بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَمَّا | fakat |
|
2 | الْإِنْسَانُ | insan |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | مَا | ne |
|
5 | ابْتَلَاهُ | kendisini sınasa |
|
6 | رَبُّهُ | Rabbi |
|
7 | فَأَكْرَمَهُ | ve ona ikramda bulunsa |
|
8 | وَنَعَّمَهُ | ve ona ni’met verse |
|
9 | فَيَقُولُ | der ki |
|
10 | رَبِّي | Rabbim |
|
11 | أَكْرَمَنِ | bana ikram etti |
|
Azgınlık ve taşkınlıkları yüzünden helâk edilen kavimlerin durumu haber verilerek gereken uyarı yapıldıktan sonra insanoğlunun azmasına ve kötü sonuçlara sürüklenmesine sebep olan, kendini beğenmişlik ve bencillik duygularından gelen başka zaaflarına dikkat çekilmektedir. Hz. Peygamber Mekke müşriklerine tuttukları yolun yanlış olduğunu, bu gidişleriyle bir gün mutlaka Allah tarafından cezalandırılacaklarını hatırlattıkça onlar da tam tersine, kendi yollarının doğru olduğunu, nitekim bu sayede Allah tarafından kendilerine bol nimetler ve servetler ikram edildiğini savunuyorlardı. Şu halde 15. âyetteki “insan” kelimesiyle bilhassa belirtilen karakterdeki Mekke müşrikleri ve aynı karakteri taşıyanlar kastedilmiştir. Yüce yaratıcı, hikmeti ve imtihan düzeni gereği, böyle birini çeşitli yeteneklerle donatıp bol nimete kavuşturduğunda o, bu nimetlerle bir sınamadan geçirildiğini, bunların bir hikmetle kendisine verildiğini düşünerek şükrünü yerine getirmesi gerekirken, bu sorumluluğu aklından bile geçirmez; sadece kuru bir lâf olarak “Rabbim bana lütfetti” deyip elindekiyle mutlu olmaya bakar. Sahip olduğu nimetlerden başkalarını yararlandırarak onların da bu mutluluğa ortak olmaları yönünde bir gayret göstermez. Fakat aynı insan rızkında bir daralma olduğunda bunun da bir hikmet gereği meydana geldiğini, uhrevî bir mükâfata erişmesine veya akılsızca bir zevk ve safaya düşmekten korunmasına vesile olabileceğini yahut kendi kusurunun, çalışma ve gayretteki noksanlığının bir neticesi olabileceğini düşünerek sabretmesi ve kusurlarını gidermesi gerekirken o, kendisinin Allah tarafından göz ardı edildiği ve haksızlığa uğradığı iddiasında bulunma anlamına gelebilecek davranışlar içine girer, yakınıp sızlanmaya ve isyan etmeye başlar.
Yaygın yoruma göre “Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz” meâlindeki 19. âyette, erkeklerin kadınların miras payına da el koymaları, kezâ yetimlere kalan mirası gasbetmeleri kınanmaktadır.
Bu âyetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde burada söz konusu edilen imtihanı (ibtilâ) kazanmanın iki temel ölçüsünün olduğu ortaya çıkmaktadır: 1. Nimetin asıl sahibinin Allah olduğunu, O’nun nimeti bize, liyakatimiz dolayısıyla vermeye mecbur olduğu için değil, bir lütuf olarak verdiğini bilmek ve O’na minnettar olup şükretmek; nimetini kıstığı zaman da hükmüne razı olup sabretmek; 2. Allah’ın verdiği nimetleri yoksul ve himayeye muhtaç olanlarla paylaşmak, buna başkalarını da teşvik ederek bu hususta toplumsal bir duyarlılığın gelişmesine, dayanışma ve yardımlaşmanın kurumsal bir hale gelmesine katkıda bulunmak. Mekkî sûrelerin ana konularından olan bu iki davranış ölçüsü, İslâmî kaynaklarda, “Allah’ın emrine saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde formülleştirilmiştir (meselâ bk. Râzî, XXXI, 170). Gerek bu âyetlerde gerekse Kur’an-ı Kerîm’in bütününde oluşturulmak istenen temel dinî, ahlâkî, toplumsal zihniyetin özü budur. 15-20. âyetlerde müşrik Araplar’daki Allah’a karşı küstahlık derecesine kadar varan benlik iddiası, “öteki”ne karşı tam bir sorumsuzluk ve ilgisizliğe götüren egoizm ve çılgınca bir mal tutkusu son derece veciz ve etkileyici bir üslûpla anlatılıp eleştirilirken müslümanlar da Allah’ın iradesine uygun bireysel ve toplumsal hayatın dinî ve ahlâkî temeli konusunda aydınlatılmıştır.
فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ
فَ istînâfiyyedir. اَمَّا şart ve tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
الْاِنْسَانُ mübteda olup lafzen merfûdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. ابْتَلٰيهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا harfi zaiddir. ابْتَلٰيهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَبُّهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartı cevabı اَمَّا ‘nın cevabı olan haberin delaletiyle mahzuftur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْرَمَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَعَّمَهُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
فَ harfi اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli, رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
رَبّ۪ٓي , izafeti mübteda olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَكْرَمَنِ haber olarak mahallen merfûdur.
اَكْرَمَنِ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olup fasılaya uygunluktan hazf edilmiştir.
ابْتَلٰيهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بلو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَكْرَمَنِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi كرم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَعَّمَهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نعم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ
فَ istînâfiyye, اَمَّا tafsil ve şart harfidir. اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s.419)
Şart üslubunda gelen cümlede الْاِنْسَانُ , mübtedadır.
الْاِنْسَانُ ’daki harfi tarif cins içindir. Hakiki istiğrak olduğu gibi müşrikleri ifade ettiği için örfi istiğrak da olabilir. (Âşûr)
Mübtedanın haberi olan فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ cümlesi, aynı zamanda اَمَّا cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاَكْرَمَهُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
فَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ٓي izafetinde insanın Rabb ismini kendilerine ait zamire muzâf yapmasında, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret vardır. Müsnedün ileyhin izâfetle marife olması; şefkate teşvik için olabilir.
