اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
“Dostlar” diye çevirdiğimiz 62. âyetteki evliyâ, “birine yakın olan, birini himayesinde bulunduran, koruyucu, dost, yardımcı” gibi mânalara gelen velî kelimesinin çoğuludur. Kur’ân-ı Kerîm’de velî kelimesi, tekil veya çoğul olarak kırk sekiz âyette Allah’ın, kendisine inanıp buyruğunca yaşayan kullarına sevgisini, himaye ve yardımını, bu anlamda Allah ile insan arasındaki sevgi bağını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Allah ile kendileri arasında böyle bir sevgi bağı gerçekleşmiş, bu mazhariyete ulaşmış olanlar kültürümüzde “Allah dostları” diye anıldığından 62. âyetteki evliyâullah deyimini bu şekilde çevirdik.
Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bu âyette geçen evliyâullah kavramının kapsamı her ne kadar zamanla bilhassa tasavvuf geleneğinde oldukça daraltılmış, hatta giderek İslâm toplumlarında bu kavramla keramet arasında bir ilişki dahi kurulmuşsa da 63. âyette Allah dostlarının özelliği kısaca iman ve takvâ kelimeleriyle özetlenmektedir. Şu halde Allah’a iman eden ve takvâ (günah işlemekten sakınma, Allah’a saygı) bilinciyle yaşayan her müslüman Allah dostudur. Müfessirlerin kaydettiği bir hadiste evliyâullah, “görünüşleriyle Allah’ı hatırlatanlar” (tutum ve davranışlarıyla Allah’ın iradesine uygun bir yaşayışı yansıtanlar) şeklinde tanıtılmıştır (Taberî, XI, 131-163). Zemahşerî de, “Evliyâullah, Allah’a yakınlıklarını itaatleriyle gösterir, Allah da onlara yakınlığını lutuflarıyla gösterir” ifadesini kullanır (II, 195). Bu müfessire göre “Onlar ki, iman edip günah işlemekten sakınmışlardır” ifadesi, evliyâullahın Allah’a yaklaşmasını, “Onlara hem bu dünyada hem de âhirette müjdeler vardır” ifadesi de Allah’ın evliyâullaha yaklaşmasını dile getirmektedir. 64. âyetteki “Allah’ın sözlerinde değişme olmaz” ifadesi, bu âyetlerde Allah dostlarına verilen müjdelerle bağlantılı olarak açıklanmıştır. Buna göre Cenâb-ı Hakk’ın, bu kullarına verdiği müjdeler O’nun birer vaadidir ve O mutlaka vaadini yerine getirecektir.
64. âyetteki dünya hayatıyla ilgili müjdeyi “hayırlı (sâlih) rüya”, âhiret hayatıyla ilgili müjdeyi ise “cennet” olarak açıklayanlar olmuştur (Taberî, XI, 133-138). Ancak Râzî’nin de belirttiği gibi (XVII, 128), müjde kelimesi “insanın yüzünü güldürecek şekilde sevindiren haber” anlamına geldiğine göre insanı bu şekilde mutlu edecek olan her şey bu âyetin kapsamına girer. Allah dostlarının gerek dünya hayatında gerekse âhirette kendileri için müjde değeri taşıyan bütün iyi ve güzel şeyleri elde etmesi âyette “en büyük kazanç” şeklinde nitelenmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 117-118
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Allâh’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî değildirler, şehîd de değildirler, fakat kıyâmet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîdler imrenerek bakacaklardır.”
Ashâb-ı kirâm:
“Bunlar kimlerdir ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de, biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim yâ Rasûlallâh!” dediler.
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“Bunlar öyle bir kavimdir ki, aralarında ne akrabâlık ne de ticâret ve iş münâsebeti olmaksızın, sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Vallâhi yüzleri bir nûrdur ve kendileri de nûrdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar (kıyâmet günü) korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzûn oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler.” buyurdu ve peşinden şu âyeti okudu:
“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar ki Allâh’a îmân etmişlerdir ve hep takvâ ile (kalben Cenâb-ı Hakk’a olan yakınlıkları sâyesinde) korunur dururlar. Onlara dünya hayâtında da, âhiret hayâtında da müjdeler vardır. Allâh’ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluştur.” (Yûnus, 62-64) (Ebû Dâvud, Büyû, 76/3527; Hâkim, IV, 170
اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
اَلَٓا tenbih harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اَوْلِيَٓاءَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfudur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
خَوْفٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri mecazî istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ cümlesi, atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir.
