وَوَجَدَكَ عَٓائِلاً فَاَغْنٰىۜ
Hz. Peygamber, annesi ona hamileyken babasını, altı yaşındayken de annesini kaybetmiş; önce dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümünden sonra da amcası Ebû Tâlib’in himayesinde yetişmiştir. Ebû Tâlib, yeğeninin peygamberliğini kabul ettiğini açıkça ilân etmemekle birlikte düşmanlarına karşı onu korumuştur. Fakat Ebû Tâlib ve Hz. Peygamber’in eşi Hatice vefat edince müşrikler ona karşı saldırılarını arttırmışlardı. Bu sûrede Allah, o güne kadar peygamberine verdiklerini hatırlatarak teselli etmiş, geleceğinin daha iyi olacağını da müjdelemiştir.
“Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?” diye çevirdiğimiz 7. âyeti bazı müfessirler, “Resûlullah küçükken Mekke vadilerinden birinde yolunu şaşırıp kaybolmuştu. Allah onun yolunu bulup dedesine gelmesini sağladı” şeklinde yorumlarken, bazıları da “Resûlullah amcası Ebû Tâlib’le birlikte Suriye’ye giderken yolda kaybolmuştu, Allah’ın yardımıyla amcasını buldu” demişlerdir (Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, VIII, 486, Beyrut 1983). Buna benzer başka yorumlar da olmakla birlikte bunlar âyetin amacına açıklık getirici nitelikte görünmemektedir. Bizim de katıldığımız müfessirlerin çoğunluğunun yorumuna göre ise bu âyette Hz. Muhammed’in peygamberlikten sonraki dönemiyle önceki dönemi arasında bir karşılaştırma yapılmaktadır. Nitekim o peygamber olmadan önce de başta putperestlik olmak üzere kendi toplumunda hâkim olan inanç ve yaşayışın yanlışlığını, insanın varlık amacına yakışmadığını görüyor, bu gidişi asla beğenmiyordu; ama onların bundan nasıl kurtulacaklarını da bilmiyordu. Âyetteki deyimiyle bu konuda “yol bilmez bir halde” idi. İşte yüce Allah Kur’an’ı göndererek onu bu durumdan kurtarıp yolunu aydınlattı; ona hem varacağı hedefi hem de o hedefe nasıl varacağını öğretti (Râzî, XXXI, 215-216; Elmalılı, VIII, 5900-5901).
Hz. Peygamber Kureyş’in soylu bir ailesine mensup olmakla birlikte yetim ve himayeye muhtaç olarak büyümüştü; çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları yoksulluk içerisinde geçmiş, daha sonra gerek kendisinin ticarî faaliyetleri gerekse zengin bir tüccar olan Hz. Hatice ile evlenmesi ve eşinin tüm servetini onun yönetimine bırakması neticesinde fakirlikten kurtulmuştur. Ancak buradaki zenginleştirmeyi, Allah Teâlâ’nın resulüne gönderdiği vahiy ile onun ruh ve kalp dünyasını zenginleştirmesi, onu hem kendisini hem insanlığı aydınlatabilecek zenginlikte hakikatlere mazhar kılması şeklinde anlamak da mümkündür. Bazı müfessirlere göre 8. âyette, onun hayatındaki bu gelişme hatırlatılarak kendisine bu imkânları sağlayan Allah’ın ona darılmasının, kendisini terketmesinin söz konusu olamayacağı bildirilmiştir (bk. Muhammed Abduh, Tefsîru cüz’i ‘Amme, s. 112; Elmalılı, VIII, 5902).
وَوَجَدَكَ عَٓائِلاً فَاَغْنٰىۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَٓائِلاً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. اَغْنٰى elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.وَوَجَدَكَ عَٓائِلاً فَاَغْنٰىۜ
Ayet 6. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
عَٓائِلاً kelimesi وَجَدَ fiilinin mef’ûlünün halidir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَاۤىِٕلࣰا , fakir ve ihtiyaç sahibi yoksul, bir de çok çoluk-çocuk sahibi, yani kendisine muhtaç olan ailesi, yoksulları çok, çok yoksullu manalarına gelir. Burada iki mana ile de tefsir yapılmıştır:
Birincisi, sen serveti yok bir yoksul iken yine seni seçip zengin kılmadı mı? demektir. Resulullah (sav)'a babasından bir dişi deve ile bir cariyeden başka miras kalmamıştır. Sonra yüce Allah onu önce Şam'a yaptığı ticaret seferinden elde edilen bereketli kâr ile, Hz Hatice ile evlendikten sonra da onun bütün servetini hibe etmesiyle zengin etmiş, Daha sonra da yüce Allah'ın ihsan buyurduğu fetihler ve ganimetler ile zenginlik elde edilmiştir. Fakat bu fetihler Medine'ye hicretten sonra olduğu için bu surenin inişi sırasında değil "Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın." manasınca ilerde olacağı vaad edilmiş olan lütuflar arasındadır.
İkincisi, sen yoksul idin, birçok çoluk-çocuğun, muhtaç arkadaşların vardı. Senin yüzünden, senin ilim ve irşadından feyiz bekliyorlardı. Allah seninle onları zengin etti, hidayete erdirdi demek olur. Fakat açık olan evvelki manadır. (Elmalılı, Âşûr)
Aynı üsluptaki فَاَغْنٰى cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Son üç ayette Hz.Peygambere verilen nimetler sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
[Seni fakir bulup da zengin kılmadı mı?] ayetinde de işaret edildiği veçhile ihtiyaçların az olması anlamıdır. Bundan iştikak eden ve müteaddi bir fiil olan فَاَغْنٰى ayette mazi şekilde gelmiştir. Söz konusu fiilin mef’ûlü, ayet sonlarının uyumu için ve kendisiyle neyin kastedildiği, öncesinde geçen hitap zamirinden وَجَدَكَ de bilindiği için, yani kısaltma için hazf edilmiştir. Bu hazfin ikramın genişliğine işaret ettiği de söylenmiştir. Buna göre kastedilen “seni, senin için, seninle zenginleştirdi”dir. Âlûsî’ye göre فَ harfinin söz konusu fiille beraber açıktan gelmesi, ayetin bu üç manayı ifade ettiği yorumuna uymaz.. (Zeynep Yılmaz Öztürk, Duha Suresinin Tahlili Tefsiri)