Cümlede müsned olan اَكْرَمَنِۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart üslubunda gelen اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ cümlesi mübteda ve haber arasında itiraziyyedir. اِذَا , şart manalı zaman zarfı, مَا , tekid ifade eden zaid harftir. Şart cümlesi اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen فَاَكْرَمَهُ cümlesi şart cümlesine فَ ile, وَنَعَّمَهُ cümlesi وَ ile atfedilmiştir. Her iki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Veciz ifade kastına matuf رَبُّهُ izafetinde insana aid zamire Rab isminin muzaf olmasıyla insan şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Şartın cevabı اَمَّا ‘nın cevap cümlesi delaletiyle mahzuftur. Cevabın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَكْرَمَنِ fiilinin sonundaki نِ vikayedir. Esre ise fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
نَعَّمَهُ - اَكْرَمَنِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَكْرَمَ - رَبُّهُ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ابْتَلٰي ; seçmek demektir. Hayr ve zarar olabilir. Nefsin sebatı ve sabrın oluşması içindir. Razı olup olmadığı ortaya çıkar. Istılah manası; Allah’ın insanları denemek için verdiği maddi ve manevi sıkıntı, dert, külfet şeklindedir. (Âşûr)
İmtihan kelimesinin önce gelmesinin sebebi, söylenilen sözün geçersizliğinin ortaya çıkması için, daha baştan ikramın ve nimet vermenin imtihan maksadıyla olduğunu bildirmek içindir. فَاَكْرَمَهُ ’deki فَ tefsir, açıklama içindir. Yani, varlık ve kolaylıkla imtihan, onlardan Utbe benzerlerinin durumudur. Zira Utbe ve benzerleri kibir ve gururla diyorlar ki: Rabbim bana cömert davrandı ve bana ikram etti, makam ve mal vermekle beni üstün kıldı. Çünkü ben bunu hak ettim. Halbuki o, eğer şükür yoksa verilen tüm nimetlerin sadece nankörlüğünü ispat etmek üzere, onu imtihan için verilmiş olduğunu düşünmez mi? (İlhan Yılmaz,Fecr Sûresi’nin Rûhu’l-Meânî Ve Rûhu’l-Beyân Adli Tefsirlerden Karşilaştirmali Tefsiri)
İlâhi ikramın önce zikredilmesi, ikram ve ihsanın imtihan yoluyla olduğunu başta bildirmek içindir. Ta ki, bundan sonra zikredilecek nimetin ihlali iyice anlaşılsın. (Ebüssuûd)
وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ
وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمَّا şart ve tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. ابْتَلٰيهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا harfi zaiddir. ابْتَلٰيهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. قَدَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِ car mecruru قَدَرَ fiiline mütealliktir. رِزْقَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ harfi اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, رَبّ۪ٓي اَهَانَنِ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
رَبّ۪ٓي izafeti mübteda olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَهَانَنِۚ haber olarak mahallen merfûdur.
اَهَانَنِ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olup fasılaya uygunluktan hazf edilmiştir.
ابْتَلٰيهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بلو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَهَانَنِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هون’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ
Ayet, وَ ‘la, önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Şart ve tafsil harfi اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdiri الْاِنْسَانُ (İnsan) olan mübteda mahzuftur. Mübtedanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s.419)
Mübtedanın haberi olan فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ cümlesi, aynı zamanda اَمَّا ‘ cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
15. ayette ve burada cevap fiilinin فَيَقُولُ şeklinde muzari olarak gelmesinin manası;
Her ne zaman bu şartlar gerçekleşirse onların sözlerinin tekrar edeceğini ve sözlerinde teceddüt olduğunu bildirmek içindir. (Âşûr)
فَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبّ۪ٓي اَهَانَنِ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ٓي izafetinde insanın Rabb ismini kendilerine ait zamire muzâf yapmasında, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret vardır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması; şefkate teşvik için olabilir.
Cümlede müsned olan, اَهَانَنِۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَهَانَنِ fiilinin sonundaki نِ vikayedir. Esre ise fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
Şart üslubunda gelen اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ cümlesi mübteda ve haber arasında itiraziyyedir. اِذَا şart manalı zaman zarfı, مَا tekid ifade eden zaid harftir. Şart cümlesi olan اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ cümlesi şart cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Şartın cevabı, اَمَّا ‘nın cevap cümlesi delaletiyle mahzuftur. Cevabın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
15. ve 16. ayetlerde ilk ayetin فَ , ikinci ayetin de وَ harfi ile gelmesi hususunda Fahreddin er-Râzî “Allah’ın rahmeti, gazabından önce gelir. Bunun için, nimetlerle imtihan etmesi, elem ve kederler yağdırmak suretiyle imtihan etmesinden öncedir. O halde فَ bu kısmın çokça olacağına; ikinci kısmın ise, az olacağına delalet etmektedir” şeklinde yorumlamıştır. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)
15. ayetteki فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ [İnsana gelince, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunur ve bol nimet verirse…] ayeti ile وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ [Ama onu imtihan edip rızkını daraltırsa] ayetleri arasında mukabele vardır. Yüce Allah bana ikram etti ile beni hor düşürdü ve ona bol rızık verdi ile rızkını daralttı lafızları arasında mukabele yapmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
16. Ayet; 15. Ayetteki kapalılığı açıklamak için değil de, iki şüpheli durumu veya iki karışık şeyin arasındaki farkı ayırmak için gelmiştir. (Âşûr)
كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَت۪يمَۙ
كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَت۪يمَۙ
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُكْرِمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْيَت۪يمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تُكْرِمُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi كرم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَت۪يمَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette كَلَّا ret ve caydırma, بَلْ de intikal için gelmiş idrâb harfidir.
Ayet, menfi muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette muhatap zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.
كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَت۪يمَۙ [Hayır, bilakis siz yetime ikram etmiyorsunuz.] ayetinde iltifat sanatı vardır. Burada, daha fazla kınama ve azar için, üçüncü şahıs zamirinden ikinci şahıs zamirine dönülmüştür. Aslı, بَلْ لَا يُكْرِمُونَ (Hayır, bilakis ikram etmiyorlar.) şeklindedir. (Safvetü’t Tefâsir)
Allah Teâlâ (cc), nimet bolluğu ve azaltılması konusunda, onların tereddütlerini söyledikten sonra, كَلَّا (َhayır) ifadesini kullanmıştır. Bu kelime, insanı söylemiş olduğu bir düşüncesinden caydırmaya çağırır. İbn Abbas (ra), ayetten "Benim nezdimde değerli olduğu için onu zenginlikle, yine benim nezdimde aşağılık ve önemsiz olduğu için diğerini de fakirlikle imtihan etmiş değilim..." ifadesinde bir anlam çıkar demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bir cevap edatı olan كَلَّا , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
Bu kelamın başındaki كَلَّا , o anlatılan sözleri söylemekten men' etmek ve her iki halde de onu tekzip etmek anlamını ifade etmektedir. (Ebüssuûd)
كَلّا edatı; Allah'ın insana nimet vermesi veya rızkını kısmasının, insanı şereflendirmesi veya onu aşağılaması sebebiyle olduğu manasını red içindir. (Âşûr)
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
الْيَت۪يمَۙ kelimesindeki harf-i tarif cins içindir. (Âşûr)
وَلَا تَحَٓاضُّونَ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۙ
وَلَا تَحَٓاضُّونَ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la istînâfiyyeye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَحَٓاضُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى طَعَامِ car mecruru تَحَٓاضُّونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْمِسْك۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَحَٓاضُّونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi حضض ‘dir. Aslı, تَتَحَٓاضُّونَ şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Tefa’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefa’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَحَٓاضُّونَ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la, önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Menfi muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَلٰى طَعَامِ car mecruru تَحَٓاضُّونَ fiiline mütealliktir. الْمِسْك۪ينِۙ muzâfun ileyhtir.
تَحَٓاضُّونَ fiili تَفاعَلَ babındandır. Sülâsîsi حضض ’dır. Bu bab müşareket manasında kullanılır. Tefa’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefa’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْيَت۪يمَۙ - الْمِسْك۪ينِۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
طَعَامِ kelimesi masdar olup mefulünü muzâfun ileyh olarak almıştır. (Âşûr)
Yemeye teşvik, yedirmekten kinayedir. Çünkü kim bir şey yapmaya teşvik ederse, o şey içinde kalmak ister. Bunu yapabilecek durumda olunca da yapar. (Âşûr)وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ اَكْلاً لَماًّۙ
وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ اَكْلاً لَماًّۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la istînâfiyye cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. تَأْكُلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
التُّرَاثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَكْلاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bazen, fiildeki mecaz ihtimalini ortadan kaldırmak için cümlenin fiili masdarıyla tekid edilir. Bunun nahivdeki ismi mefûl-u mutlaktır. (Suyuti, İtkan; I,847-8; Meydani, Belâgat,II.110) Kur'an'daki örnekleri çoktur.
