştir. Buna göre âyet, genel olarak ilâhî bildirimlerin, özellikle de bu âyetlerde üzerlerine yemin edilen doğal varlık ve olayların anlam ve değerini, Allah’ın neden bu varlıklar üzerine yemin ettiğini, insanın ancak aklını doğru kullanarak anlayabileceğini ifade etmektedir. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 616-618

وَالْفَجْرِۙ 


وَ  harf-i cer olup kasem vavı’dır. وَالْفَجْرِ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم  (Yemin ederim.) şeklindedir.

وَالْفَجْرِۙ 


Kur’an-ı Kerim’de 17 sure yemin ifadesi ile başlamaktadır. Bunlar Saffât, Zâriyât, Tûr, Necm, Kıyâme, Mürselât, Nâziât, Burûc, Târık, Fecr, Beled, Şems, Leyl, Duhâ, Tîn, Âdiyât, Asr Sureleridir.

Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir.  وَ , kasem harfidir. Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muksemun bih olan  وَالْفَجْرِۙ  car mecruru, takdiri  اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir. Muksemun aleyh olan kasemin cevabı, mahzuftur. Takdiri  لنجازينّ كلّ امرئ بما عمل  (Kesinlikle herkesi yaptığıyla cezalandırırız.) şeklindedir.

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Allah Teâlâ’nın kasem etmesi, tekid ifadesinin açık göstergesidir. (Âşûr) 

Aşûr’a göre elif-lam cinsiyyedir. Ancak belli bir fecrin kastedilmiş olması da mümkündür demiştir. (Âşûr)

Kaynaklarda, kasemin cevabı olarak  اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِۜ [Rabbin her şeyi yakından izlemektedir.] (Fecr/14) ayeti nakledilmiştir. Arap dil alimi Mahmûd Sâfî’ye (ö. 1376) göre ise yeminin cevabı  َلنجازينّ كلّ امرئ بما عمل  (Kesinlikle herkesi yaptığıyla cezalandırırız.) şeklindedir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açisindan Tahlili)

Lisânü’l-arab’ta Fecr şöyle geçer. "Fecr, gecenin karanlığının son buluşu, sabahın ilk aydınlığı ve güneşin ilk kızarıklık anıdır. Fecr’in kâzip ve sâdık fecr olarak iki kısım olduğu anlatılır. Sâdık olan fecr, yeme içme ve eş hayatının oruçluya haram kılınma vaktinin adıdır." (İlhan Yılmaz, Fecr Sûresi’nin Rûhu’l-Meânî Ve Rûhu’l-Beyân Adli Tefsirlerden Karşılaştırmalı Tefsiri)


Fecr Sûresi 2. Ayet

وَلَيَالٍ عَشْرٍۙ  ...


On geceye andolsun,

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَيَالٍ ve geceye ل ي ل
2 عَشْرٍ on ع ش ر
Âyetteki on gece ile Zilhicce’nin Kurban Bayramına kadarki ilk on gecesinin veya Ramazan’ın son on gecesinin, yahut Muharrem’in ilk onunun kastedildiği belirtilmiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Zilhicce’nin ilk on gününe işaret ederek “ Başka günlerin hiçbirinde işlenecek sâlih ameller, şu günlerde işlenen sâlih amellerden Allah’a daha faziletli değildir“ buyurunca Ashâb-ı kirâm:” Allah uğrunda yapılacak cihad da mı üstün değildir, Yâ Resûlullah?” diye sordular. “ Evet! Allah yolunda yapılacak cihad da. Ancak malını ve canını tehlikeye atarak cihada çıkan, şehit olup dönmeyen kimsenin cihadı bundan da üstündür “ buyurdu. 
(Buhari, Îdeyn 11; Ebû Dâvud, Sawm 61; Tirmizi, Savm 52; İbni Mâce, Sıyâm39)

وَلَيَالٍ عَشْرٍۙ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  فَجْرِۙ  ‘e matuftur. عَشْرٍۙ  kelimesi  لَيَالٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَيَالٍ عَشْرٍۙ


وَلَيَالٍ , önceki ayetteki muksemun bih olan  وَالْفَجْرِۙ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

وَلَيَالٍ ‘nin sıfatı olan عَشْرٍۙ mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  وَلَيَالٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.

لَيَالٍ ‘in nekre getirilmesi diğer gecelerden daha faziletli olduğundan dolayıdır. O bakımdan kendilerine yemin edilen hususlar arasında, nekra olarak gelmiştir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açisindan Tahlili)

Bu on gece, başka gecelerde bulunmayan özel faziletlerin mevcut olduğu bir gecedir. Bu nedenle marife getirildiğinde harici karinelere ihtiyaç olduğundan, tazim için nekre getirilmiş ve böylece kendisinde büyük faziletlerin bulunduğuna işaret etmiştir. (Mehmet Okur, Fecr Suresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)

Bu ayetlerde “on gece” dışında, üzerine yemin edilenlerin tamamı marife olarak gelmiştir. Zemahşerî, konuyu tartışmaya açarak, nekire yapısının on geceye, ya “özel geceler zümresinden on gece” veya “başkalarında olmayan bir faziletle ayrıcalıklı olan on gece” anlamı kattığını belirterek, aynı durumun marife yapısıyla verilemeyeceğini kaydeder. 

Zemahşerî, el-Fecr suresinde bir “kasem vâvı”ndan sonra birden fazla yeminin (muksemun bih) gelmesinin cevazını, Sîbeveyhi ve el-Halîl’in hoş görmemesine (Sîbeveyh, III, 496.) rağmen kabul eder. Dolayısıyla bu tarz kasem ayetlerini yemin atfı şeklinde dilimize çevirmek mümkündür.  

