Duhâ Sûresi 6. Ayet

اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪ـيـماً فَاٰوٰىۖ  ...

Seni yetim bulup da barındırmadı mı?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَجِدْكَ seni bulmadı mı? و ج د
3 يَتِيمًا yetim ي ت م
4 فَاوَىٰ ve barındırmadı mı? ا و ي
 

Hz. Peygamber, annesi ona hamileyken babasını, altı yaşındayken de annesini kaybetmiş; önce dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümünden sonra da amcası Ebû Tâlib’in himayesinde yetişmiştir. Ebû Tâlib, yeğeninin peygamberliğini kabul ettiğini açıkça ilân etmemekle birlikte düşmanlarına karşı onu korumuştur. Fakat Ebû Tâlib ve Hz. Peygamber’in eşi Hatice vefat edince müşrikler ona karşı saldırılarını arttırmışlardı. Bu sûrede Allah, o güne kadar peygamberine verdiklerini hatırlatarak teselli etmiş, geleceğinin daha iyi olacağını da müjdelemiştir.

Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?” diye çevirdiğimiz 7. âyeti bazı müfessirler, “Resûlullah küçükken Mekke vadilerinden birinde yolunu şaşırıp kaybolmuştu. Allah onun yolunu bulup dedesine gelmesini sağladı” şeklinde yorumlarken, bazıları da “Resûlullah amcası Ebû Tâlib’le birlikte Suriye’ye giderken yolda kaybolmuştu, Allah’ın yardımıyla amcasını buldu” demişlerdir (Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, VIII, 486, Beyrut 1983). Buna benzer başka yorumlar da olmakla birlikte bunlar âyetin amacına açıklık getirici nitelikte görünmemektedir. Bizim de katıldığımız müfessirlerin çoğunluğunun yorumuna göre ise bu âyette Hz. Muhammed’in peygamberlikten sonraki dönemiyle önceki dönemi arasında bir karşılaştırma yapılmaktadır. Nitekim o peygamber olmadan önce de başta putperestlik olmak üzere kendi toplumunda hâkim olan inanç ve yaşayışın yanlışlığını, insanın varlık amacına yakışmadığını görüyor, bu gidişi asla beğenmiyordu; ama onların bundan nasıl kurtulacaklarını da bilmiyordu. Âyetteki deyimiyle bu konuda “yol bilmez bir halde” idi. İşte yüce Allah Kur’an’ı göndererek onu bu durumdan kurtarıp yolunu aydınlattı; ona hem varacağı hedefi hem de o hedefe nasıl varacağını öğretti (Râzî, XXXI, 215-216; Elmalılı, VIII, 5900-5901).

Hz. Peygamber Kureyş’in soylu bir ailesine mensup olmakla birlikte yetim ve himayeye muhtaç olarak büyümüştü; çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları yoksulluk içerisinde geçmiş, daha sonra gerek kendisinin ticarî faaliyetleri gerekse zengin bir tüccar olan Hz. Hatice ile evlenmesi ve eşinin tüm servetini onun yönetimine bırakması neticesinde fakirlikten kurtulmuştur. Ancak buradaki zenginleştirmeyi, Allah Teâlâ’nın resulüne gönderdiği vahiy ile onun ruh ve kalp dünyasını zenginleştirmesi, onu hem kendisini hem insanlığı aydınlatabilecek zenginlikte hakikatlere mazhar kılması şeklinde anlamak da mümkündür. Bazı müfessirlere göre 8. âyette, onun hayatındaki bu gelişme hatırlatılarak kendisine bu imkânları sağlayan Allah’ın ona darılmasının, kendisini terketmesinin söz konusu olamayacağı bildirilmiştir (bk. Muhammed Abduh, Tefsîru cüz’i ‘Amme, s. 112; Elmalılı, VIII, 5902).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:638-639
 

اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪ـيـماً فَاٰوٰىۖ


Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَجِدْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يَت۪ـيـماً   ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰوٰى  elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اٰوٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أوي ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪ـيـماً فَاٰوٰىۖ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Hemze takrirî istifham harfidir. Takrir; soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur. 

Takrir (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle vaz edildiği soru anlamından çıkarak inkâr, ve takrir anlamı kazandığı için mecazı mürsel mürekkeptir.