لَماًّ kelimesi اَكْلاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ اَكْلاً لَماًّۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la, önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfi sıygadan müspet sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûlu mutlak olan اَكْلاً , cümleyi tekid etmiştir.
تَأْكُلُونَ ‘de istiare vardır. Geride hiçbir şey bırakmayacak şekilde kullanıp bitirmek manasında müstear olmuştur.
التُّرَاثَ ‘deki ال takısı, takdiri اليَتامى olan muzâfun ileyhten ivazdır. (Âşûr)
لَماًّۙ kelimesi اَكْلاً ’in sıfatı olarak gelmiştir. Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَكْلاً - تَأْكُلُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَكْلاً kelimesi, Bir şeyden hiçbir şey kalmayacak şekilde yararlanarak ilişkiyi koparmak manasında müstear olarak gelmiştir. (Âşûr)وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُباًّ جَماًّۜ
وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُباًّ جَماًّۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la istînâfiyye cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. تُحِبُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْمَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. حُباًّ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. جَماًّ kelimesi حُباًّ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُحِبُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
جَماًّ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُباًّ جَماًّۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la, önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlü mutlak olan حُباًّ , cümleyi tekid etmiştir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حُباًّ جَماًّۜ , şiddetli istek manasında istiaredir. (Âşûr)
حُباًّ ‘un sıfatı olan جَماًّ bütün cinslere şamil olan masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlu de ifade eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
تُحِبُّونَ - حُباًّ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.كَلَّٓا اِذَا دُكَّتِ الْاَرْضُ دَكاًّ دَكاًّۙ
Kıyamet sahnelerini tasvir eden bu âyetler, benlik iddiasına, mal-mülk sevdasına kapılarak Allah’a ve insanlara karşı sorumluluğunu unutan insana, hayatın geçiciliğini, kıyametin dehşetini, bunun ardından kendisini bekleyen, hak ettiği büyük cezayı ve sonuç vermeyecek pişmanlığı hatırlatmaktadır.
“Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiğinde” diye çevirdiğimiz 22. âyeti, selef dediğimiz daha çok ilk dönem müfessirleri herhangi bir te’vile gitmeksizin âyetin lafzına bağlı kalarak anlamışlardır. Bu âlimler, hesap gününde Allah’ın geleceğine inanırlar, fakat “gelmek”ten maksadın ne olduğu bilgisini Allah’a bırakırlar. Halef denilen sonraki müfessirler ise tenzih ilkesinden hareket ederek âyeti, “Allah’ın gelmesinden maksat O’nun emrinin gelmesidir” şeklinde te’vil etmişlerdir. Buna göre âyetin meâli şöyle olmaktadır: “Rabbinin emri gelip melekler de saf saf dizildiğinde...” Allah’ın veya emrinin gelmesi ve meleklerin saf saf olması gayb âleminden olduğu için bunların mahiyeti hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Müminlerin görevi âhiret hayatına ve dünyada yaptıklarından dolayı orada Allah’ın huzurunda hesap vereceklerine iman etmek ve bu imanın gereklerini yerine getirmektir.
كَلَّٓا اِذَا دُكَّتِ الْاَرْضُ دَكاًّ دَكاًّۙ
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اِذَا şartın cevabı يَتَذَكَّرُ fiiline mütealliktir.
دُكَّتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دُكَّتِ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْاَرْضُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. دَكاًّ mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. دَكاًّۙ lafzi tekid olup fetha ile mansubdur.
Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide tevkid de denir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (مَؤَكَّدٌ) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzî tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar.
Manevi tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ ‘dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَلَّٓا اِذَا دُكَّتِ الْاَرْضُ دَكاًّ دَكاًّۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Şart üslubundaki cümlede, şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan دُكَّتِ الْاَرْضُ دَكاًّ دَكاًّۙ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesi aynı zamanda اِذَا ‘nın muzâfun ileyhidir. اِذَا şart manalı zaman zarfı, 23. ayetteki يَتَذَكَّرُ fiiline mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevabı 23. ayetteki يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ cümlesidir.
دَكاًّ mef’ûlu mutlaktır. İkinci دَكاًّۙ lafzi tekiddir.
دُكَّتِ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde, mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اِذَا دُكَّتِ الْاَرْضُ دَكاًّ دَكاًّ başlangıç cümlesidir. Tehdit yoluyla gelmesi, vazgeçirmeye gerekçe olması içindir. Halil, duvarı, kalıbı ve o ikisinin benzerini kırdı derken, buradaki tekrar kavramaya işaret vardır. İkinci gelen ilkini te’kid için gelmemiştir. Yani, yer düzlendiğinde
Bu ayet, tehdit yoluyla onları mezkûr şeylerden men etmenin illetidir.
Bu ifade, sultanın huzurunda onun heybetinin ve siyasetinin hükümlerinin görülmesine bir nevi benzetmedir.
O gün her semanın melekleri de inip mertebelerine ve derecelerine göre saf saf olup cinlerin ve insanların etrafını çevirecekler. (Ebüssuûd)
الدَّكَّ (dağılmak) kelimesi tesviyeden kinayedir. Çünkü tesviye (aynı seviyede olmak); dağılmanın levazımındandır. (Âşûr)
وَجَٓاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفاًّ صَفاًّۚ
وَجَٓاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفاًّ صَفاًّۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete دُكَّتِ ‘e matuftur. Fiil cümlesidir. جَٓاءَ fetha üzere mebni, mazi fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمَلَكُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. صَفاًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. صَفاًّ lafzi tekid olup fetha ile mansubdur.
Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide tevkid de denir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (مَؤَكَّدٌ) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzî tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar.
Manevi tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ ‘dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَٓاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفاًّ صَفاًّۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la, önceki ayete atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
الْمَلَكُ kelimesi, رَبُّكَ ’ye atfedilmiştir.
Hal konumundaki صَفاًّ ve lafzî tekid olarak gelen ikinci صَفاًّ , bütün cinslere şamil olan masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlu de ifade eder.
صَفاًّ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمَلَكُ ’deki harf-i tarif istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr)
Ayette sıfatta ifrat sanatı bulunmaktadır. Bu sanat, konuşanın bir durumu zikrettikten sonra, durmayıp amacını daha açık ve daha belagâtlı bir şekilde ifade etmek için sözlerine devam etmesidir. Bundan hareketle ayet-i kerimede birinci صَفاًّ ’den sonra durulsaydı, yeterli olurdu. Ancak cümle daha beliğ olması için ikinci defa tekrar edilip صَفاًّ صَفاًّ denilmiştir.