Yeminlerin cevabı bazen zikredilmez, 

وَٱلۡفَجۡرِ وَلَیَالٍ عَشۡرࣲ وَٱلشَّفۡعِ وَٱلۡوَتۡرِ وَٱلَّیۡلِ إِذَا یَسۡرِ هَلۡ فِی ذَ ٰ⁠لِكَ قَسَمࣱ لِّذِی حِجۡرٍ  ayetlerinde ise bir taraftan yemin edilenler üzerinde (muksemun bih) bir yoğunlaşma varken diğer taraftan yeminin ana konusuna (muksamun aleyh) güçlü bir gönderme vardır. Ancak tüm bu ön hazırlık neticesinde beklenen ana konu açıkça zikredilmez. Bu, dinleyici üzerinde ikinci bir sarsılma  yaşatır. Aslında muhatabın soruları takib eden ayetle cevap bulmaktadır. اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍۙۖ [Âd kavmine Rabbin neler yaptı, görmedin mi?!] Şu halde cevap, aynı tavrı gösterenlerin yaşadıkları ve gözler önündeki azap tecrübesidir… İnkârcı Âd kavminin bildikleri ve tanıdıkları bir azap. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamalari)

Rûhu’l Beyân’da Bursevî şöyle demiştir: 

Ayette geçen وَلَيَالٍ عَشْرٍۙ (on gece) َile anlatılandan maksat, Zilhicce ayının ilk on gecesidir. Veya ayette geçen  وَلَيَالٍ عَشْرٍۙ (on gece) den maksat, Ramazan ayının son on gecesidir. لَيَالٍ  kelimesinin ayette nekre bir ifade ile kullanılarak gelmiş olması da, bu gecelerin şanına, şerefine ve büyüklüğüne işaret etmek içindir. (İlhan Yılmaz,Fecr Sûresi’nin Rûhu’l-Meânî Ve Rûhu’l-Beyân Adli Tefsirlerden Karşilaştirmali Tefsiri)

لَيَالٍ  kelimesindeki nekrelik ve وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ  kelimelerindeki marifelik; on gecenin belirli on gece, yani her yıl tekrarlanan belirli on gece olduğuna işaret eder. وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ ‘in marifeliği ise bunların bilindiğini ve belirli 10 geceye ait tek ve çift günler olduğunu bildirir. (Âşûr)

Fecr Sûresi 3. Ayet

وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ  ...


Çifte ve teke andolsun,

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالشَّفْعِ ve çift’e ش ف ع
2 وَالْوَتْرِ ve tek’e و ت ر
Fecr-3 Peygamber Efendimiz bu âyette geçen “ Ve çift olana ve tek olana” ifadesi sorulduğunda “ Bunlar namazlardır; onların bazısı çift ,bazısı tektir” buyurduğu rivayet edildiği gibi (Tirmizi, Tefsir 89/1) ,” on gece” nin, Zilhicce’nin Kurban Bayramına kadarki ilk on gecesi, “tek olanın” Arefe, ”çift olanın” da Kurban Bayramı günü olduğunu söylediği de rivayet edilmiştir. ( Ahmed b Hanbel, Müsned ,III ,327; Hâkim, el-Müstedrek [Atâ] ,VII ,137).
Fecr-3 Peygamber Efendimiz bu âyette geçen “ Ve çift olana ve tek olana” ifadesi sorulduğunda “ Bunlar namazlardır; onların bazısı çift ,bazısı tektir” buyurduğu rivayet edildiği gibi (Tirmizi, Tefsir 89/1) ,” on gece” nin, Zilhicce’nin Kurban Bayramına kadarki ilk on gecesi, “tek olanın” Arefe, ”çift olanın” da Kurban Bayramı günü olduğunu söylediği de rivayet edilmiştir. ( Ahmed b Hanbel, Müsned ,III ,327; Hâkim, el-Müstedrek [Atâ] ,VII ,137).

وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki وَالْفَجْرِ ‘e matuftur. الْوَتْرِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ


وَالشَّفْعِ , birinci ayetteki muksemun bih olan  وَالْفَجْرِۙ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

Birbirine tezat nedeniyle atfedilen  وَالشَّفْعِ  ve  وَالْوَتْرِۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.

Bu ayette çift ve tek  وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ  anlamındaki isimler arasında, anlam bakımından zıtlık bulunup bir ibarede uyum içinde yer almasından ötürü tıbak bulunmaktadır. (Safvetü’t Tefâsir)

Fecr Sûresi 4. Ayet

وَالَّيْلِ اِذَا يَسْرِۚ  ...


Geçip giden geceye andolsun (ki, müşrikler azaba uğrayacaklardır).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّيْلِ ve geceye ل ي ل
2 إِذَا
3 يَسْرِ gitmekte olan س ر ي

وَالَّيْلِ اِذَا يَسْرِۚ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki وَالْفَجْرِ ‘e matuftur.  

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  اِذَا  zaman zarfı mahzuf kasem fiiline mütealliktir. يَسْرِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

إِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْرِ  fiili mahzuf  يْ  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fasılaya uygunluk nedeniyle  يْ  hazf edilmiştir.

Kasemin cevabı mahzuftur. Takdiri, لنجازينّ كلّ امرئ بما عمل (Herkese yaptıklarının karşılığını vereceğiz) şeklindedir.

وَالَّيْلِ اِذَا يَسْرِۚ


وَالَّيْلِ , birinci ayetteki muksemun bih olan  وَالْفَجْرِۙ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camiâ tezâyüftür.

Cümleye muzâf olan şarttan mücerret zaman zarfı  اِذَا , birinci ayetteki mahzuf  أقسم  fiiline mütealliktir.

الَّيْلِ - لَيَالٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Ayetteki  ِيَسْرِ  lafzının sonundaki  يْ  harfi, gerek uyum (seci) ve ritim, gerekse geceleyin yürüme özelliğiyle kendisi içerisinde hareket edilen bir vakit olduğuna dikkat için hazf edilmiştir. Keza Araplarda da böyle incelikler mevcuttur. Mesela bir kelimeyi kendi manası dışında veya bir hususa dikkat çekmek için kullandıklarında harflerini  إفتطاع  (eksiltme) yolunu tercih ederler.

