وَلَا يَخَافُ عُقْبٰيهَا
Başka sûrelerde örnekleri görüldüğü gibi burada da geçmiş bir kavmin hikâyesinden konuyla ilgili bir kesit verilmiştir. 8-10. âyetlerde insanın hayır veya şer yollarından birini seçebileceği, bu imkâna sahip olarak yaratıldığı bildirildikten sonra nihaî kurtuluşun da yıkımın da bu seçime bağlı bulunduğu uyarısı yapılmıştı. İşte 11-15. âyetlerde bu seçimi yanlış yapanlardan bir örnek ve insanlara bir ibret olmak üzere geçmişten bir topluluğun, Semûd kavminin yanlış seçimi ve bu yüzden başlarına gelen büyük felâket hatırlatılmıştır (bilgi için bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68). Kuşkusuz burada deve kesme olayı tek başına bir felâket sebebi olmayıp, bu felâket, 14. âyette belirtilen “tekzib”in yani Allah’ın elçisi Salih’i peygamber olarak tanımayıp onun bir yalancı olduğunu iddia etmelerinin ve kötülüklerini sürdürmelerinin bir bedelidir.
وَلَا يَخَافُ عُقْبٰيهَا
Cümle فَسَوّٰيهَا ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında و gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَخَافُ damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عُقْبٰيهَا mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.وَلَا يَخَافُ عُقْبٰيهَا
Cümle فَسَوّٰيهَا ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عُقْبٰيهَا kelimesi يَخَافُ fiilinin mef’ûlüdür.
On birinci ayetten itibaren olayın akışıyla ilgili, derece derece açıklama istidrac sanatıdır.
يَخَافُ fiilinin tahtındaki هو zamiri, Rab Teâlâ'ya raci bir zamirdir. Çünkü Allah (cc), bahsi geçenlerin bu fiile en yakın olanıdır. (Fahreddin er-Râzî)
عُقْبٰيهَا ‘daki zamirin Semûd’a ait olması da caizdir ki, buna göre mana; “Allah Semûd’u yerle bir etti veya helak konusunda eşitledi; helaklerinin sonucundan da korkmuyordu!” şeklindedir. Medinelilerin ve Şamlıların mushaflarında فَلَا يَخَافُ şeklinde kayıtlıdır. Peygamberin (sav) kıraatinde ise ve لم يحفْ (ve korkmamıştır da) şeklindedir. (Keşşâf)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin, fasıla harflerinin meydana getirdiği secî ve lüzum ma la yelzem sanatları okuyanın dikkatinden kaçmayacak son derece latif, bedii sanatlardır.
Elbette nefsini temizleyen kurtulmuş; onu kirletip gömen ziyan etmiştir.” bölümü büyük önerme makamında asıl cevap olup bu kıssa onu misal ile ispat ve vurgulama olduğundan neticenin şöyle dallara ayrılması gerekir: İşte Allah’ın ilham ve hidayetine uyup nefislerini takva ile temizleyenler kurtuluşu bulduğu gibi, nefislerini temizlemeyip de aksine kötülük ve isyan ile fesada uğratmış olanlar, Allah’ın elçisini yalanlayıp azgınlarına uyan ve bu yüzden günahlarıyla yok olup giden Semûd gibi Resulullah (sav)’ı yalanlayıp azgınlara uyarak kendilerini neticede azaba mahkum edip kaybeder ve hüsrana uğrarlar. O halde Allah’ın Resulüne ve nuru olan Kur’an’a inanmaya, uymaya ve nefislerinizi takva ile temizlemeye ve geliştirmeye çalışın ki kurtuluşa eresiniz. Denilmiş ki, bilhassa Semûd kıssasıyla öğüt vermek, ilk muhatap olan Arapların yurtlarına yakın olduğu içindir.
Yorum ve işaret açısından da şöyle denilebilir: Bu kıssanın özel olarak seçilmesinin nedeni şudur: Burada Allah’ın devesi bedene; Salih, ruha; devenin su nöbeti de marifete işaret olduğuna göre, Semûd kıssası insan nefsinin hallerine uygun, bu sure de nefsin mutluluk ve bedbahtlıktaki mertebelerini açıklama akışı içerisinde geldiği için özellikle bu kıssa zikredilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)