Hümeze Sûresi 2. Ayet

اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُۙ  ...

Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!  (1 - 2. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِي o ki
2 جَمَعَ yığdı ج م ع
3 مَالًا mal م و ل
4 وَعَدَّدَهُ ve onu saydı durdu ع د د
 

“Vay haline!” diye çevirdiğimiz veyl kelimesi “çetin azap, helâk, yok olma, rezil rüsvâ olma, cehennemde bir vadi, beddua” anlamlarına gelmektedir. Meâlde bunların tamamına işaret eden “vay haline” lafzı kullanılmıştır. “Arkadan çekiştiren” diye çevirdiğimiz hümeze kelimesi ise “birini arkasından çekiştirmek, kaş göz, el kol işaretleriyle onunla alay etmek, aşağılamak” mânalarına gelen hemz kökünden türemiş bir sıfat olup “insanları arkadan çekiştirmeyi, şeref ve haysiyetlerini yaralamayı alışkanlık haline getiren, bundan zevk alan kimse” demektir. “Ayıp kusur arayan” diye çevirdiğimiz lümeze kelimesi de benzer davranışları arkadan değil, kişinin yüzüne karşı gösteren kimseyi ifade eder. Bu âyetlerin, mal ve servetinin çokluğuyla gururlanıp insanlarla alay ederek onların şahsiyetlerini zedeleyen Ahnes b. Şüreyk isimli putperest Arap hakkında indiği rivayet edilmiştir (bk. Kurtubî, XX, 183). Ancak sûrenin iniş sebebinin özel olması hükmünün genel olmasına engel değildir. İslâm dini, insan şahsiyetinin ve onurunun korunmasına son derece önem verdiği için Kur’an bu tür davranışları kınamakta ve böyle davranışlar sergileyenlerin âhirette ateşle cezalandırılacağını haber vermektedir. 2-3. âyetler servetinin çokluğuna gururlanıp insanlarla alay eden kimselerin aynı zamanda helâl haram demeden mal toplayan, onu saklayan, fakirlik korkusuyla cimrilik ederek onu hayır yolunda harcamaktan kaçınan, fakirin hakkını vermeyen ve servetinin kendisini ebedîleştireceğini sanan bencil ve maddeci kimseler olduklarını da ifade etmektedir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:686-687
 

اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُۙ


اَلَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  كُلِّ ‘den bedel olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَمَعَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. 

Bedel-i iştimâl: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَمَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.  مَالاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

عَدَّدَه  atıf harfi و ‘la  makabline matuftur.  عَدَّدَه  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَدَّدَه  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عدد ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُۙ


Müfret müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ي , önceki ayetteki  كُلِّ ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.

Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması bedel ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, Itnâb-îcâz)  

Sılası olan  جَمَعَ مَالاً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Aynı üslupta gelen  وَعَدَّدَهُ  cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden cümleler, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

عَدَّدَ  fiili  تفعيل  babındadır. Bu bab fiile kesret anlamı kazandırmıştır.

مَالاً ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

عَدَّدَ - جَمَعَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ bu kimseyi,  اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُۙ  böyle tavsif etmiştir. Zira bu, "hemz" ve "lemz"in (alay edip, çekiştirmenin) sebebi ve illeti yerine geçen bir ifadedir. Bu sebeb de, hümeze - lümeze olan kişinin, biriktirdiği mal sebebiyle kendisini beğenmesi ve kendisindeki üstünlüğün mal yüzünden olmasını sanması; böylece de başkalarını eksik ve noksan bulması, küçümsemesidir. (Fahreddîn er-Râzî)

Hamza, Kisâî ve İbn Âmir,  şedde ile  جمَّع  şeklinde; diğer kıraat imamları şeddesiz olarak  جَمَعَ  şeklinde okumuşlardır ki her iki okuyuşa göre de, mana birbirine yakındır. Fakat arada şöyle bir fark var: Şeddeli okunuş, bu insanın, malını oradan-buradan topladığına ve bunu, bir gün, iki gün, bir ay, iki ayda değil (çok uzun zamanda) biriktirdiğine delalet eder. Ama şeddesiz kıraat bu manayı ifade etmez.

Ayetteki  مَالاً  "mal" kelimesinin, şu iki sebepten ötürü nekre olarak getirilmiş olması mümkündür:

Mal, dünyada bulunan her şeye verilen bir addır. Nitekim Hak Teâlâ bu, ["Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdürler"] (Kehf, 46) buyurmuştur. Binaenaleyh bir insanın malı, bütün dünyanın malına nispetle, bir hiç mesabesindedir. Şu halde, insanın, bu kadarcık bir mal ile övünmesi, nasıl uygun düşer? Demek ki kelimenin nekre gelişi, kıllet (azlık ifade etmek içindir).

Diğeri de, Bu nekrelik ile, büyüklük ve önem manası kastedilmiş olur. Buna göre mana, "o, pislikte ve fesatta son derece büyük ve önemli bir mal biriktirmiştir. Dolayısıyla aklı olana, böyle bir mal ile övünmek nasıl uygun düşer" şeklinde olur. (Fahreddîn er-Râzî)

Ayetteki,  عَدَّدَ  "Onu tekrar tekrar sayandır" ifadesi ile İlgili olarak şu izahlar yapılır:

Bu kelime, "biriktirmek, hazırlamak" manasına olan   عدة  kökündendir. Nitekim bir şeyi bir şey için biriktirip, ona hazırlık için tutup, zamanın hadiselerine karşı bir ihtiyat yaptığın zaman,  أعددت الشيء لكذا  dersin.

Bu kelime ‘tek tek saydı’ manasınadır. Fiilin şeddeli olması ise, sayılan şeyin çokluğunu anlatmak içindir. Nitekim Arapça'da,  فلان يعدد فضائل فلان  "Falanca, falancanın faziletlerini ta'dâd ediyor" denir. İşte bu yüzden Süddî şöyle der: "Bu, "o malını saydı ve "Bu da benim, bu da benim" dedi. Böylece bu sayışı, gündüzün kendisini her şeyden alıkoydu. Gece olunca da, mallarını (paralarını) sakladı" demektir."

Bu, ‘çoğalttı’ manasınadır. Nitekim Arapça'da,  في بني فلان عدد أي كثرة  "Falanca oğullarında, oldukça adet, yani çokluk var" denir. Bu son iki görüş,  العدد (sayı) manası ile, birinci görüş ise,  العدة  manasına dayanır. Bu kimseler de, ayetteki bu fiili de şeddesiz olarak  عدده  şeklinde okumuşlardır. Buna göre şu iki izah yapılabilir:

a) Mana, ‘mal biriktirdi ve o malın sayısını belirledi’ şeklinde olabilir.

b) "Malının ve adamlarının adedini çoğalttı" manasında olabilir. Kişi her ne zaman böyle olursa, övünmeye ve böbülenmeye müsait olur. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)