Bu kapsamda ayette son derece güzel istiare sanatı bulunmaktadır. Bir kelimenin asıl manasının dışında kullanılması anlamına gelen istiare, teşbih ve mecazın bir araya geldiği, yani hem mecaz hem de teşbih sanatıdır. Dolayısıyla burada gece, gece karanlığında yürüyerek çölleri kat eden yolcuya benzetilmiştir. Yolcu anlamına gelen مُسافِرٌ  sözcüğü hazf edilmiş, ona ait olan geceleyin yürüme özelliğiyle yolcuya işaret edilmiştir. Bu durumda istiâre-i mekniyye olmuştur.  Dolayısıyla Kur’an tabirinin son derece güzel ve muciz olduğu ortaya çıkmıştır. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgati Açısından Tahlili)

الَّيْلِ (gece) kelimesi, cins ismidir. Arapçada  السرى  ‘gece yürüyüşü’ demektir. يَسْرِۚ  ise, gecenin büyük bir bölümünün geçip gitmesi anlamına gelir. Burada gecenin bunca özellikleri arasında gelip-geçmesinin ifade edilmesi, Yüce Allah'ın kudretinin kemaline ve nimetinin bolluğuna açıkça işaret etmesindendir. Çünkü sabah olunca, dünya ve ahiret saadetine vesile olan rızık aramak için bütün canlılara öldükten sonra (uykudan uyanınca) sanki yeniden hayat verilmiş olmaktadır. (Rûhu’l Beyân)

Fecr Sûresi 5. Ayet

هَلْ ف۪ي ذٰلِكَ قَسَمٌ لِذ۪ي حِجْرٍۜ  ...


Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi bir kimse için üzerine yemin edilmeye değer bir özellik vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَلْ değil mi?
2 فِي var
3 ذَٰلِكَ bunda
4 قَسَمٌ bir yemin ق س م
5 لِذِي sahibi için
6 حِجْرٍ akıl ح ج ر

هَلْ ف۪ي ذٰلِكَ قَسَمٌ لِذ۪ي حِجْرٍۜ


هَلْ  istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz. 

İsim cümlesidir.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  قَسَمٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  

لِذ۪ي  car mecruru  قَسَمٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Aynı zamanda muzâftır. حِجْرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هَلْ ف۪ي ذٰلِكَ قَسَمٌ لِذ۪ي حِجْرٍۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  هَلْ , takriri manada istifham harfidir. Takrir; soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.

Takrir (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp muhatabın dikkatini celbetmek amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve onları yaptıkları davranışları düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  قَسَمٌ , muahhar mübtedadır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  sim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konuduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip mertebesinin yüceliğini belirtmiştir. Ayette tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile kasem edilenlere işaret edilmiştir.

ف۪ي ذٰلِكَ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla üzerine yemin edilenler, mazruf mesabesindedir. Onları yüceltmek ve tazim maksadıyla bu harf,  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Fecr, gece, tek, çift hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî’, heriki durumdaki mutlak irtibattır.

Müsnedün ileyh olan  قَسَمٌ ‘daki nekrelik tazim ifade eder.

لِذ۪ي حِجْرٍۜ  car mecruruقَسَمٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 

Ayette takrir, tazim ve tekit için istifham edatı olan  هَلْ  kullanılmıştır. Nitekim kasem edilen unsurların, Allah (cc) nezdindeki büyüklüğünü, bunların akıl erbabınca tazime layık şeyler olduklarını tahkik ve takrir etmekte ve bunlarla yapılan yeminlerin, geçerli yeminler ve ihbarların tekidi için layık şeyler olduklarına dikkat çekmektedir. Bu da kinaye yoluyla yemine mazhar olan hususları yüceltmeye işaret etmektedir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)

قَسَمٌ  lafzının nekre gelmesi de tazim ifade etmek için olup “Eğer düşünebilecek bir akla sahipse ‘Bu yemin’ yeterli midir?” demektir. Böylece bu kasem kendisi için yemin edilene ikna edici ve yeterli olmuştur. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili - Âşûr)

Burada yemin edilen dört unsur sıralandıktan sonra ifadenin tamamlanması için bir cevap gelmesi gerekirken, yani yemin edildiğine göre muhatap için ispat bekleyen ve tekid edilmesi gereken meselenin zikredilmesi beklenirken, hiç beklenmedik bir şekilde [Bunlarda akıl sahibi olan için bir kasem var değil mi?] ifadesiyle, yemine cevap olan şeyi değil de muhataptan üzerine yemin edilenlerle ilgilenmesi talep edilmektedir. قسم (ḳasem) kelimesinin ‘yemin, ayırmak, bölmek’ anlamlarının yanında ‘takdir edip düşünmek’ anlamına da geldiğini hatırlarsak, [Bunlarda akıl sahibi biri için bir kasem var değil mi?] ifadesinin, akıl sahiplerini bu yeminleri değerlendirerek düşünmeye davet ettiği söylenebilir. (Kutbettin Ekinci Artuklu Üniv. İlahiyat Bilimleri Fak. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 57:1 (2016))

حِجْرٍۜ  kelimesi, akıl demektir. Çünkü akıl, insanı uygun ve gerekli olmayan yerlerde bulunmaktan ve çelişkiye düşmekten kurtarır. (Rûhu’l Beyân) 

لِذ۪ي حِجْرٍۜ  sözündeki lam, lam-ı ta’lildir. Yani, bu ‘’yemin akıl sahibi içindir’’ ki bu akıl; sahibinin kibirlenmesine engel olur ve yemin edenin doğru söylediğini bilmesini sağlar. (Âşûr)

Fecr Sûresi 6. Ayet

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍۙۖ  ...