وَجَٓاءَ رَبُّكَ lafzında gelme fiilinin Allah’a nispet edilmesi, yaratılmışlardan meydana gelen bir fiil olmasından dolayı gerçek anlamda değil, Yüce Allah’ın emri وَجَٓاءَ رَبُّكَ عذابِ veya جَٓاءَ عذابُ رَبِّكَ manasında mecaz-ı aklîdir ya da hesabının başlamasının gelişine benzetilmesi şeklinde istiare olmaktadır. (Aralarında anlam yakınlığı bulunması sebebiyle bir fiil veya benzeri bir kelimenin asıl anlamının dışında başka bir anlamda kulanılmasına mecaz-ı aklî denmektedir.) Yüce Allah’ın gücünün delillerinin zuhurunu temsil eden bir ayet olduğu da söylenmiştir. (Mehmet Okur, Fecr Suresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili ve Âşûr)
İmam Ahmed dedi ki: Muzâfın hazfı ile korkutmak için Rabbinin emri ve hükmü geldiğinde demektir.
الْمَلَكُ , melek cinsinden olanlardır ve göklerdeki tüm melekleri içine alır. Kıyamet günü gökteki tüm meleklerin konumlarına ve mertebelerine göre, cinler ve insanları çevrelemiş olarak inmeleri ve saf saf dizilmeleridir, denilmiştir.
الْمَلَكُ olarak gelmesi مَلائِكَة olarak (göklerin ve onun dışındakilerin melekleri) gelmesinden daha kapsamlıdır. (İlhan Yılmaz,Fecr Sûresi’nin Rûhu’l-Meânî Ve Rûhu’l Beyân Adli Tefsirlerden Karşilaştirmali Tefsiri)وَج۪ٓيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ وَاَنّٰى لَهُ الذِّكْرٰىۜ
وَج۪ٓيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete دُكَّتِ ‘e matuftur. Fiil cümlesidir. ج۪ٓيءَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı 21. ayetteki اِذَا دُكَّتِ cümlesinden bedeldir. يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzaftır. ج۪ٓيءَ ’ye mütealliktir. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır.
بِجَهَنَّمَ car mecruru ج۪ٓيءَ fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur. يَوْمَئِذٍ öncekini tekid eder. يَتَذَكَّرُ damme ile merfû muzari fiildir. الْاِنْسَانُ fail olup lafzen merfûdur. Şartın cevabıdır.
يَتَذَكَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاَنّٰى لَهُ الذِّكْرٰىۜ
Cümle 21. ayetteki اِذَا دُكَّتِ ‘nin cevabıdır. وَ haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. اَنّٰى istifham harfi, zaman zarfı olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir. لَهُ car mecruru الذِّكْرٰى ‘ya mütealliktir. الذِّكْرٰى muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. الذِّكْرٰى kelimesi maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir.
Maksur isimlerin marife halinde sonundaki elif-i maksure kelimenin kök harflerinden biriyse (yani kelimenin üçlü kökünün üçüncü harfini oluşturuyorsa) de veya kök harflerinden biri değilse de bütün îrab halleri takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَج۪ٓيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 21. ayetteki … اِذَا دُكَّتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
ج۪ٓيءَ fiiline müteallik olan يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdiri تُدَكُّ الأرْضُ دَكًّا دَكًّا (Ama yeryüzü paramparça oldu) olan muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir. ج۪ٓيءَ fiilinin cehenneme isnadı mecaz-ı aklîdir. Ayrıca ifadede tecessüm sanatı vardır. ج۪ٓيءَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cehennem açık bir şekilde gösterildiği zaman demek gibidir. Yani, yerinde sabit olduğu halde Cehennem’in getirilmesi demek, yaratıkların onu görebilmeleri için görülür hale getirilmesidir. بِ harfi, ج۪ٓيءَ için fail makamına geçen Cehennem üzerine geçişlilik içindir. (İlhan Yılmaz,Fecr Sûresi’nin Rûhu’l-Meânî Ve Rûhu’l-Beyân Adli Tefsirlerden Karşılaştırmalı Tefsiri)
يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ
Fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle 21. ayetteki şart cümlesi … اِذَا دُكَّتِ ‘nin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , ihtimam için amili olan يَتَذَكَّرُ ‘ye takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يَوْمَئِذٍ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. يَتَذَكَّرُ kelimesinde irsâd sanatı vardır. الْاِنْسَانُ ‘ın, zamir makamında zahir olarak zikredilmesi ıtnâb sanatıdır.
Cümledeki الْاِنْسَانُ ‘den maksat, kâfir olan insandır. (Âşûr)
يَوْمَئِذٍ ‘in îrabı önceki gibi olup, bir de burada اِذَا دُكَّتِ için bedel olmuştur. Buna göre anlam şöyle olmaktadır: Yeryüzü dümdüz olduğunda ... insan ders alır. Bu bakımdan hem bedelde hem mübdelun minhde amel eden kelime يَتَذَكَّرُ ‘dur. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)
وَاَنّٰى لَهُ الذِّكْرٰىۜ
وَ , haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الذِّكْرٰى muahhar mübtedadır. İstifham ismi ve zaman zarfı اَنّٰى , sadaret hakkı nedeniyle amili olan mukaddem habere takdim edilmiştir.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla istifhamda tecahül-i arif sanatı söz konusudur.
İnkârî istifham uslûbu; onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 127)
الذِّكْرٰىۜ - يَتَذَكَّرُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.يَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي قَدَّمْتُ لِحَيَات۪يۚ
يَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي قَدَّمْتُ لِحَيَات۪يۚ
Fiil cümlesidir. يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli يَا لَيْتَن۪ي قَدَّمْتُ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا tenbih edatıdır. لَيْتَ temenni harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref yapar. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي harfi لَيْتَ ’nin ismi olup mahallen mansubdur. قَدَّمْتُ fiili لَيْتَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَدَّمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. لِحَيَات۪ي car mecruru قَدَّمْتُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَدَّمْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي قَدَّمْتُ لِحَيَات۪يۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَن۪ي قَدَّمْتُ لِحَيَات۪ي cümlesinde يَا harfi tenbih içindir. لَيْتَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَيْتَ temenni ifade eder, اِنَّ gibi isim cümlesine dahil olur, ismini nasb haberini ref yapar.
يا لَيْتَنِي sözündeki nida harfi bu temenninin gerçekleşeceği günün önemine tenbih içindir. (Âşûr)
لَيْتَ ’nin haberi olan قَدَّمْتُ لِحَيَات۪ي cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesinde haberin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
لَيْتَ ; hasıl olması arzu edilen, sevilen ama bunun imkansız ya da çok zor olduğu durumlarda kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِحَيَات۪يۚ ifadesindeki söz konusu lâm, ِillet lâmı olduğunda anlam şöyle olmaktadır: Bu dünyada (ahiret) yaşamak için keşke salih ameller işleseydim. Ferrâ, Sabûnî, Nesefî ve Ebû İshâk Zeccâc gibi alimler bu görüştedir. Ancak Fahreddin er-Râzî bu görüşün aksine lam ِharfinin vakit için kullanıldığını ve dolayısıyla manasının “Yaşadığım vakitlerde (dünya) keşke salih ameller işleseydim” şeklinde olduğunu beyan etmiştir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)فَيَوْمَئِذٍ لَا يُعَذِّبُ عَذَابَهُٓ اَحَدٌۙ
فَيَوْمَئِذٍ لَا يُعَذِّبُ عَذَابَهُٓ اَحَدٌۙ
فَ istînâfiyyedir. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı يُعَذِّبُ fiiline mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzaftır. يَوْمَ ref mahallinde fetha üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır.