Menfi muzari fiil sıygasındaki cümlede fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yüce Allah'ın güzel isimlerinden biri de Vâcid ism-i şerifidir ki vücud, vicdan vecid (vâv'ın üç harekesiyle) masdarlarının ism-i failidir. Bunun asıl meşhur manası varlık, buluş ve zenginliktir. Yüce Allah vücudun da, vicdanın da, ilmin de, vücdun yani zenginliğin, kudretin sahibi ve faili manasına Vâciddir. Ayrıca lugat açısından  وجَدَ  "bulmak" manasından istiare olarak bir mef'ul (tümleç) alan, doğrudan doğruya iki mef'ul (tümleç) alan efal-i kulubdan ‘bilmek’ manasına olmasını uygun bulmuşlardır. İstiare olması, "bulmak" dediğimiz tesadüf etme manasıyla vicdan, kendisinden önce bir yokluk olmasını veya araştırmayı gerektireceğinden dolayı yüce Allah hakkında imkansız olacaktır, fakat Allah'a nisbet olunan buluş, varlık ve zenginlik, ilk olarak vücuda getirmek ve yaratmak manasına olabileceği gibi seçmek manasına da olabilir. Burada en uygunu bu fiillerin seçmek manasına olmasıdır. Zira birçok mevcutlar arasından birini alıp seçmek, kıymetli bir şey arayıp bulmak manasına benzetme ve temsil suretiyle ifade edilmekte önemi gösteren bir belâgat nüktesi vardır. Bu süredeki üç ayetten her birinde de böyle gittikçe yükselen bir seçip alma manası vardır. Nitekim bu seçme manasına "yetim" lafzında son derece güzel bir işaret bulunduğunu hatırlatmışlardır. Zira asıl yetim, küçükken babadan öksüz kalan demek olup bunda tek başına yalnız kalmış olmak manası vardır. Onun için tek ve benzersiz veya pek az bulunur kıymetli şeye de yetim denilir. Benzeri yok gayet kıymetli inciye "dürr-i yetim" denilmesi de bundandır.  Şöyle demek olur: Seni halk içinde benzersiz, imkân sedefinde eşsiz olarak seçip de kalbini kendisine çevirmek suretiyle koruma ve himayesinde barındırmadı mı? Şüphesiz ki barındırdı, değil mi? (Elmalılı, Âşûr)

يَت۪ـيـماً  fiilin mef’ûlünden haldir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الإيواءُ , bir şeyi diğerine katmak manasından bir yurda, bir barınağa kondurup barındırmak demektir. (Elmalılı, Âşûr)

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  فَاٰوٰىۖ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Istifhama dahildir. Muzari sıygadan mazi sıygaya iltifat sanatı vardır.

Önceki ayette geçen vaadin gerçekleşeceğine delil olarak zikredilmiştir. Yani bu, küçüklüğünden beri Allah’ın (cc), Resulullah (sav)’a olan inayeti ve zor zamanlarındaki daimi lütufları üzerinden devam eden bir vaaddir. Öyle ki bunun tesadüfî olması ihtimal dahilinde değildir. Çünkü tesadüfün özelliği, tekrar etmemesidir. Dolayısıyla Allah’ın muradının, bu lütufların sürekliliği olduğu anlaşılmaktadır. 

فَاٰوٰى  fiilinin mef’ûlü ayet sonlarının uyumlu olması için ve kendisiyle kastedilen de açık olduğu için hazf edilmiştir. Bu hazfin seni, senin için ve seninle barındırdı anlamında ikramın genişliğine işaret ettiği de söylenmiştir. Ancak Âlûsî’ye göre  فَ ’nin söz konusu fiilin başına  فَ  gelmesinin, bu üç manayı birden ifade ettiği görüşünü reddettiği ifade edilmiştir.

Yüce Allah bu ayetle rasulüne dünyada verdiği nimetleri zikretmiştir. Râzî; Allah’ın, verdiği nimetleri zikretmesinin başa kakma sayılmayacağını, bununla, Resulullah (sav)’in kalbinin kuvvetlendirilmesinin ve ona olan nimetlerin artırılmasının amaçlandığını söylemiştir. (Zeynep Yılmaz Öztürk, Duha Suresinin Tahlili Tefsiri)