وَسَيُجَنَّبُهَا الْاَتْقٰىۙ
Bazı müfessirler 19-21. âyetlerin (bk.Taberî, XXX, 146), bazıları ise 5-19. âyetlerin (bk. Elmalılı, VIII, 5881), müşriklerin işkence ettiği köleleri satın alıp âzat ederek hürriyetlerine kavuşturan Hz. Ebû Bekir hakkında indiğini söylemişlerdir. Âyetler böyle bir özel olay üzerine gelmiş olsa da, hükümleri ve mesajları geneldir. MüşriklerHz. Ebû Bekir’in bu yaptıklarını, mukabil bir iyilik veya bir menfaat karşılığında yaptığını iddia etmişlerdi. Burada, böyle bir iddia vesilesiyle şöyle bir temel ilke ortaya konmuş bulunuyor: İman ve amelde takvâ düzeyine ulaşmış bir mümin, birine iyilik yapmak için mutlaka ondan bir iyilik görmek, bir karşılık ve menfaat elde etmek gerektiğini düşünmez; mümin, her türlü nimetin yalnızca Allah’ın bir lutfu olduğuna, iyiliklerin de ilke olarak bir çıkar hesabıyla değil, sadece Allah rızâsı için yapılması gerektiğine inanır. Böylece bu âyetlerde müşriklerin bencil ve çıkarcı zihniyet ve ahlâk yapılarının yansımasından ibaret olan yukarıdaki iddiaları reddedilmiş, Hz. Ebû Bekir örneğinde gönüllerini insan sevgisi ve cömertlikle bezeyen müminler Allah tarafından takdirle anılmıştır.
“Takvâ ehli” diye çevirdiğimiz etkā kelimesinin kök anlamı, “büyük bir tehlikeye karşı kendine bir şeyi siper edinerek korunmak”tır. Bu kökten gelen takvâ kavramı Kur’an’da ağırlıklı olarak, “kötülüklerden uzak durup iyilikler yapmak ve bu amelleri sayesinde kendini cehennem azabına karşı korumak” anlamında geçmektedir. Nitekim burada da 14. âyette muhataplar “alev alev yanan ateş”e karşı uyarıldıktan sonra 17-20. âyetlerde, birine borçlu olmadıkları, kimsenin kendilerinde bir hakkı bulunmadığı halde bile, sırf Allah rızâsı için insanlara mal yardımı yapıp manen arındıkları ve bu sayede ateşten uzak tutulacakları bildirilmiştir. Nihayet son âyette, Allah rızâsına böylesine değer veren, kendisini bu rızâdan mahrum bırakacak günahlardan sakınan, tamamen karşılıksız olarak seve seve insanlara yardım edenlerin, Allah tarafından razı edilecekleri; yani korktuklarından emin ve umduklarına nâil olacakları müjdelenmiştir ki, inanan bir kimse için bundan daha büyük bir müjde olamaz.
وَسَيُجَنَّبُهَا الْاَتْقٰىۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 15. ayete لَا يَصْلٰيهَٓا ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يُجَنَّبُهَا damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْاَتْقٰى naib-i fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
الْاَتْقٰى maksur isimdir. Maksur isim; Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak ( ا ) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُجَنَّبُهَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi جنب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَسَيُجَنَّبُهَا الْاَتْقٰىۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 15. ayetteki … لَا يَصْلٰيهَٓا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Cümleye dahil olan سَ , istikbal harfidir. Cümleyi tekid eder. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَيُجَنَّبُهَا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Naib-i fail olan الْاَتْقٰىۙ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
الْاَشْقٰىۙ - الْاَتْقٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, muvazene, cinas-ı muzari, secî, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
لَا يَصْلٰيهَٓا اِلَّا الْاَشْقٰىۙ cümlesiyle وَسَيُجَنَّبُهَا الْاَتْقٰىۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
[Ondan en çok sakınan uzaklaştırılacak.] Şirkten ve masiyetlerden kaçındı; çünkü ona girmez, kaldı ki, girip yangısını çeksin! سَيُجَنَّبُهَا ifadesinin manası, “Allah, onu oradan uzaklaştıracak ve onu, onun uzak bir yerinde tutacaktır.” şeklindedir. Çünkü Arapça'da, "onu oradan uzaklaştırdım" manasında, جَنَّبْتُهُ الشيئ ifadesi kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)