Duhâ Sûresi 7. Ayet

وَوَجَدَكَ ضَٓالاًّ فَهَدٰىۖ  ...

Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَجَدَكَ ve seni bulmadı mı? و ج د
2 ضَالًّا şaşırmış ض ل ل
3 فَهَدَىٰ ve yola iletmedi mi? ه د ي
 

Hz. Peygamber, annesi ona hamileyken babasını, altı yaşındayken de annesini kaybetmiş; önce dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümünden sonra da amcası Ebû Tâlib’in himayesinde yetişmiştir. Ebû Tâlib, yeğeninin peygamberliğini kabul ettiğini açıkça ilân etmemekle birlikte düşmanlarına karşı onu korumuştur. Fakat Ebû Tâlib ve Hz. Peygamber’in eşi Hatice vefat edince müşrikler ona karşı saldırılarını arttırmışlardı. Bu sûrede Allah, o güne kadar peygamberine verdiklerini hatırlatarak teselli etmiş, geleceğinin daha iyi olacağını da müjdelemiştir.

Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?” diye çevirdiğimiz 7. âyeti bazı müfessirler, “Resûlullah küçükken Mekke vadilerinden birinde yolunu şaşırıp kaybolmuştu. Allah onun yolunu bulup dedesine gelmesini sağladı” şeklinde yorumlarken, bazıları da “Resûlullah amcası Ebû Tâlib’le birlikte Suriye’ye giderken yolda kaybolmuştu, Allah’ın yardımıyla amcasını buldu” demişlerdir (Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, VIII, 486, Beyrut 1983). Buna benzer başka yorumlar da olmakla birlikte bunlar âyetin amacına açıklık getirici nitelikte görünmemektedir. Bizim de katıldığımız müfessirlerin çoğunluğunun yorumuna göre ise bu âyette Hz. Muhammed’in peygamberlikten sonraki dönemiyle önceki dönemi arasında bir karşılaştırma yapılmaktadır. Nitekim o peygamber olmadan önce de başta putperestlik olmak üzere kendi toplumunda hâkim olan inanç ve yaşayışın yanlışlığını, insanın varlık amacına yakışmadığını görüyor, bu gidişi asla beğenmiyordu; ama onların bundan nasıl kurtulacaklarını da bilmiyordu. Âyetteki deyimiyle bu konuda “yol bilmez bir halde” idi. İşte yüce Allah Kur’an’ı göndererek onu bu durumdan kurtarıp yolunu aydınlattı; ona hem varacağı hedefi hem de o hedefe nasıl varacağını öğretti (Râzî, XXXI, 215-216; Elmalılı, VIII, 5900-5901).

Hz. Peygamber Kureyş’in soylu bir ailesine mensup olmakla birlikte yetim ve himayeye muhtaç olarak büyümüştü; çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları yoksulluk içerisinde geçmiş, daha sonra gerek kendisinin ticarî faaliyetleri gerekse zengin bir tüccar olan Hz. Hatice ile evlenmesi ve eşinin tüm servetini onun yönetimine bırakması neticesinde fakirlikten kurtulmuştur. Ancak buradaki zenginleştirmeyi, Allah Teâlâ’nın resulüne gönderdiği vahiy ile onun ruh ve kalp dünyasını zenginleştirmesi, onu hem kendisini hem insanlığı aydınlatabilecek zenginlikte hakikatlere mazhar kılması şeklinde anlamak da mümkündür. Bazı müfessirlere göre 8. âyette, onun hayatındaki bu gelişme hatırlatılarak kendisine bu imkânları sağlayan Allah’ın ona darılmasının, kendisini terketmesinin söz konusu olamayacağı bildirilmiştir (bk. Muhammed Abduh, Tefsîru cüz’i ‘Amme, s. 112; Elmalılı, VIII, 5902).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:638-639
 

وَوَجَدَكَ ضَٓالاًّ فَهَدٰىۖ


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ضَٓالاّ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  هَدٰى  elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.
 

وَوَجَدَكَ ضَٓالاًّ فَهَدٰىۖ

 

Ayet önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ضَٓالاًّ  kelimesi  وَجَدَ  fiilinin mef’ûlünden haldir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır

Aynı üsluptaki  فَهَدٰى  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

ضَٓالاًّ - هَدٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

ضَٓالاًّ , şeriatların ve (bilgisine ulaşma) yönteminin işitme (nakil/ rivayet) ten ibaret olduğu şeylerden uzak kalmak anlamına gelir. Tıpkı [Yoksa, sen daha önce kitap nedir, iman nedir bilmiyordun.] (Şûra 42/52) ayetinde olduğu gibi. Hz. Peygamber’in çocukluğunda Mekke vadilerinin birinde kaybolduğu ve Ebû Cehl’in onu (bulup) Abdulmuttalib’e geri getirdiği de söylenmiştir. (Sütannesi) Halime’nin onu sütten kesip Abdulmuttalib’e teslim etmek için getirdiğinde Mekke kapısında onu kaybettiği; yine Ebû Tâlib’in (ticaret yolculuğuna) çıktığı vakit onun Şam yolunda kaybolduğu da söylenmiştir.

Ve sana yol gösterdi; yani Kur’ân’ı ve şeriatları sana bildirdi. Yahut senin, dedenin ve amcanın yanından kaybolup uzak düşmeni izale etti. (Keşşâf)

ضالًّا , bilindiği gibi yitik, hangi yola gireceği hususunda şaşkın, yahut yanlış yola giden sapkın manalarına gelir. Hakkında ["Sizin arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da."] (Necm, 53/2) buyurulmuş olan Resulullah (sav) hiçbir zaman akıl ve dinde sapık manasına "dâll" olmamıştır. Allah'ın birliğine inanarak yetişmiş, hiçbir puta secde etmemiş, Allah'tan başka ilâh tanımamış, ahlâkı temizdi, hiç bir kötü fiil işlememişti. Her hususta güvenilir kişi olarak tanınmıştı. Dolayısıyla şirk sapkınlığı, heva ve hevese göre amel etme sapkınlığı onun yüce zatından uzak idi. Yüce Allah onu ta baştan itibaren o gibi sapkınlıklardan uzak kılmış, ona sağlam bir bakış ve görüş bahşetmişti. Fakat girilmesi gerekli olan ve mücerret (soyut) akıl ile idrak edilip kavranması mümkün olmayan Hak din ve şeriatının ne olması lazım geleceğini ve dünyayı sarmış olan bunalım içinden nasıl çıkılıp da Hakk'a erileceğini belirlemede şaşırmış idi. Kitap okumasını bilmez, cihana ruh yayacak olan iman ve İslâm'ın ayrıntılı temel esaslarından ["Şüphesiz sen ondan önce gafillerden idin."] (Yusuf, 12/3), ["Sen bundan önce hiç kitap okur değildin, hala da elinle yazı yazmazsın."] (Ankebut, 29/48), ["Oysa sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin."] (Şura, 42/52) buyrulduğu üzere gafil idi. İşte burada "Seni yol bilmez buldu." buyurulması, bu şekilde peygamberlikten önce ve çocukluk çağlarındaki gafillik ve şaşkınlık hallerine işarettir. (Elmalılı, Âşûr)