لَا nefy harfi olup olumsuz manasındadır. يُعَذِّبُ damme ile merfû muzari fiildir. عَذَابَهُ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحَدٌ fail olup lafzan merfûdur.
يُعَذِّبُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَيَوْمَئِذٍ لَا يُعَذِّبُ عَذَابَهُٓ اَحَدٌۙ
فَ , istînâfiyyedir. Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. لَا يُعَذِّبُ fiiline müteallik olan يَوْمَ zaman zarfı, ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mef’ûl olan عَذَابَهُٓ ‘nun, fail اَحَدٌۙ ‘a takdimi ihtimam içindir.
Mef’ûlu mutlaktan naib olarak masdar vezninde gelen عَذَابَهُٓ , mübalağa ifade etmiştir.
عَذَابَهُٓ kelimesi teşbih-i beliğ manasında çeşit bildiren mefulü mutlaktır. Yani onun azabı gibi bir azap demektir. (Âşûr)
Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlu de ifade eder.
Fail olan اَحَدٌۙ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
عَذَابَ - يُعَذِّبُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُٓ اَحَدٌۜ
وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُٓ اَحَدٌۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la istînâfiyeye matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُوثِقُ damme ile merfû muzari fiildir.
وَثَاقَهُٓ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحَدٌ fail olup lafzan merfûdur.
يُوثِقُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وثق ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُٓ اَحَدٌۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la, önceki ayette atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl olan ثَاقَهُٓ izafetinin, fail اَحَدٌۙ ‘a takdimi, ihtimam içindir.
Mef’ûlu mutlaktan naib olarak masdar vezninde gelen وَثَاقَهُٓ , mübalağa ifade etmiştir.
وَثَاقَهُٓ kelimesi عَذابَهُ ‘da olduğu gibi teşbih manasında mefulü mutlaktır. (Âşûr)
Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlu de ifade eder.
Fail olan اَحَدٌۙ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
وَثَاقَ - يُوثِقُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ
Yukarıda kendisini beğenmiş, bencil ve muhteris insan tipini eleştiren âyetlerin, dolaylı olarak samimi müminler için de “Allah’ın emrine saygı ve Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlenen bir inanç ve yaşama modeli ortaya koyduğu ifade edilmişti. İşte 27. âyette sözü edilen “imanın huzuruna kavuşmuş insan”, dünya hayatını bu modele göre yaşayıp tamamlamış olan mümindir. Bu âyetlerde, “Ona âhirette şöyle seslenilecek” gibi bir ifadeye yer verilmeden, doğrudan insana hitap edilmesi, Cenâb-ı Hakk’ın bu yapıdaki kullarına çok güzel bir iltifatı ve özellikle âyetlerin, doğrudan kulu muhatap alan son derece zarif ve sıcak üslûbu, inanan insana, uhrevî saadetin bu dünyaya kadar yayılan müjdeli bir kokusu gibi gelmektedir. “İmanın huzuruna kavuşmuş insan” diye çevirdiğimiz “nefs-i mutmainne” bu bağlamda yukarıda başlıca özelliklerine değinilen modele göre bir dünya hayatı yaşayarak ruhunu kemale erdirmiş mümini ifade eder.
Nefs-i mutmainne derecesine ulaşan insanın iç çatışmaları yatışmış, sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur; o Allah ile barışık, insanlarla barışık ve kendisiyle barışıktır; dolayısıyla huzur ve tatmin içerisindedir. İnsan için en büyük saadet, kulluktaki kemali sayesinde rabbini kendisinden hoşnut etmiş, rabbi tarafından ödüllendirilerek kendisi de O’ndan hoşnut kalmış olmasıdır. Allah Teâlâ’nın cennetine kabul ettiklerini “Benim kullarım” diye anması iltifatların en güzelidir. Bu sevgi ve hoşnutlukların kullara kazandırdığı son nimet ise cennete kabul edilip, orada bütün tasavvurların üstünde bir mutluluk verecek olan “bütün nimetlerden daha üstün” olduğu bildirilen (Tevbe 9/72) bir “rıdvân”a erişmeleridir.
يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ
Ayet, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقول الله تبارك وتعالى للنفس المؤمنة: يأيّتها النفس ..(.Allah Tebareke ve Teâlâ, mümin olan nefse Ey nefis der.) şeklindedir.
يَٓا nida harfidir. اَيَّتُ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.
هَا tenbih harfidir. النَّفْسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُطْمَئِنَّةُ kelimesi النَّفْسُ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.
الْمُطْمَئِنَّةُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan إفعللَّ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيَّتُ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir. Nidanın cevabı 28. ayette gelir.
Münadan bedel olan النَّفْسُ ‘nun sıfatı olan الْمُطْمَئِنَّةُۗ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida harfi olup sükun üzere mebnidir. اَيَّتُ nekre-i maksûde münada, nasb halinde ötre üzere mebni ve aynı zamanda mevsuf olmaktadır. هَا ise fazlalık olup tenbih yani dikkat çekmek için kullanılan bir harf olmuştur.
Fahredîn er-Râzî, يَٓا اَيَّتُهَا ile ilgili Kaffâl’dan şunu nakletmiştir: Her ne kadar اِرْجِع۪ٓي hitabı zahiren bir emir ise de, mana bakımından bir haber cümlesi olup, takdiri, ‘şüphesiz nefis mutmain olduğu zaman, Allah’a döner. Allah da ona, ‘kullarım arasına, cennetime gir’ der’ şeklindedir. Emir cümlelerinin, haber cümlesi manasında kullanılmaları, Arap dilinde de pek çoktur. Bu, mesela Arapların إذا لم تستح فاصنع ما شئت (yap istediğini, utanmazsan) yani, ‘o zaman istediğini yaparsın’ şeklindeki sözleri gibidir.
Ayrıca النَّفْسُ kelimesi, الْمُطْمَئِنَّةُ ‘ya bedel veya atf-ı beyandır. Diğer yandan النَّفْسُ ve الْمُطْمَئِنَّةُۗ ötre ile merfû olup النَّفْسُ münadanın, الْمُطْمَئِنَّةُۗ de النَّفْسُ ‘nun sıfatı olmuştur.
يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ayetinde nefsin burada önce müzekker اَيَّتُهَا yerine اَيُّهَا şeklinde de okunmuştur sonra müennes olarak değerlendirilmesi, mutmain nefsin iltifat etmeyeceği bir durumdur. النَّفْسُ ’nun الْمُطْمَئِنَّةُۗ kelimesiyle nitelendirilmesi, nefse övgüdür. Ayrıca ona hitap edilmesi suretiyle güven ve sükunet içinde olduğunu müjdelemektir.
Arap dilci ve müfessir İbn Âşûra göre إطمِنان kelimesi “Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak şeklinde açıklandığı gibi, Allah’ın sözüne itimat ve amelde ihlaslı olmak şeklinde de açıklanmıştır. Şüphe yok ki bütün bunlar kast edilen güvenin unsurlarındandır. Toplamı murad edilmiş parçaları amaçlanmaktadır. Cennetle müjdelenmeleri şeklinde de açıklanmıştır gibi manaları ihtiva etmektedir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)
Nefs-i mutmainne, hakka mutmain olmuş ve şüphenin hiç karışmadığı kesin iman itminanına kavuşmuş müminin nefsidir. (Ebüssuûd)
اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ
اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ
Ayet, nidanın cevabıdır. Fiil cümlesidir. اِرْجِع۪ٓي fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اِلٰى رَبِّكِ car mecruru اِرْجِع۪ٓي fiiline mütealliktir.