6-10. Ayetler Meal  :   
(Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd’e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e, vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a, kazıklar sahibi Firavun’a ne yaptığını görmedin mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 كَيْفَ ne ك ي ف
4 فَعَلَ yaptı ف ع ل
5 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
6 بِعَادٍ ’Ad’e ع و د

Bu kümedeki âyetlerde, geçmişte bazı toplulukların inkâr ve azgınlıkları yüzünden nasıl helâk edildiklerine, maddî güç ve imkânları olsa da bunların kendilerini ilâhî cezadan kurtaramadığına dikkat çekilmekte ve sonraki nesillerin bunlardan ders çıkarmaları hedeflenmektedir. Hz. Nûh’tan sonra tarih sahnesine çıkmış olan Âd kavmi, Yemen’de Uman ile Hadramut arasındaki bölgede yaşamış eski ve önemli bir Arap topluluğudur. İrem ise Âd kavminin bir kolu olup adını kabilenin atası olan İrem’den almıştır. Aynı zamanda topluluğun yerleşim merkezine de bu ad verilmiştir. “Memleketler içinde benzeri görülmemiş olan, sütunlarla dolu İrem’e” şeklinde çevrilen 7-8. âyetlerde, son derece mâmur ve azametli sütunlarıyla görkemli yapıları, rengârenk bağları ve bahçeleriyle tanınan İrem şehri söz konusu edilmiştir (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “İrem”, DİA, XXII, 443). Bu âyetlere “Ülkelerde benzerleri yaratılmamış İrem halkına” şeklinde de mâna verilmiştir. Şevkânî bu mânayı tercih eder. Bu takdirde âyet burada yaşayan Âd kavminin güçlü, benzeri görülmemiş ve uzun ömürlü bir uygarlık kurduğuna işaret etmiş olur (bk. Fethu’l-Bârî, V, 508-509; krş. Rûm 30/9; Fussılet 41/15). Ancak onlar Hûd peygamberi yalancılıkla suçlamaları sebebiyle güçlerine rağmen helâk olup gitmişlerdir (bk. Hâkka 68/6-7; Âd kavmi hakkında bilgi için bk. Hûd 11/50-60).

Semûd kavmi de, kendilerine gönderilen Sâlih peygamberi yalancılıkla itham ettikleri için aynı âkıbete uğramıştır (bilgi için bk. A‘râf 7/73-78; Hûd 11/61-68; Hâkka 68/4-5).

Zikredilen son örnek Firavun’dur. Sözlükte, “kazıklar sahibi anlamına gelen zü’l-evtâd deyimi, Firavun’un binlerce çadırlık askerî gücünü ve toplumsal itibarını ifade eden mecazi bir anlatımdır (diğer yorumlar için bk. Kur’an Yolu, Sâd 38/12).

Bu âyetlerde özellikle şu noktalar dikkati çekmektedir: a) 6. âyetteki “görmedin mi?” sorusundan Kur’an’ın ilk muhataplarının, anılan kavimlerin hayat hikâyeleri ve başlarına gelen felâketler hakkında kulaktan dolma da olsa bazı bilgilere sahip oldukları anlaşılmaktadır; ayrıca onların uygarlıklarına ait bazı kalıntıları görmüş veya duymuş da olabilirler. b) Bu âyetlerde söz konusu edilen kavimlerin iki özelliğine dikkat çekildiği görülmektedir: İlki çok güçlü olmaları, ikincisi de ülkelerinde azgınlığa sapmaları, günah ve isyanda sınır tanımamaları ve durmadan fesat çıkarmaları. Şu halde bir toplumda özelde yöneticiler ve genelde sorumluluğu olan herkes, inanç ve davranışlarında, uygulamalarında Allah’ın hükümlerini, kitabının ve peygamberinin davetini hiçe sayar, hak ve adalet ölçülerinden sapar ve sonuçta ülkeyi fitne fesat ortamı haline getirirlerse, kaçınılmaz felâketi de hak etmiş olurlar.

“Bu yüzden rabbin onların üzerine kırbaç gibi ceza yağdırdı” meâlindeki 13. âyet anılan topluluklara çok çeşitli ve peşpeşe cezaların da verildiğini göstermektedir. Nitekim bu cezalar Kur’an’da çeşitli yerlerde açıklanmıştır (meselâ bk. A‘râf 7/133-134).

Çünkü rabbin her şeyi yakından izlemektedir” meâlindeki 14. âyet, Allah’ın ilminin sonsuz olduğunu, bütün kullarının tutum ve davranışlarını gözetleyip kontrol ettiğini bildiren kapsamlı bir uyarı ifadesidir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 618-619

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍۙۖ


Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَرَ , illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  كَيْفَ  istifham ismi amili  فَعَلَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

فَعَلَ رَبُّكَ  cümlesi  تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. تَرَ , ‘bilmek’ anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِعَادٍ  car mecruru  فَعَلَ  fiiline mütealliktir.

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍۙۖ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette muhatap, Hz. Peygamberdir. Hemze takriri istifham harfi,  لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezm eden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.

Takrir, mütekellimin, muhatabın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.

Takrir (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda iknâ edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkip, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak Hz.Peygambere yardım vaadi kastını taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

تَرَ , fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)

Kur’an'da  أولم تر  ile ألم تر  geçen  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir. أولم تر  tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir. ألم تر  tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)

Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle bu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَيْفَ  istifham ismi, hal olarak nasb mahallindedir. 

فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ  cümlesi iki mef’ûle müteaddi olan تَرَ  fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir. 

بِعَادٍ ‘deki nekrelik tahkir içindir. 

Ayette bulunan istifham, takriridir. Burada Yüce Allah muhataba (hususi olarak Peygamber, umumi olarak herkes), Âd kavmine ve sonraki ayetlerde geçen Semûd ve Firavun’a yaptıklarını bilip bilmediğini sormaktadır. Fakat buradaki soru edatı, bilinmeyen bir konuda bilgi alma maksadıyla değil; böyle bir şeyi bildiğini kendisine ikrar ettirmektir. Dolayısıyla burada Peygamber için teselli ve zafer vaadi; kâfirler için de uyarı, tehdit, men ve caydırma mesajı bulunmaktadır. 