وَ atıf harfidir. لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَحْزَنُونَۚ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَحْزَنُونَۚ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ
Bundan önce kıyamet günü, Allah'a iftira edenlerin durumlarının perişanlığına ve karşılaşacakları hallerin korkunçluğuna, tehdit ve ceza vaîdi yoluyla icmalen işaret edilmişti. İşte bu ayet de müminler için amellerinin sonucu müjde ve mükâfat vaadi kabilinden bir beyandır. (Ebüssuûd)
Kelamın tenbih edatıyla başlaması durumun önemine ima eder. اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ Bakara Suresi 12. ayette geçtiği gibidir. Cümle tenbih edatından sonra اِنَّ ile tekid edilmiştir. (Âşûr)
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اَلَٓا ve إنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan لَا خَوْفٌ ’un haberi mahzuftur. عَلَيْهِمْ bu mahzuf habere müteallıktır. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre umum ifade eder.
اَلَٓا : Tenbih için kullanılır. Kendinden sonraki ifadenin tahkikini gösterir. Zemahşerî: Bu yüzden kendisinden sonraki kasem manasında olabilecek kelimelerle başlayan cümleler gelir, isim cümlesine olduğu kadar fiil cümlesine de dahil olur, der. (Suyuti, İtkan, c. 1, s. 414)
اَلَٓا : kelamın başında gelen, lam ve hemze harfinden mürekkep bir tenbih harfidir.
اَلَٓا, ayette isim cümlesinin başına gelerek devamında gelecek sözü muhatabın can kulağıyla dinlemesini sağlamıştır. (Meydânî Habenneke Hasan Abdurrahman, Belagatu’l Arabiyye , s. 191)
İştikak ilminde, vâv, lâm ve yâ harflerinin terkiblerinin yakınlık manasına delalet ettiği ortadadır. Dolayısıyla her şeyin velisi ona yakın olan demektir. Allah’a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde O’na yaklaşmak, ancak insanın kalbi Hak Teâlâ’yı bilmenin nuruna gark olduğunda olur. (Fahreddin er- Râzî)
اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ izafetinde lafza-ı celale muzâf olması evliyanın şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ sözündeki عَلَي harf-i ceri mecazî istila içindir. (Âşûr, A’raf/35)
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
وَ ’la اِنَّ ’nin haberine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir. (Âşûr)
هم يَحْزَنُونَ ifadesinde müsnedün ileyh’in takdimi, fiil şeklindeki haber ile hasıl olan hükmü takviye eder. Mana ise “O kimseler için kendisinden kurtulamayacakları, sürekli onlarla kalacak olan sabit ve yerleşik bir korku söz konusu değildir.” şeklinde olacaktır. (Âşûr)
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ibaresinden korku ve hüznün devamlı olmayacağı değil fakat hiçbir zaman olmayacağı anlamı çıkarılmıştır. Çünkü burada nefy harfi لَا her ne kadar geniş zaman fiiline dahil olmuşsa da makamın gereği olarak devamlılık ifade eder. (Ebüssuûd, Maide Suresi 69)
يَحْزَنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” ve يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Burada ولاهم يحزنون cümlesinde, هم munfasıl zamirinin kullanılışı dolayısıyla kasr vardır. “Sadece Allah’ın hidayetine tabi olanlar mahzun olmayacaklar, başkaları değil.” manasını taşımaktadır. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 489)
Burada isim cümlesi olarak gelmiş iki cümle; kendilerine müjde verilen muhsinlerin hallerini toplu olarak ifade eden bir kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خوف ve حزن arasındaki fark; خوف, insanın gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlenmesi, حزن ise geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir. Burada ayrıca خوف kelimesinin önce حزن kelimesinin sonra zikredilmesinde bir incelik vardır. Şöyle ki gelecekte meydana gelecek bir şeylerden korkmak, geçmişte olmuş olanlarınkinden daha şiddetlidir. Bu nedenle خوف önce zikredilmiştir. Yine burada خوف ve حزن kelimelerinde kinaye vardır. خوف günahlardan dolayı cezalandırılmayacaklar, حزن de sevaplarından da mahrum bırakılmayacaklar manasında kinaye yapılmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 490)
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ibaresinde kasr vardır. Sadece onlar üzülmeyeceklerdir. Yani onlar üzülmezler ama başka üzülecek kimseler vardır. Kasr manası kastedilmeseydi cümle وَهُمْ لَا يَحْزَنُونَ şeklinde gelirdi. O zaman başka kimselerin de üzülmeyeceği manası anlaşılırdı.
Üzülmek يَحْزَنُونَ şeklinde fiil olarak, korku ise خَوْفٌ şeklinde masdar yani isim olarak gelmiştir. Korku halinin devamlılık arz ettiğine, üzülmenin ile teceddüt arzettiğine işaret vardır.
لَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Burada müfred kelime kullanılarak ولا حُزْنٌ buyurulmamıştır. Aksine bir zamirden haber verilerek müsned fiil olarak gelmiştir. Böylece onlarda olmayan hüznün başkalarında olacağı ifade edilmiştir. Bu başkaları da kâfirlerdir. Çünkü müsnedün ileyh, fiil olarak gelen habere takdim edilmiştir. Bu üslup da müsnedün ileyhin bu habere tahsis edildiğini ifade eder. (Âşûr, Araf Suresi 35)
لَا ve هُمْ kelimelerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.