رَاضِيَةً ve مَرْضِيَّةً kelimeleri اِرْجِع۪ٓي ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاضِيَةً kelimesi, sülâsi mücerredi رضو olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَرْضِيَّةً kelimesi, sülâsi mücerredi رضو olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ
Fasılla gelen ayet, nidanın cevabıdır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِلٰى رَبِّكِ car mecruru اِرْجِع۪ٓي fiiline mütealliktir. Fiilin faili olan ي zamiri ile رَبِّكِ lafzı arasında mütekellimden gaibe iltifat sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكِ izafetinde Rabb isminin cennetlik kişiye ait zamire muzâf olmasıyla o kişi şan ve şeref kazanmıştır.
رَاضِيَةً kelimesi, اِرْجِع۪ٓي ’in failinden hâldir. مَرْضِيَّةًۚ ise ikinci haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
رَاضِيَةً , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
مَرْضِيَّةًۚ ‘in ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.
مَرْضِيَّةًۚ - رَاضِيَةً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette Yüce Allah’ın اِلٰى رَبِّكِ sözünde fazlasıyla lütuf olduğu aşikardır. Bundan dolayı, اِرْجِع۪ٓي اِلٰى الله تعالى (Yüce Allah’a dön!) ya da إليَّ (Bana) denmemiştir.
رَاضِيَةً her arzu ettiğinin verilmesinden kinaye olup kendisine verilen nimetle hoşnut olan nefistir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ
فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ
Ayet, atıf harfi فَ ile nidanın cevabına matuftur. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. ادْخُل۪ي fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. ف۪ي عِبَاد۪ي car mecruru ادْخُل۪ي fiiline müteallikitir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, زمرة عبادي (Kullarımın zümresine) şeklindedir.فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ
Ayet atıf harfi فَ ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. ف۪ي عِبَاد۪ي car mecrur ادْخُل۪ي ‘ye mütealliktir.
Önceki ayetteki رَبِّكِ ‘den sonra عِبَاد۪يۙ lafzındaki mütekellim zamirine iltifat sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf عِبَاد۪يۙ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
ف۪ي عِبَاد۪يۙ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla عِبَاد۪يۙ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kullar, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Ayette izafet teşrif içindir. Bunun için Yüce Allah Benim kullarım demekle kullara değer ve şeref vermiştir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)
Dil alimi Ebû Hayyân Endelüsî (ö. 745/1344) ise ادْخُل۪ي fiili önce ف۪ي harfiyle daha sonra da ف۪ي harfi olmadan müteaddi olmuştur. Girilen yer gerçek olmadığında ف۪ي harfiyle müteaddi olur. Örneği, دخلتُ لْأمراً (duruma veya işe girdim) ile دَخَلْتُ غِمَارَ اَلنَّاسِ insan seline girdim’ manalarına gelmektedir. Bundan dolayı فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ denmiştir. Bu bakımdan girilen yer somut/gerçek bir yerse genellikle ف۪ي harfi olmadan müteaddi olur demiştir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي
وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي
Ayet, atıf harfi وَ ile nidanın cevabına matuftur. Fiil cümlesidir. ادْخُل۪ي fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
جَنَّت۪ي mef’ûlün bih olup ي üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي
Ayet atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. جَنَّت۪ي izafeti, ادْخُل۪ي fiilinin mef’ûludur.
Veciz ifade kastına matuf جَنَّت۪ي izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan جَنَّت۪ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Ayette cennetin Yüce Allah’a ait olan zamire izafet olması, teşrif/onurlandırma içindir. Bu izafet, اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ sözüyle, gaiblik yapısından sonra mütekellim zamirine dönüş yoluyla çok dikkat çekici bir izafet olmuştur. فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ في جنَّتي denmeyip وَادْخُل۪ي fiilinin tekrar edilmesi ise, özellikle sevinçlerini pekiştirmek için girişe önem ve dikkat çekmektedir. (Mehmet Okur, Fecr Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Tahlili)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Hak Teâlâ, "gir cennetime" demiştir ki bu da maddi mutluluğa işarettir. Ruhani cennet, saidler hakkında, ölümden sonraya bırakılmayacağı için, Hak Teâlâ, 29.ayette
فَادْخُلٖى فٖى عِبَادٖی [Haydi gir kullarımın içine] buyurarak, bu ifadeyi fâ-i takibiyye ile getirmiştir. Maddi cennetleri elde etmek ise, ancak büyük kıyametin kopmasından sonra söz konusu olunca, 30. ayette وَادْخُلٖى جَنَّتٖی buyurarak, bu ifadeyi fâ ile değil, vav ile getirmiştir. Allah Sübhânehû ve Teâlâ en iyi bilendir, salat-ü selâm efendimiz Hz. Muhammed (sav)'e, âline ve ashabına olsun (amin)! (Fahreddin er-Râzî)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَٓا اُقْسِمُ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ
“Belde” diye çevirilen beledden maksat Mekke’dir. “Ana baba ve bunlardan meydana gelen çocuklar”ın kimler olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar, “Âdem ve zürriyeti, Nûh ve soyu, İbrâhim ve soyu, Hz. Muhammed ve soyu, genel anlamıyla anne baba ve çocuklar” şeklinde özetlenebilir. Taberî, gerekçelerini açıklayarak bizim de katıldığımız son mânayı tercih etmiştir (bk. XXX, 125).
Müfessirler 2. âyetteki hill kelimesinin farklı anlamlarından hareketle âyete şu mânaları da vermişlerdir: a) “Bu şehirde hayvan ve bitkilerin bile dokunulmazlığı olduğu halde müşrikler sana eziyet etmeyi helâl sayıyorlar.” Bu takdirde âyette müşriklerin kutsal kentin hürmetini çiğneyerek Hz. Peygamber’e eziyet etmeleri kınanmaktadır. b) “Bir gün gelecek, Mekke’yi zalim putperestlerin elinden kurtaracaksın ve o zaman kentin dokunulmazlığı senin için geçici olarak kaldırılacaktır.” Bu takdirde ise Hz. Peygamber’in ileride bu kenti fethedeceği ve fetih sırasında şehirde çatışmaya girmesine geçici olarak izin verileceği bildirilmiş demektir. Nitekim öyle de olmuştur (Şevkânî, V, 517-518; Elmalılı, VIII, 5825).
4. âyette geçen kebed kelimesi “acı, sıkıntı, zahmet” gibi anlamlara gelmektedir. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sıkıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. “Hayat mücadelesi” ifadesinin genel kabul görerek kullanılması da insanın dünya hayatının “mücadele” şeklinde özetlenebileceğini göstermektedir. Bu durum aynı zamanda insana mücadele gücü ve iradesi de kazandırmaktadır. Âyetlerde ayrıca Hz. Peygamber’in karşılaşacağı güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı baskılara ve bunlara kendini hazırlaması gerektiğine de bir işaret olduğu anlaşılıyor.