Bilme manasında görme kullanılması, gerçek anlamda gözle görme olmayıp bu kavim ve toplulukların başına gelen bilgiler halk arasında yaygın olduğundan gerçekten görmeye benzetilmiştir. Çünkü bahsedilen Âd, Semûd ve Firavun kavimleri ile ilgili haberler yalan olma ihtimali bulunmayan anlatımlarla tevatüren (kesin ilim) nakledilmiş olup kuvvet, açıklık ve şüpheden uzak olma açısından, görme gibi olmaktadır. Dolayısıyla bu kıssalar Kur’an’da da Allah tarafından yinelenerek haber verildiğinden bu bilgi görme ile aktarılmıştır. 

Ayrıca burada ‘’Allah yaptı’’ yerine ‘’Rabbin yaptı’’ denilmiştir. Çünkü Rabb kelimesinde koruma ve kollama anlamı bulunmaktadır. Allah lafzından sonra en çok kullanılan ilahi isim olan Rabb, Allah’ın diğer isimlerinde bulunmayan bir özelliğe sahiptir. Çünkü ister “Sahip, idare eden, terbiye eden” gibi manalara gelen  رَبُّ , ister tersinden, “İyilik ve ihsanı bol, bütün ihsan ve hayırların yegane sahibi” gibi anlamlara gelen بَرٌّ  şeklinde okunsun, Allah’ın isimlerinden bir isim olmaktadır. Belâgatta bu sanat cinasın alt konuları altında ele alınmaktadır. 

Rabb’ın hitap zamirine izafe edilmesinde ise muhataba verilen değer bulunmaktadır. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)

Fecr Sûresi 7. Ayet

اِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِۙۖ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِرَمَ İrem’e?
2 ذَاتِ
3 الْعِمَادِ sütunlu ع م د

اِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِۙۖ


اِرَمَ  kelimesi  عَادٍ ‘den atf-ı beyan veya bedel olup, gayri munsarif olduğu için mukadder kesra ile mansubdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذَاتِ  kelimesi  اِرَمَ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْعِمَادِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِۙۖ


Bu ayette geçen  اِرَمَ  önceki ayetteki  عَادٍ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Bunların eski -İlk Âd kavmi- olduğu bildirilmektedir.

ذَاتِ الْعِمَادِۙۖ  izafeti  اِرَمَ ’nin sıfatıdır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  

اِرَمَ  lafzının ister kabile, ister yer ismi olsun; gayr-i munsarif olması, marifelik ve müenneslik sebebiyledir.

اِرَمَ  kelimesinin îrab bakımından iki izah şekli vardır: Çünkü eğer onu, kabile ismi sayarsak, Âd kelimesinin Ûlâ olduğunu anlatmak için gelmiş olur. Eğer bu kelimeyi Âd kavminin yurtlarının veya alametlerinin ismi sayarsak, İrem'in ehl-i Âd takdirinde olmuş olur ve sonra muzâf olan, ehl kelimesi hazf edilmiş, muzâfun ileyh olan İrem, onun yerine geçmiş olur. Köyün ahalisine sor manasında, Köye sor ifadesinde olduğu gibi... Bunun böyle olduğuna, İbn Zübeyr'in ifadeyi, izafetle  عَادٍۙۖ اِرَمَ  şeklinde okuyuşu da delalet eder. (Fahreddin er-Râzî - Rûhu’l Beyân)

ذَاتِ الْعِمَادِۙۖ , sözünden amaç, yüksek sütunlar olup ülkedeki halkın zenginlik, bolluk ve büyüklükten ve kuvvet sahibi bir hayata sahip olmalarından kinayedir. Vakar sahibi, sebat sahibi ya da uzun ömür sahibi olduğu da belirtilmiştir. Bu manaların hepsi de istiare yoluyla mümkündür. (Vehbe Zuhâylî, Tefsîru’l-Vecîzu ‘Elâ Hâmişi’l-Kur’âni’l‘Âzîm)

Diğer yandan İrem, Âd’ın ismi kılınmıştır. Bazıları  بِعَادٍۙۖ اِرَمَ  şeklinde izafet tamlaması olarak da okumuştur. Bu durumda ‘Âd ismi ya babalarının ismi ya da şehirlerinin ismi olarak İrem’e muzâf yapılmıştır. Ayrıca burada tekid bulunmaktadır. Bunun için Âd kavminin kimler olduğu açıklanıp mananın tekid edilmesi için onun hemen ardından [Yüksek sütunlar sahibi İrem’e] denmiştir. (Beyzâvî)

 

Fecr Sûresi 8. Ayet

اَلَّت۪ي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِۙۖ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّتِي ki
2 لَمْ
3 يُخْلَقْ yaratılmamıştı خ ل ق
4 مِثْلُهَا onun eşi م ث ل
5 فِي
6 الْبِلَادِ ülkeler arasında ب ل د

اَلَّت۪ي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِۙۖ


اَلَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  اِرَمَ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يُخْلَقْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُخْلَقْ  sükun üzere meczum meçhul muzari fiildir.  مِثْلُهَا  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فِي الْبِلَادِ  car mecruru  يُخْلَقْ  fiiline mütealliktir.

