وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَاۙۖ
Önce bu tür doğal varlıklar ve olaylar üzerine yemin edilmesi hem evrenin genel düzenine, bunun insanlar için taşıdığı faydalara ve bu düzeni yaratıp yaşatan ilâhî kudretin büyüklüğüne hem de sonraki âyetlerde ele alınan konunun önemine dikkat çekmeyi amaçlar. “Kuşluğu” diye çevirdiğimiz duhâhâ tamlamasına “güneşin ışığı, aydınlığı, sabah vakti, gündüz” gibi mânalar da verilmiştir (Şevkânî, V, 524). Ayın yani ışığının güneşin ardından gelmesi, ışığını ondan almasını veya güneş batınca ardından ay ışığının doğuşunu yahut ayın ilk göründüğü hilâl durumunu ifade eder. 7. âyette insan varlığı (nefs) üzerine yemin edilmesi onun yaratılışının özündeki üstünlüğe işaret eder. “Nefse düzen verme”, ona maddî ve mânevî güçlerin yerleştirilmesi, her gücün yapacağı görevin tayin edilmesi ve bu güçleri kullanacak organların verilmesi şeklinde açıklanmıştır. 8. âyetteki fücûr her türlü kötülüğü, günah ve sapmayı; âyette fücûrun karşıtı olarak kullanılan takvâ ise burada doğruluk, iyilik ve hak yolda kararlılığı ifade eder. Aynı âyetteki elheme fiilinin masdarı olan ilham, bu bağlamda fücûr ve takvâ kelimeleriyle birlikte değerlendirildiğinde, “Allah Teâlâ’nın insanın fıtratına doğru ve yanlışı, iyilik ve kötülüğü, günah ve sevabı bilme, tanıma, ayırt etme, birini veya diğerini seçip yapma gücü ve özgürlüğü yerleştirmesi”; dolayısıyla “insanın her türlü deney ve öğrenimden önce, apriorik olarak bu yeteneklerle donanmış bulunması” şeklinde açıklanabilir. Böylece Kur’an’ın insan anlayışının bir özeti sayılabilecek olan 7-8. âyetler, insanın ahlâkî bakımdan çift kutuplu bir varlık olduğunu, iyilik veya kötülük yollarından dilediğini seçebilecek bir tabiatta yaratıldığını ve onun kurtuluş veya mahvoluşunun bu seçime bağlı bulunduğunu göstermektedir. 1-8. âyetlerde yer alan yemin ifadelerinden sonra 9-10. âyetlerde sûrenin asıl mesajı olan insanın sorumluluğuna dikkat çekilmiş; nefsini arındıranın kurtuluşa ereceği, onu kötülüklerin akışına bırakanın ise büyük kayıba uğrayacağı vurgulanmıştır.
وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَاۙۖ
الَّيْلِ atıf harfi و ‘la الشَّمْسِ ‘ye matuftur. اِذَا zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَغْشٰيهَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَغْشٰيهَا elif üzere mukadder damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَاۙۖ
الَّيْلِ , atıf harfi وَ ‘la birinci ayetteki muksemun bih olan الشَّمْسِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camiâ temâsüldür.
Şarttan mücerret zaman zarfı اِذَا kasem fiili اُقْسِمُ ‘ya mütealliktir. اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan يَغْشٰيهَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا ve وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
النَّهَارِ - وَالَّيْلِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, يَغْشٰيهَاۙۖ - جَلّٰيهَا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يَغْشٰيهَاۙۖ fiilinin الَّيْلِ ‘ye nispet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan fiil, geceye isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır.
يَغْشٰيهَا ifadesindeki هَا zamiri, ulemanın ittifakıyla الشَّمْسِ ‘ye racidir. Binaenaleyh, bu fasılalardaki zamirlerin surenin başından buraya kadar güneşe raci olabilmeleri için, جَلّٰيهَا ifadesindeki zamirin de, güneşe raci olması gerekir. Kaffâl şöyle der: "Bu dört kısım, ancak gerçekte güneş ile oluşan hususlardır. Ne varki, şu dört vasıf açısından böyle olur: Gündüz yükseldiğinde, güneşten kaynaklanan ışık... İşte bu vakit, canlıların kâmil manada yeryüzüne yayıldıkları ve insanların maişetleri peşinde koşuştukları vakittir. Ayın, güneşi izlemesi, ışığını bundan alması da böyledir. Gündüzün gelmesi ile, güneşin doğuşu ve tamamen gözükmesi de böyledir. Gecenin gelmesi ile de, bunun aksinin tahakkuk etmesi de böyledir. Binaenaleyh, güneşin azameti hususunda kim biraz düşünür de, sonra da, akıl gözüyle bu güneşteki yaratılmışlık ve yapılmış olmasına dair sonsuz eser ve alametleri ve cüzlerden meydana gelmiş olan bir mürekkeb oluş halini müşahede etmeye çalışırsa, buradan, o güneşi yaratanın büyüklüğüne geçiş sağlar. Şanı yüce olan Allah'ı takdis ve tenzih ederiz. (Fahreddin er-Râzî)
Gecenin, güneşi ve bütün ufukları sarıp kaplayarak nur ve ışığı tamamen örtmeye başladığı veya örtmeye devam etmek üzere bulunduğu halindeki koyu karanlık zamanına yemindir ki, açık gündüzün ve ışığın tam zıddı olan karanlığa, geçici karanlığa ve engelin gelme zamanına dikkati çekmek suretiyle “eşya zıddıyla ortaya çıkar” kuralınca yine ışığın önemine ve özellikle zahiri nur ve ışığın kaybolduğu bir zamanda kaybolmayıp onun yokluğunu duyan ve onunla etkilenen nefsi şuurun kıymetine de dolayısıyla dikkat çekmedir. Bunda maddenin nur ve ışığın görünmesine engel olan karanlık tabiatıyla ayın görünmediği son günlerine ve nefsin cahillik, küfür, gam, sıkıntı, gaflet ve tembellik veya şehvet perdelerinin örtmesiyle hak yolu bulmaktan mahrum kalma hallerine ve yok olma anına da işaret vardır. Onun için önceki yeminler müjde, bu yemin ise korkutma mahiyeti taşımaktadır. (Elmalılı Hamdi Yazır)