لَٓا اُقْسِمُ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ
Nefy harfi لَٓا zaiddir. Fiil cümlesidir. اُقْسِمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ‘dir. بِهٰذَا car mecruru اُقْسِمُ fiiline mütealliktir. الْبَلَدِ işaret isminden bedel olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُقْسِمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قسم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَٓا اُقْسِمُ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ
Surenin ilk ayeti beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir. Cümlede nefiy harfi لَٓا , zaidtir. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kasemin cevabı 4. ayette gelmiştir.
Fiilin Allah Teâlâya aid zamire isnadı, tazim ifade eder.
بِهٰذَا car mecruru اُقْسِمُ ’ya mütealliktir. الْبَلَدِ , ismi işaretten bedel-i mutabıktır.
Muksemun bihin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin mertebesinin yüksekliğini belirterek tazim ve teşrif ifade eder.
الْبَلَدِۙ , Mekke şehrinden kinayedir.
Bu beldeye yemin ederim yani bu haram beldenin, Mekke-i Mükerreme'nin üstüne yemin ederim. Ayetin başında yer alan لَٓا , zaiddir. Bunun böyle olduğuna, Yüce Allah'ın Tîn sûresinde: ٱلۡبَلَدِ ٱلۡأَمِینِ üzerine yemin etmesi delildir. Bazı alimlere göre لَٓا , yapılan yemini pekiştirmek için getirilmiştir. Nitekim Araplar böyle yeminlerini pekiştirmek için ifadelerinin başına لَٓا getirmektedirler. Mesela: لَٓا وَالله. “Ben böyle bir şey yapmadım", لَٓا وَالله . “Mutlaka böyle yapacağım," ifadeleri buna birer örnektirler. (Rûhu’l Beyân)
Buradaki nefy harfi mezid (fazlalık.) veya muksemun bihin taziminden (büyüklüğünden) kinayedir. (Âşûr)
Bu beldeden maksadın Beled-i Haram, yani Mekke-i Mükerreme olduğunda tefsirciler ittifak etmiştir. Başındaki ahd manası ifade eden lâm ile الْبَلَدِ denilmesi, hürmet ve saygıyla tanınması vâcip, mübarek, bilinen bir şehir olduğuna işarettir. Doğrusu insanlar için yapılan ilk ev elbetteki Mekke'de bulunan o çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet rehberi olan evdir. (Elmalılı ve Âşûr)وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ
وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ
İsim cümlesidir. وَ itiraziyyedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. حِلٌّ haber olup lafzen merfûdur. بِهٰذَا car mecruru حِلٌّ ‘e mütealliktir. الْبَلَدِ işaret isminden bedel olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ
وَ itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Munfasıl zamir اَنْتَ , mübtedadır. حِلٌّ mübtedanın haberidir. بِهٰذَا car mecrur, حِلٌّ ’a mütealliktir. الْبَلَدِ , bedeli mutabıktır.
Beldenin هٰذَا ile işaret edilmesi, onun mertebesinin yüksekliğini belirterek tazim ve teşrif ifade eder.
الْبَلَدِۙ - هٰذَا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Ki sen bu beldedesin.] Bu ifade yukarıda üzerine yemin edilen ”belde" den haldir. Ayet metninde yer alan اَنْتَ (sen) kelimesi ile Rasûlüllah (s.a.v)'a hitap olunmaktadır. Ayetin içinde yer alan حِلٌّ kelimesi, حُلول masdarından حائل manasınadır. Kelimenin türediği mastar, bir yere inmek, konaklamak anlamınadır. Bu açıklamaların ışığı altında ayetin manası şöyle olur: Bu beldeye (Mekke'ye) -ki sen ey Muhammed! Mekke'desin ve orada bulunmaktasın- yemin ederim ki... Yüce Allah mutlak olarak Mekke üstüne yemin etmiyor. Tam tersine Resulllah (sav) 'in içinde bulunduğu Mekke'ye yemin ediyor ve böylece Mekke'nin içinde Peygamberi bulundurmakla daha da şeref kazandığına işaret olunuyor. Çünkü Mekke bizatihi kendisi şerefli iken şimdi şerefli olan büyük Peygamberin gelip orada yerleşmesiyle daha da şeref kazanmaktadır. (Rûhu-l Beyân)
Allah, Kutsal Şehir (Beled-i Haram) olan Mekke'ye ve ondan sonra zikredilen şeylere yemin ediyor ki, zorlukları karşılamak, meşakkatleri göğüslemek üzere yaratmıştır. Burada bir ara cümlesi olarak da "Ki sen bu şehirde durmuşsun" denilmesi, ya Peygamberimizin şerefini yükseltmek içindir. Zira onun bu şehirde durması, bu şehre yemin edilerek şehrin tazimine sebep kılınmıştır. Yahut daha baştan cevabın tahakkukuna dikkat çekmek içindir. Zîra daha başta insanın sıkıntıları göğüslemesinden söz edilmektedir. Ve yine bu ara cümlesi beyan ediyor ki, Peygamberimiz, kadri bu kadar yüksek ve hürmeti büyük olduğu halde, kâfirler, bu Beled-i Haramda ona eza etmeyi helal saymışlar; ona kötülükler yapmışlar ve başaramadıkları suikasta bile yeltenmişlerdir. (Ebüssuûd)
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَۙ
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete الْبَلَدِۙ ‘ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası وَلَدَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
وَلَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَۙ
وَوَالِدٍ atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki بِهٰذَا الْبَلَدِۙ ‘ye atfedilmiştir. Mecrur mahaldeki وَالِدٍ ’e matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan وَلَدَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
وَالِدٍ ’deki tenkir tazim ve teşrif ifade eder.
وَالِدٍ - وَلَدَۙ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Buradaki وَالِدٍ (baba) dan maksat, İbrahim (as)'dir. Baba kelimesinin ayet-i kerimede elif lamsız getirilmesi, onun şerefli bir baba olduğuna işaret olunmak içindir. Ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki... Buradaki وَلَدَۙ (çocuk) tan maksat, İsmail ve Muhammed (as) Peygamberlerdir. Çünkü Hazret-i Muhammed'in nesebi, İsmail (as) vasıtasıyla İbrahim (as) 'a ulaşmaktadır. Şu halde bu sûre, iki yerde Resulullah (sav)'ın üstüne yemini ihtiva etmektedir. (Rûhu’l Beyân)لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ي كَبَدٍۜ
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ي كَبَدٍۜ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Kasemin cevabıdır.
Fiil cümlesidir. خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاِنْسَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ف۪ي كَبَدٍ car mecruru خَلَقْنَا fiiline mütealliktir.
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ي كَبَدٍۜ
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayet 1. ayetteki kasemin cevabıdır.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş olan cevap cümlesi olan خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ي كَبَدٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
الْاِنْسَانَ ’deki marifelik cins içindir. (Âşûr)
كَبَدٍ ’deki tenvin ise nev ve teksir ifade eder.
Kasemdeki müfred zamirden bu ayette cemî zamire iltifat edilmiştir.
ف۪ي كَبَدٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ي harf-i cerinde zarfiye manası vardır. Mübalağa için bu harf, عَلَي yerine kullanılmıştır. Hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait olmayan zorluk, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Cami her ikisindeki mutlak irtibattır.