اَلَّت۪ي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِۙۖ


Müfred müennes has ism-i mevsûl  اَلَّت۪ي , önceki ayetteki  اِرَمَ ’nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsm-i mevsûlun sılası olan  لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِۙۖ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasındaki faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُخْلَقْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

الْبِلَادِ ’ deki elif lam takısı cins içindir. (Âşûr)

Zahir olan  الْبِلَادِ ’deki elif lam takısının burada örfî istiğrak ifade etmesidir. Yani Arap şehirleri ve kabileleri demektir. (Âşûr)

Fecr Sûresi 9. Ayet

وَثَمُودَ الَّذ۪ينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِۙۖ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَثَمُودَ ve Semud’a?
2 الَّذِينَ
3 جَابُوا oyan ج و ب
4 الصَّخْرَ kayaları ص خ ر
5 بِالْوَادِ vadide و د ي

وَثَمُودَ الَّذ۪ينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِۙۖ


ثَمُودَ , atıf harfi وَ ‘la 6. ayetteki  بِعَادٍ ‘e matuf olup, gayri munsarif olduğu için mukadder kesra ile mecrurdur.  

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  ثَمُودَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası جَابُوا  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

جَابُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّخْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِالْوَادِ  car mecruru  جَابُوا  fiiline müteallik olup mahzuf  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

وَادِ  mankus isimdir. Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdirî îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَثَمُودَ الَّذ۪ينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِۙۖ


ثَمُودَ , altıncı ayetteki  عَادٍۙۖ ‘e  وَ ’la atfedilmiştir. Cihet-i camiâ tezayüftür.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûluثَمُودَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsm-i mevsûlün sılası olan  جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِۙۖ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

الصَّخْرَ , mef’ûldur.  بِالْوَادِۙۖ  car mecruru, جَابُوا  fiiline mütealliktir.

بِالْوَادِۙۖ  ‘deki  بِ  zarfiyye içindir. (Âşûr) 

Ayetteki  ثَمُودَ  gayri munsariftir. Çünkü  ثَمُودَ  kavmi kastedilmiştir.  الَّذ۪ينَ ’nin çoğul olarak ona sıfat gelmesi ise kavim manasını kastedilmesinden ötürüdür. Sıfat aldıktan sonra ثَمُودَ  kelimesinin müennesliğinden vazgeçilmiştir. Bu da bir ifade sanatıdır. Yani  ثَمُودَ kelimesinin lafzı bir kabile kastedildiği için müennes getirilmiş, anlamı çoğul olduğundan kelimeye müzekker sıfat ve zamirler kullanılmıştır. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)

Fecr Sûresi 10. Ayet

وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِرْعَوْنَ ve Fir’avn’a?
2 ذِي sahibi
3 الْأَوْتَادِ kazıklar و ت د

وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ


فِرْعَوْنَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  عَادٍ ‘e matuf olup, gayri munsarif olduğu için mukadder kesra ile mansubdur.  ذِي  kelimesi  فِرْعَوْنَ ‘un sıfatı olup harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti  ي ’dır. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَوْتَادِۙۖ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muzâf mahzuftur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ

 

فِرْعَوْنَ  kelimesi 6. ayetteki  عَادٍۙۖ e  وَ ’la atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezâyüftür.  فِرْعَوْنَ ’nin sıfatı olan  ذِي الْاَوْتَادِۙۖ  izafeti, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  

Ayette kinaye bulunmaktadır. Zira söz içinde geçen asıl anlamın yanında Firavun’un kendileriyle güç kazandığı ve destek aldığı askerler, topluluklar ve ordular kazıklar şeklinde bir başka lâzımî mananın anlatıldığı kelime veya terkiple kinaye edilmiştir. Ancak Firavun’un zorba bir hükümdarlığa, kesin emirlere ve yapılarını sağlamlaştırdığı imkânlara sahip olduğu kastedildiğinde istiare olmaktadır. Bundan ötürü sabitleştirmeyi izzete, mülke bağlamıştır ki mübalağa bir istiare olmuştur. Krallığı muazzam bir çadıra teşbih yapması ve çadırı sağlam kazıklara bağlayarak rüzgara karşı sağlamlaştırmasında da istiare-i mekniyye yani yalnızca benzeyenle yapılan istiare bulunmaktadır. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)

ذِي الْاَوْتَادِ  ifadesinde istiâre vardır. Bu ifadeyle mutlak hükümdar olan, güçlü ve sabit konuma, saltanat binasının istikrar ve sürekliliğini sağlayıcı şartlara sahip bulunan Firavun kastedilmektedir. Bu durum, tıpkı evlerin çakılmış kazıklarla ve dikilmiş direklerle sabit hale getirilmesi gibidir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

Ebüssuûd, ordularının ve konakladıklarında barınak olarak kullandıkları çadırlarının çok fazla olduğundan dolayı Yüce Allah’ın (cc) Firavun’u Kazıklar Sahibi olarak nitelediğini söylemiştir. Veyahut ta onun bu sıfatla nitelenmesinin nedeni işkencelerini kazıklarla yapmasından ötürüdür demektedir. (Ebussuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm İlâ Mezâya’l- Kitâbi’l-Kerîm)

 
Fecr Sûresi 11. Ayet

اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِۙۖ  ...


11-12. Ayetler Meal  :   
Bunlar şehirlerde azgınlık eden ve oralarda pek çok bozgunculuk çıkaran kimselerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ ki
2 طَغَوْا azmışlardı ط غ ي
3 فِي
4 الْبِلَادِ ülkelerde ب ل د

اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِۙۖ


الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, فِرْعَوْنَ ‘ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, قوم فرعون (Firavun Kavmi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  طَغَوْا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طَغَوْا  fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla mahzuf elif üzerine mukadder damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فِي الْبِلَادِ  car mecruru  طَغَوْا  fiiline mütealliktir.

اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِۙۖ


Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ önceki ayetteki  فِرْعَوْنَ ‘nin ikinci sıfatıdır. Mevsûlün sılası olan  طَغَوْا فِي الْبِلَادِۙۖ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

فِي الْبِلَادِۙۖ  car mecruru  طَغَوْا  fiiline mütealliktir.

