Tin Sûresi 3. Ayet

وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ  ...

Bu güvenli şehre (Mekke’ye) andolsun ki,
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهَٰذَا ve bu
2 الْبَلَدِ Şehre (andolsun) ب ل د
3 الْأَمِينِ güvenli ا م ن
 

Yüce Allah kendisinin ilim, sanat ve kudret sıfatlarını gösteren dört önemli varlığa yani insanın maddî gıdalarından olan incire, zeytine, mânevî gıdası olan vahyin indiği Sînâ dağına ve “emin belde”ye (Mekke), insanların muhtaç oldukları maddî ve mânevî ikramların mükemmel örneklerine yemin ederek insanı en güzel biçimde yarattığını, hem bedenen hem de ruhen yükümlülük alabilecek yeteneklerle donattığını ifade buyurmuştur (insanın seçkin yaratılışı ve üstünlüğü hakkında ayrıca bk. İsrâ 17/70).

Bir görüşe göre incir ve zeytin, mecaz olarak bu ağaçların çokça bulunduğu toprakları, yani Akdeniz’in doğusunda bulunan Filistin ve Suriye’yi simgelemektedir. Kur’an’da adı geçen peygamberlerin çoğu bu topraklarda yaşadıkları ve tebliğde bulundukları için bu iki ağaç cinsi bu peygamberlerin dile getirdiği dinî öğretilerin hayır ve bereketlerinin sembolü olarak kabul edilmektedir. Kezâ “tîn” ve “zeytûn” kelimeleri hakkında, ilkiyle Mekke’deki Mescid-i Haram’ın, ikincisiyle Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’nın kastedildiği gibi daha başka sembolik izahlar yapılmıştır. Ancak Şevkânî’nin de haklı olarak belirttiği gibi bu tür yorumların aklî ve naklî dayanağı yoktur (V, 545-546).

Âyette Sînâ dağı için kullanılan sînîn kelimesinin Habeşçe veya Nabatça olduğu ve “verimli, bereketli, bol ağaçlı” veya “mübarek” anlamına geldiği belirtilir (Râzî, XXXII, 10; İbn Âşûr, XXX, 421). Mekke’nin “güvenli belde” olarak anılmasının sebebi ise gerek İslâm’dan önce gerekse İslâmî dönemde buranın bir barış kenti olarak tanınması ve orada her türlü kan dökmenin yasaklanması , hatta şehre ticaret amacıyla gelen yabancıların mal veya can güvenliğini sağlamak üzere kabileler arasında anlaşmalar yapılıp uygulanmasıdır.

“En güzel biçim” diye çevirdiğimiz ahsen-i takvîm tamlaması bu bağlamda insana Allah tarafından verilen en güzel ve en mükemmel biçim ve yapıyı, bu sayede insanın, yeryüzü varlıkları içinde gerek fizyolojik gerekse ruhsal ve zihinsel yetenekler bakımdan en mükemmel ve en seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını ifade eder. Yaratılmışların en mükemmeli olan insanda bulunan –âyetteki deyimiyle– bu güzelliğin kaynağı, Allah’ın onu kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi (bk. Sâd 38/72, 75), “kendi sûreti üzere” (kendi sıfatlarından ona –insanlık düzeyinde olmak üzere– lütufta bulunarak) yaratması (bk. Buhârî, “İsti’zân”, 1; Müslim, “Birr”, 115), onu yeryüzünde halife kılması (bk. Bakara 2/30; bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Ahsen-i Takvîm”, DİA, II, 178) vb. lütuf ve inayetleridir. Müfessirler Allah’ın insandan daha güzel mahlûku olmadığı kanaatindedirler. Zira Allah insanı canlı, bilen, irade sahibi, konuşan, işiten, dinleyen, gören, düşünüp tedbir alan, hikmetle hareket eden ve bütün bu özellikleri sayesinde fizik bakımdan kendisinden daha güçlü varlıklar üzerinde bile hâkimiyet kurabilen , kültürler ve medeniyetler geliştirebilen bir varlık olarak yaratmıştır ki bütün bu vb. sıfatlar aynı zamanda ilâhî sıfatların bir kısmının ondaki yansımaları, tecellileridir (krş. Şevkânî, V, 546). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:646-647
 

وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ


Cümle atıf  harfi و ‘la makabline matuftur.  هٰذَا  işaret ismi  التّ۪ينِ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur.  الْبَلَدِ  ism-i işaretten bedeldir. الْاَم۪ينِ  kelimesi  الْبَلَدِ ‘nin sıfat olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ


هٰذَا , atıf harfi  وَ ‘la birinci ayetteki muksemun bih olan  التّ۪ينِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camiâ tezâyüftür.  الْبَلَدِ , ismi işaret  هٰذَا ‘dan bedeldir.

الْبَلَدِ  için sıfat olan  الْاَم۪ينِ  kelimesi, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْبَلَدِ ’nin işaret ismiyle gösterilmesi, ona dikkat çekmek ve tazim amacına matuftur.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’ her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İsm-i fâil olan  الْاَم۪ينِ  kelimesi beldeye isnad edilmiştir. Halbuki asıl isnad edilmesi gereken kelime beldenin ehlidir. Yani, beldede bulunan insanlar güvendedir. Burada da insanların bulunduğu yere, yani mekâna isnad vardır. Hal-mahal alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.

طُورِ س۪ين۪ينَۙ - الْبَلَدِ الْاَم۪ينِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı  vardır.

Bu (sayılan) nesnelere yemin edilmesinin anlamı, (ilgili ayetlerde işaret edilen) mübarek coğrafi mıntıkaların şerefini ve peygamberlerin ve salih kimselerin mesken tutmaları sayesinde buralarda zuhur eden hayır ve bereketi ortaya koymaktır. Dolayısıyla, incir ve zeytinin yetiştiği yer Hz. İbrâhim’in hicret ettiği ve Hz. Îsa’nın doğup büyüdüğü bölgedir. Tûr, Hz. Mûsa’ya (Allah tarafından) seslenilen mekan, Mekke ise alemler için hidayet kaynağının ta kendisi olan mekân ve Peygamber’in (sav) doğduğu ve peygamber gönderildiği yerdir. (Keşşâf)

اَم۪ينِ  emanet kökünden  فعيل  kalıbında fakat fail manasında yani emniyette kılan, zulüm ve haksızlık yapmaktan uzak, kendisine bırakılan şeyi iyi koruyan, güvenilir demektir. Bu manada âmin şeklinde ism-i faili duyulmuş değildir deniliyor. (Kasas, 28/57) ayetinde olduğu gibi âmin kelimesinin emn yerinde kullanılması  ذو أمن  yani emniyetli mealinde olarak nispet manasında olduğu söylenmiştir. Çünkü ism-i fail olarak âmin emniyeti olan, yani korkusu olmayan, yahut emniyet eden veya emniyet ve korkusuzluk veya emanet veren demektir. Beldenin eminliği de içinde bulunan kimseleri güvenilir bir adamın emaneti koruması gibi muhafaza eder, tecavüzden korur olmasıdır ki bu benzetme yoluyla verilmiş bir manadır veya emniyet ve korkusuzluk manasına gelen "emn" kökünde ism-i mef'ul olup me'mun, yani korkulmaz, korkutulmaz, emniyet ve sükun içinde demektir. Beldenin bu manaca emin olması da, içindeki halkın korkusuz ve tehlikesiz olması, yani dert ve sıkıntılardan korkulmaması manasına isnad-ı mecazîdir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)