في كَبَدٍ sözündeki zarfiye mülazeme manasında mecazidir, sanki o; الكَبَدِ için bir mazruftur. (Âşûr)
Yemin olsun, gerçekten insanı meşakkat içinde yarattık. Yorgunluk ve zorluk içinde, bu ifade كبد الرجل كبدا deyiminden gelir ki, ciğeri ağrımak, yanmaktır. مكابد lâfzı da bundan gelir. İnsan hep zorlukların içindedir; başı rahim karanlığı ve darlığı, sonu da ölüm ve sonrasıdır. Bu da Efendimiz'e Kureyş'ten çektiği şeyler için tesellidir. (Beyzâvî)
Yemin buraya kadar devam ediyordu. Bu ayet de yeminin cevabıdır. Yarattıklarından -önceden de geçtiği gibi onları tazim etmek gayesiyle- dilediğine yemin etmek Allah'ın hakkıdır. Burada söz konusu olan insan Âdemoğludur. (Kurtubî)
ف۪ي ve لَ manaca birbirine yakın iki harf-i cerdir. Nitekim "Sen yorgunsun, bitkinsin" manasında, إنَّما أنْتَ لِلْعَناءِ والنَّصَبِ، وإنَّما أنْتَ في العَناءِ والنَّصَبِ denilebilir. Burada şu izah da yapılabilir: ف۪ي كَبَدٍ ifadesi, كَبَدٍۜ ’in, o insanı, tıpkı zarfın, mazrufu (içindeki şeyi) kuşatışı gibi kuşattığına delalet eder ki burada, biraz önce de bahsettiğimiz gibi, dünya ancak sıkıntı, bela, musibet ve zahmetten başka birşey bulunmadığına bir işaret vardır. (Fahreddin er-Râzî)اَيَحْسَبُ اَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌۢ
Tefsirlerde verilen bilgilere göre bu âyetler, malına mülküne güvenerek kendilerini yenilmez zanneden Mekke’nin şımarık ileri gelenleri hakkında inmiştir. Onlar, Hz. Peygamber’i de mutlaka yeneceklerini düşünüyorlardı. 6. âyetle ilgili bir yoruma göre kimileri de Hz. Peygamber’i başarısız kılma uğruna harcadıkları onca mala üzülüyorlardı. 7. âyette Yüce Allah’ın böylelerinin hangi maksatlarla mal harcadıklarını gayet iyi bildiği hatırlatılmaktadır.
اَيَحْسَبُ اَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌۢ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. يَحْسَبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَنْ ve masdar-ı müevvel يَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. يَحْسَبُ sanmak anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir. لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌ cümlesi muhaffefe اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَقْدِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. عَلَيْهِ car mecruru يَقْدِرَ fiiline mütealliktir. اَحَدٌۢ fail olup lafzen merfûdur.
اَيَحْسَبُ اَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌۢ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, inkâri anlamda, istifham harfidir.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve tehaddî amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümleye dahil olan اَنْ , muhaffefe اَنَّ ’dir. Şan zamiri, mahzuftur.
اَنْ ve لَنْ olmak üzere iki tekid unsuru ihtiva eden masdar tevilindeki اَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌۢ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır. Masdar-ı müevvel يَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Muhaffefe اَنَّ ’nin haberi olan لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ, durumun ona has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Fail olan اَحَدٌۢ ’daki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
O, hiç kimsenin kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanır? Yani Âdemoğlu yüce Allah'ın kendisini asla cezalandırmayacağını mı sanır? (Kurtubî)
Bu cümle لَقَدْ خَلَقْنا الإنْسانَ في كَبَدٍ (Beled/4) cümlesinden bedel-i iştimâldir. (Âşûr)
يَقُولُ اَهْلَكْتُ مَالاً لُبَداًۜ
يَقُولُ اَهْلَكْتُ مَالاً لُبَداًۜ
Fiil cümlesidir. يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, اَهْلَكْتُ مَالاً لُبَداً ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اَهْلَكْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. مَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لُبَداً kelimesi مَالاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
اَهْلَكْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَقُولُ اَهْلَكْتُ مَالاً لُبَداًۜ
Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَهْلَكْتُ مَالاً لُبَداً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Mekulü’l-kavl, önceki ayette bahsi geçen şahsın sözleridir.
مَالاً kelimesi اَهْلَكْتُ fiilinin mef’ûlüdür. Kelimedeki nekrelik, kesret ve nev ifade eder.
مَالاً için sıfat olan لُبَداً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
[Der o vakitte ben yığın yığın mal telef ettim.] Çok mal harcadım, bu da تلبد الشيء deyiminden gelir ki, bir şey birikmiştir. Maksat gösteriş ve övünmek için ya da Resulullah (sav) 'e düşmanlık uğruna harcadığı maldır. (Beyzâvî)
اَيَحْسَبُ اَنْ لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌۜ
اَيَحْسَبُ اَنْ لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌۜ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. يَحْسَبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَنْ ve masdar-ı müevvel يَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir. لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌۜ cümlesi muhaffefe اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَرَهُٓ illet harfinin hazfı ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَحَدٌ fail olup lafzen merfûdur.اَيَحْسَبُ اَنْ لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, inkâri anlamda, istifham harfidir.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkârî amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümleye dahil olan اَنْ , muhaffefe اَنَّ ’dir. Şan zamiri, mahzuftur.
اَنْ ile tekid edilen masdar tevilindeki اَنْ لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌۜ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır. Masdar-ı müevvel يَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Muhaffefe اَنَّ ’nin haberi olan لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌۜ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberin menfî muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Fail olan اَحَدٌۢ ’daki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
Bu soruda da iki izah yönü vardır:
Birincisi, korkutmadır. O yok ettim, harcadım diye mağrurlandığı malı sarf ederken kendisini kimse görmedi mi zannediyor da öyle iftihar etmek istiyor? Kuşku yok ki harcayıp yok ettiyse onu tek olan yüce Allah görmüştür.
İkincisi de Kelbi'den rivayet edildiği üzere harcama iddiasını yalanlamaktır. Yani böyle diyen o kimse yalan söylüyor, bir şey sarf etmediği halde birçok mal yok ettim diye yalan ile övünüyor. (Elmalılı)
Onu hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?! Burada istifham aniden, sahip olduğu bütün engelleme ve inkârla mal ve kuvvetiyle gururlanan ve kendisini hiç kimsenin görmediğini zanneden kimseye yöneltilmiştir. Burada Kur’ânî beyân, önceki istifhamdaki لَنْ 'den, maziye yönelen لَمْ 'e dönmüştür. [O (insan), kendisine hiç kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?] (Beled, 90/5) ayetinde, onun varacağı yerin yaptığını ihata eden ve Kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Kādir'in elinde olduğu tekid edildikten sonra, gurura kapılan kimsenin mazisinin kendi hesabına yazıldığı ve onunla kuşatıldığı beyan edilmiştir. Böylece bu, sonraki ayetler için bir giriş olmuştur.
أيَحْسَبُ أنْ لَمْ يَرَهُ أحَدٌ cümlesi يَقُولُ أهْلَكْتُ مالًا cümlesinden bedel-i iştimâldir. (Âşûr)
İstifham, inkâr ve azarlama manasındadır. Ve Allah'ın onun içyüzünü bilmesi ve onun cömertlikle gurur duymasının batıl (sahte) olduğu manasından kinayedir. (Âşûr)