Bu cümle, yukarıdan beri sayılan üç zümrenin üçünün de sıfatıdır. Buna göre ayet-i kerimenin manası yukarıdan beri anlatılan her zümre, kendi ülkesinde azgınlık ettiler, haddi aştılar. Âd kavmi Yemende, Semûd kavmi Şam topraklarında, Kıptîler de Mısır'da azdılar demek olur. (Rûhu’l Beyân) 

اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا… cümlesi hakkındaki îrab vecihlerinin en yaraşır olanı, bunun yergi ifade edecek şekilde mahallen mansub olmasıdır; ancak  هُمْ اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا (Onlardı ülkelerinde iyice azanlar!) şeklinde bir isim cümlesi takdir etmek üzere merfû olması da, mezkûr Âd, Semûd ve Firavun Kavimlerinin sıfatı olmak üzere mecrur olması da caizdir. (Keşşâf)

فِي الْبِلَادِۙۖ ’deki elif lam takısı ahd içindir. (Âşûr)

Fecr Sûresi 12. Ayet

فَاَكْثَرُوا ف۪يهَا الْفَسَادَۙۖ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَكْثَرُوا çokları ك ث ر
2 فِيهَا oralarda
3 الْفَسَادَ kötülük etmişlerdi ف س د

فَاَكْثَرُوا ف۪يهَا الْفَسَادَۙۖ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  اَكْثَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  اَكْثَرُوا  fiiline mütealliktir.  الْفَسَادَۙۖ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَكْثَرُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi كثر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَاَكْثَرُوا ف۪يهَا الْفَسَادَۙۖ


Ayet önceki ayetteki sıla cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  Car mecrur  ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan  الْفَسَادَۙۖ ‘ye takdim edilmiştir.

Fecr Sûresi 13. Ayet

فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍۙۖ  ...


Bu yüzden Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَصَبَّ bu yüzden çarptı ص ب ب
2 عَلَيْهِمْ onların üzerine
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 سَوْطَ kırbacını س و ط
5 عَذَابٍ azab ع ذ ب

فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍۙۖ


Ayet, atıf harfi  فَ  ile önceki cümleye  اَكْثَرُوا ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir.  صَبَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  صَبَّ  fiiline mütealliktir. رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَوْطَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  عَذَابٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍۙۖ


Ayet önceki ayete  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  رَبُّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

Muzâfun ileyh olan  عَذَابٍۙۖ ’deki nekrelik, azabın tahayyül edilemez evsafta olduğuna işarettir. 

Ayette istiare-i mekniyye bulunmaktadır. Nitekim azap, süratli iniş özelliğiyle yağan bir şeye benzetilmiş ve aslında kaptakini boşaltmak manasındaki su için kullanılan  صَبَّ  (dökme) eylemi kullanılmıştır. 

Bu da onların üzerine azabın indirileceğine dair son derece açık bir mecazdır. Zira suyun boşalması ya da yağmurun toprağa yağması gibi azabın bir defada onları kuşatacak şekilde peş peşe ve devamlı olması şeklinde haber verilmiştir. 

İnen azabın  سَوْطَ (kırbaç/kamçı) ile isimlendirilmesi ise, ahirette hazırlanan azabın büyüklüğüne işaret olup açık bir istiaredir. 

Nitekim kamçının diğer vurma ve cezalandırma araçlarına göre şiddeti daha büyüktür. Bundan ötürü azap, çok ve şiddetli olan sağanak yağmura benzetilmiştir. Çünkü yağan azap, ani ve iş bitirici olup üzerlerine yakıcı bir kamçı gibi inmektedir.

Arap dil alimi Zemahşeri de  سَوْطَ  kelimesinin zikredilmesi, onlara dünyada verilen azaba kıyasla ahirette verilen azabın, kırbacın diğer ceza aletlerine kıyası gibi olduğuna işaret vardır şeklinde rivayette bulunmuştur. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)

صَبَّ (Yağdırdı) kelimesiyle kastedilen yukarıda zikri geçen her bir zümre üzerine işledikleri azgınlık ve fesadın ardından şiddetli bir azabın indirilmiş olmasıdır. Bu azabın ”kamçı" şeklinde isimlendirilmesi ise, sözü geçen kâfirlere ahirette hazırlanan azaba nispetle tıpkı kılıç karşısında kamçı mesabesindedir. (Rûhu’l Beyân)

Fecr Sûresi 14. Ayet

اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِۜ  ...


Şüphesiz Rabbin, gözetlemededir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ elbette
2 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
3 لَبِالْمِرْصَادِ gözetleme yerindedir ر ص د

اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  رَبَّكَ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  بِالْمِرْصَادِ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِۜ


Önceki ayete ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ta’lil, kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi olan  رَبَّكَ ‘nin, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmesi, müsnedün ileyhin şanı ve tazimi içindir. Bu izafette, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِالْمِرْصَادِۜ  car mecruru,  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

بِالْمِرْصَادِۜ  sözündeki  بِ  harf-i ceri zarfiyye içindir. (Âşûr) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Ayette temsili istiare bulunmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ; kulların amellerini kapsaması, gözetlemesi ve iğneden ipliğe kadar sorgulayacağı ve kulların dönüş yerinin kaçınılmaz olarak O’na olması, eylemlerini kontrol etme babında, onların geçtikleri yolda bekleyip gözetleyen denetleyiciye benzetilmiştir. Çünkü Yüce Allah burada kulların amellerini ve fiillerini sürekli kaydetmekte ve mecazen gözetlemektedir. 

Dolayısıyla bu kullanım, Yüce Allah’ın asileri cezayla gözetlediğine ve kimsenin bu gözetlemeden kaçamayacağına misal olmuştur. Bu durumda ayet, asiler ve kâfirler için mutlak tehdit, diğerleri için ise bir vaat olmaktadır. 

الْمِرْصَادِۜ  kelimesi, sözlükte gözetleme yapan kimselerin gözetleme için durdukları mekân anlamınadır. Buna göre ayetin manası; senin Rabbin her an gelip geçenlerin gözetlendiği mekândadır, demek olur. Bu ifade Yüce Allah'ın âsîleri gözetlemesini temsîlî olarak vermektedir. Âsîler hiç kuşkusuz Yüce Allah'ın gözetlemesinden kaçamazlar. Kullarının amellerini gözetleyen ve çekirdek filizi veya zarı kadar bile olsa karşılığını veren birisi olarak Yüce Allah'ın hali, işlek bir yola oturup da canileri ele geçirmek ya da vergi almak için veya başka gayeyle orayı gözetleyen kimsenin durumuna benzetilmiştir. İnsanların örnekteki yoldan geçmemelerine çare yoktur. İşte bu iki benzetmeden sonra yol örneğinde kullanılan tabirler ve ifadeler Yüce Allah'ın gözetleme fiilini ifade etmek için kullanılmıştır. (Rûhu’l Beyân) 

اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ  mahzuf olan cevap için azabın indirilmesinin sebebi olmaktadır. Böylece ayetin delili ve Allah’ın mutlaka yardım edeceği hususunda Resulullah’a (sav) güvenin habercisidir.

Ancak yeminin cevap cümlesi olması halinde ise müşriklere azabın çeşitli ve çetin olacağından kinayedir. Çünkü gözetlemenin kastı sadece haddini aşanları hadsizliklerinden caydırmak için olup bu cümle üzerine yemin edilen husustur. Öncesi ise cümle düzeninde bir sanat olan ara cümlelerdir. Zira yemine konu olan hususa ona delil olan cümleler ile  ٍاَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ  gibi önceki kavimlere verilen cezaları içeren cümleler takdim edilmiştir. Bu, hitabet üsluplarından bir üsluptur (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)

Günün Mesajı
Fecr Sûresi ilk ayetlerinde zikredilen on geceden maksadın Ramazan ayının son on gecesi veya Zilhicce'nin, Hacc'ın ifa edildiği ve sonuncu günü Kurban bayramı olan ilk on gününün gecesi ya da bunların her ikisi oldugu hakkında görüşler vardır. Bu on gecenin her ikisinde de Cenab-ı Allah'a ibadet ayrı bir önem taşımaktadır. Ramazan'ın son on gecesinde, kabul gören genel görüşe göre Kadir Gecesi mevcuttur. Gerek bu on gece, gerek Zilhicce'nin ilk on gecesi bayramla noktalanmaktadır. Dolayısıyla, birinci ayetteki şafak vaktinden maksat her günün şafağı olabileceği gibi, sözü edilen her iki on gecenin sonu olan Ramazan ve Kurban bayramının şafağı da olabilir. Bunun yanısıra, on gece ve şafak, toplumların hayatında geceler ne kadar uzun olursa olsun, her gecenin bir şafağının olacağını da ima etmektedir. Ayrıca, Müzzemmil Sûresi, 73/2-6'da ifade buyurulduğu gibi, gece ibadeti manevi terakki adına çok önemli olup, manevi bir uyanışa (şafak) kapı açar.
Cenab-ı Allah (c.c.), Hz. Musa'ya (a.s.) Tevrat'ı vermek için O'nunla 30 gecelik (günlük) bir mikat için sözleşmiş, yani Hz. Musa, Tevrat'ı, almadan önce 30 gece hususi olarak huzur-u İlâhi'de kalmıştır. Daha sonra buna 10 gece ilave edilmiş ve böylece mikat 40 gece sürmüştür (Bakara Sûresi, 2/51). 40 gecelik hususi ibadetin, çile çıkarma ve inzivanın, nefis terbiyesi, kalbin saflaştırılması adına Tasavvufta da önemli bir yeri vardır. 29/30 gecelik (veya günlük) Ramazan ile, Zilhicce'nin ilk 10 gecesi (günü), böyle bir manaya, eğitime hizmet edebilir ve buradan bu 40 gecenin önemini anlayabiliriz. Hz. Musa'ya da mikat için sonraki 10 gece, ilk 30 geceden daha sonra verilmişti. Dolayısıyla, bu noktadan yaklaştığımızda, bu sûrede, 2'nci ayette anılan 10 geceden kasdın Zilhicce'nin ilk 10 gecesi olması daha makul görünebilir. Evet, ayetlerden hareketle, her samimi “gece yolculuğu”nu bir şafağın, nurlanmanın takip edeceğini söyleyebiliriz.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnanlarla inanmayanlar aynı;
Gökyüzünün altında yaşar, gecenin karanlığında dinlenir, gündüzün aydınlığında çalışır ve yeryüzünü kendileriyle beraber paylaşan diğer canlıları bilir. Fakat ikiside farklı yollarda yürüyerek zamanlarını doldururlar.

Hak ya da batıl yolda yürümenin sonucunda; zihin ve kalp aleminde farklı yollar ve hedefler açığa çıkar ya da kapanır. Akıl ve fikir, sahibinin bulunduğu yola hizmet eder. İnkar edenler; bakar ama görmez, duyar ama işitmez, bilir ama anlamaz. 

Sanki yalnızca okumayı bildikleri ama anlamından habersiz oldukları bir dilde yazılmış bir kitabı okur gibi yaşarlar. Okurken, inananlarla yaklaşık aynı sesleri çıkardıkları için anladıklarını iddia ederler. Halbuki, bilmezler ki anlaşılan hakikatin inkarı mümkün değildir. 

Rabbimiz! Şüphesiz dönüşümüz Sana’dır; rızanı kazanarak dönenlerden eyle. Batıl yola düşmekten ve batıl niyetlerle amellerimizi boşa çıkarmaktan muhafaza buyur. Bizi düşünenlerden, ibret alanlardan, idrak edenlerden, samimiyetle inananlardan ve hakikat yolunda ihlasla yaşayanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji