15 Haziran 2026
Asr Sûresi 1-3 / Hümeze Sûresi 1-9 / Fil Sûresi 1-5 (601. Sayfa)
Asr Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 3 âyettir. Asr, çağ, ikindi vakti, uzun zaman demektir.
Mushaftaki sıralamada yüz üçüncü, iniş sırasına göre on üçüncü sûredir. İnşirah sûresinden sonra, Âdiyât sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (bk. Şevkânî, V, 579).
Sûrede insanı ebedî hüsrandan kurtaracak yollar gösteril­mektedir.
Ashâb-ı kirâmdan iki kişinin karşılaştıkları zaman biri diğerine Asr sûresini okumadan ve ardından selâm vermeden ayrılmadıkları rivayet edilir (Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, XI, 348).

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Asr Sûresi 1. Ayet

وَالْعَصْرِۙ  ...


1-2. Ayetler Meal  :   
Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْعَصْرِ asra andolsun ki ع ص ر

Asr (asır) kelimesi isim olarak “mutlak zaman, içinde bulunulan zaman, karn (80 veya 100 yıllık zaman dilimi), gece, sabah, akşam, ikindi vakti, ikindi namazı, bir neslin veya bir hükümdarın, bir peygamberin yaşadığı zaman dilimi, bir dinin yaşandığı dönem” gibi mânalarda kullanılır. Müfessirler burada zikredilen asr kelimesini ikindi vakti, ikindi namazı, mutlak zamanHz. Muhammed’in asrı ve âhir zaman gibi farklı şekillerde tefsir etmişlerdir. Bize göre bunlar içinde sûrenin içeriğine ve mesajına en uygun düşeni “mutlak zaman” anlamıdır. Buna göre sûrenin başında zamana yemin edilerek onun insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekilmiştir. Çünkü zaman, kendisi zaman üstü olan Allah Teâlâ’nın yaratma, yönetme, yok etme, rızık verme, alçaltma, yüceltme gibi kendi varlığını ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir varlık şartı olması yanında, insan bakımından da hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır. Yüce Allah böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine yemin ederek zamanın önemine dikkat çekmiş; onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunun, 2. âyetteki deyimiyle “hüsran” (ziyan) olacağını hatırlatmıştır. Burada “ziyan”la âhiret azabı kastedilmiştir. Çünkü zamanı ve ömrü boşa geçirmiş insan için en büyük ziyan odur (bk. İbn Âşûr, XXX, 531). Sûrede bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağı ifade edilmiştir:

a) Samimi bir şekilde iman etmek (iman hakkında bk. Kur’an Yolu, Bakara 2/256; Nisâ 4/136-137);

b) Dünya ve âhiret için yararlı işler yapmak, yani din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından kaçınmak;

c) Hakkı tavsiye etmek;

d) Sabrı tavsiye etmek.

İkinci şıktaki “iyi işler”in içinde hakkı ve sabrı tavsiye etmek de vardır; fakat bunlar, hem bireyin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yansıttığı hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar doğurduğu için önemi dolayısıyla ayrıca zikredilmiştir (hak için bk. Bakara 2/42; sabır için bk. Kur’an Yolu, Bakara 2/45). Hakkı ve sabrı tavsiye buyruğunda, bu görevlere kişinin öncelikle kendisinin uyması gerektiği anlamının da bulunduğu kuşkusuzdur. Bu husus, her akıl ve iz‘an sahibi tarafından kolayca anlaşılıp benimsenecek kadar açık olduğu için âyette bunun özellikle belirtilmesine gerek görülmediği anlaşılmaktadır.

Âyetteki hakkı ve sabrı tavsiye, eğitimin önemine ve mahiyetinin nasıl olması, amacının ne olması gerektiğine de ışık tutmaktadır. Çünkü her eğitim faaliyeti sonuçta bir tavsiye yani nasihat ve irşaddır. Doğru bir eğitim faaliyetinin amacı ise insanlara inançta, bilgide ve ahlâkta hakkı yani gerçeği ve doğruyu aktarmak; bunun yanında hayatın çeşitli şartları, maddî ve mânevî zorluklar, saptırıcı duygular, hata ve suç sebepleri karşısında da kişiye sabır ve dayanıklılık aşılamaktır. Hakkı ve sabrı tavsiye, toplumsal hayat ve birlikte yaşamanın getirdiği bütün ahlâkî görevleri içine alan geniş kapsamlı bir görevdir. Hakkın karşıtı bâtıldır; bâtıl ise inanç ve bilgide asılsızlık ve yanlışlığı, ahlâkta kötülüğü içine alan bir kavramdır. Ayrıca hak, adaletle de yakından ilişkilidir. Bu açıdan âyette insanların âdil olmaları ve adalet düzeninin, yani herkesin hakkına razı olduğu ve herkesin hakkının korunduğu bir toplumsal düzenin kurulmasına katkıda bulunmaları gerektiği de anlatılmaktadır. Sonuçta kul, sûrede sıralanan dört ilkeden iman ve sâlih amel sayesinde Allah’ın hakkını, hakkı ve sabrı tavsiye ile de kulların hakkını ödemiş olur.

Görüldüğü gibi Asr sûresi en kısa sûrelerinden biri olmakla birlikte Kur’an-ı Kerîm’deki bütün dinî ve ahlâkî yükümlülüklerin, öğütlerin özü sayılmaya değer bir anlam zenginliğine sahiptir. Bu sebeple İmam Şâfiî’nin sûre hakkında, “Şayet Kur’an’da başka bir şey nâzil olmasaydı, şu pek kısa sûre bile insanlara yeterdi. Bu sûre Kur’an’ın bütün ilimlerini kucaklıyor” dediği nakledilmiştir (bk. İbn Kesîr, VIII, 499; Muhammed Eroğlu, “Asr Sûresi”, DİA, III, 502). Mehmet Âkif Ersoy’un deyişiyle Asr sûresi bize şunu anlatır:

“Hâlikin nâ-mütenâhî adı var en başı Hak

Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak

Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken

Mutlaka sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden?

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh

Başta îmân-ı hakîkî geliyor sonra salâh

Sonra hak sonra sebât: İşte kuzum insanlık

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık”

(Safahât, İstanbul 1944, s. 419).


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:682-684

وَالْعَصْرِۙ


وَ  harf-i cer olup, kasem harfidir. الْعَصْرِ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri,  أقسم (Yemin ederim) şeklindedir.

وَالْعَصْرِۙ


Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. وَ , kasem harfidir. Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muksemun bih olan  الْعَصْرِ  car mecruru, takdiri  اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.

الْعَصْرِۙ  daki marifelik ahd-î zihnî’dir. كُلِّ عَصْرٍ  manasınadır. (Âşûr)

Kasemin cevabı muksemun aleyh, 2. ayette gelmiştir.

Asr suresine kasem harfi olan وَ  ile başlanılması dikkat çekmektedir. Bu, Kur’an’daki yeminlerin kahir ekseriyet formunu oluşturmaktadır. Yemin anlamındaki kasemin çoğul formu  أَقْسام ’dır. İslam öncesi Arap toplumunda yeminin çok yaygın olduğu, insanların sözlerini yeminle destekledikleri bildirilmektedir. Kur’ân, Arap diliyle nazil olduğu için Arapların bu adetini muhafaza etmiş, çeşitli edatlarla yapılan yeminleri ve ifadeyi güçlendiren değişik edebî sanatları kullanarak ilahî hakikatleri tekit ve teyit etmiştir. (Faiz Kalın, Asr Sûresi Bağlaminda Kur’ân’in Evrenselliği)

Allahü teâlâ, ikindi namazına yemin etti. Bu, o namazın, gündüzün çiftli namazı olan öğle ile tekli namazı olan akşam arasındaki orta namazı olduğu için açık üstünlüğünden dolayıdır. Bir hadis-i şerifte: ”Kim ikindi namazını kaçırırsa sanki ailesini ve malını kaybetmiş gibidir." buyurulmuştur.(Hadisi Ahmed b. Hanbel, Müsned'de 5/229 ve Nesâî, Sünende tahrîc etmişlerdir. Bkz. Câmiu'l-Usûl, 5/205.)

Bu tehdidin sırrı, ikindi namazını edadaki sorumluluğun zorluğudur. Çünkü insanlar, günün sonunda özellikle Hicaz'da o esnada hava serin olduğu için ticaretlerine ve kazançlarına dalar, maişetleri ile meşgul olurlar. Bu vakitte namazı ihmal ederek elde edilen kazanç, zarar hükmündedir, rüsvalık sebebidir.

Ya da asrdan maksat, nübüvvet asrıdır. Buna göre Allah Teâlâ Peygamberlik asrına yemin etmiştir. O asır, Rasûlüllah'ın gönderildiği vakittir. Bu asrın diğer asırlara karşı üstünlüğü açıktır. Çünkü peygamberlerin en hayırlısının, en hayırlı ümmetin ve ilâhi kitapların en hayırlısının asrıdır. Kemâlatların tamamı en geniş biçimde o dönemde görülmüştür.

Bir diğer görüşe göre, Allah Teâlâ mutlak olarak zamana yemin etmiştir. Çünkü zaman hayret verici işleri içerir. Bir de insanlar, zararları ve musibetleri zamana bağlarlar, mutsuzluğu ve zararı ona yüklerler. İşte bu anlayışı da gidermek için Rabbimiz zamana yemin etmiştir. Çünkü bir şey adına yemin etmek, onu tazimdir. Oysa kendisine hüsranın bağlandığı bir şey âdeten tazim edilmez. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: ”Zamana (dehre) sövmeyiniz. Şüphesiz Allah zamandır. "Yani zamanı yaratandır. Allah zamana yemin etmiştir. Çünkü o, gece, gündüz, güneş, ay, yıldızlar ve daha başka ilâhî ayetlerin görüntü mahallidir. ”Asr (zaman)" kelimesi, Allah'ın aşağıda işaret edeceğimiz ayetlerle yemin ettiği tüm alâmetleri içinde topladığı için yeminlerini, asra yeminle sona erdirmiştir: [”Fecre ve on geceye yemin ederim ki."] (Fecr: 1-2); [”Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiği zaman aya yemin ederim ki..."] (Şems: 1-2); (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Asr Sûresi 2. Ayet

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الْإِنْسَانَ insan ا ن س
3 لَفِي içindedir
4 خُسْرٍ ziyan خ س ر

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ


Kasemin cevabıdır. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الْاِنْسَانَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي خُسْرٍ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ

 

Ayet kasemin cevabıdır. Önceki ayetle birlikte, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Muksemun bih olan cevap cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanat vardır.  اِنَّ ‘nin ismi olan  الْاِنْسَانَ ’dir. ف۪ي خُسْرٍ  car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. 

الْاِنْسَانَ  kelimesindeki marifelik cins içindir. (Âşûr)

لَف۪ي خُسْرٍۙ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette  خُسْرٍۙ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumda hüsranın, insanı kapalı bir mekan gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır. 

اِنَّ الْاِنْسَانَ  ibaresinde zikr-i cüz irade-i kül vardır. Yani  اِنَّ الْاِنْسَانَ (insan) kelimesiyle bütün insanlar kastedilmiştir. Daha sonra gelen istisna bunun delilidir. (Safvetü’t Tefâsir)

اِنَّ الْاِنْسَانَ  kelimesinin başındaki  الْ  takısı cins manasındadır. Yani, bununla bir insan değil, insan cinsi kastedilmekte ve bütün insanların hüsranda oldukları anlatılmaktadır. Bunun manası da şudur: İnsan hüsran halinden hiç ayrılmamaktadır. Çünkü insan için hüsran, ömrünün elden gitmesidir. İnsan; ömründen giden her saatte ya iyilik ve taatta, ya da kötülük ve masiyettedir. Eğer masiyette ise zaten bu apaçık bir hüsrandır. Yok eğer taatta ise belki de elden kaçırdığı ondan daha faziletli bir taat vardır. İşte bu daha faziletli olanı elden kaçırması da kendisi için bir hüsran olmuştur. Demek ki insan her halükarda hüsrandadır.

Demek ki,  الْاِنْسَانَ  kelimesinin başındaki  الْ  cins manasına alınınca, bununla bütün insan cinsi kastedilmiş olmaktadır. Fakat, (İnsan lafzı ile, kâfir olan insan kastedilmiştir) de denilmiştir. Çünkü zaten  الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  sözü ile müminler istisna edilmiş ve hariç tutulmuştur. O halde, buradaki hüsrandaki insan mümin değil, kâfir olan insandır.

Hüsran manasındaki خُسْرٍۙ  kelimesinin  الْ 'sız, nekre olarak gelmesi tazim ifade eder. Yani insan o kadar büyük bir hüsrandadır ki, hakikatini yalnız Allah bilir. (Asr Suresi Tefsiri Üzerine/Hidayet IŞIK, Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)

خُسْرٍۙ  kelimesi, eksilmek ve sermayenin tükenmesi anlamındadır. Kelimenin belirsiz oluşu, konunun boyutuna dikkat çekmek içindir. ”İnsanlar ticarethanelerinde ve ömürlerini lezzet aldıkları yerlerde sarfetmelerinde, aslını Allah'tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği ölçüde çok büyük bir zarar içerisindedirler." anlamındadır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Asr Sûresi 3. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ  ...


Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak (ziyanda değillerdir)
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 وَتَوَاصَوْا tavsiye edenler و ص ي
7 بِالْحَقِّ hakkı ح ق ق
8 وَتَوَاصَوْا ve tavsiye edenler و ص ي
9 بِالصَّبْرِ sabrı ص ب ر

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ


اِلَّا  istisna edatıdır. İstisna-i muttasıldır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna minh; a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

تَوَاصَوْا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  تَوَاصَوْا  mahzuf elif üzere damme ile mebni  mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِالْحَقِّ  car mecruru  تَوَاصَوْا  fiiline mütealliktir.  تَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ  atıf harfi و ‘ la makabline matuftur. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi, sülasi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَاصَوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  وصى 'dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ


Ayet, önceki ayetten istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan  ٱلَّذِینَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıladaki tenbih için gelen mazi fiille, muzari manasında istikbal murad edilmiştir. Yani onlardan imanı gerçekleşen kimse demektir. (Âşûr, İnşikak/25)

Aynı üslubta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Buradaki  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsûf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Mevsûfun hazfi icâz-ı hazif sanatıdır.  

Aynı üslupta gelen  وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ  cümlesi ve  وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ  cümleleri sıla cümlesine atfedilmiştir. Her iki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden cümleler, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

تَوَاصَوْا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَالْعَصْرِۙ - الصَّبْرِ  kelimeleri arasında muvazene ve seci sanatları vardır. 

الصَّالِحَاتِ ’deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ  ve  وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ  ibaresinde fiilin tekrarı ile ıtnâb yapılmış­tır. Bu, tavsiye işine son derece önem verildiğini ortaya koymak içindir. (Safvetü’t Tefâsir)

وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ [Hakkı tavsiye edenler) den sonra وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (Sabrı tavsiye edenlerin) gelmesiyle, umumdan sonra hususun zikri yapılmıştır. Zira sabır, hakkın ifade ettiği umumi manaya dahildir. Ancak Yüce Allah sabrın faziletinin yüceliğini ifade etmek için onu ayrıca zikretti. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Çok kısa olduğu halde çok derin manalar taşıyan surenin son ayetinde, hüsrandan kurtulmanın yolları sayılarak hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneği verilmiştir. Bu aynı zamanda taksim sanatıdır.

Allah Teâlâ, ayette istisna edilenler arasında, imanları ve salih amelleri sebebiyle, bir ziyan ve iflas içinde olmaktan hariç kalıp, kendilerini mükafat elde etmeye ve ilâhi cezadan kurtulmaya götüren şeylere sımsıkı sarılmaları açısından, mutluluk erbabı kimseler (saidler) haline gelenler olduğunu beyan edince, bundan sonra onları, alabildiğine taata düşkün olmakla ve sadece kendilerini ilgilendiren şeylerle yetinmeyip, dindarların içinde bulunmaları gereken bir durum olarak, başkalarının da taatlarına sebep olsunlar diye, yollarını, "başkalarına da tavsiye eden kimseler" olarak tavsif etmiştir. İşte Hak Teâlâ bu yüzden ve bu tarz üzere, ["Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk-çocuğunuzu ateşten koruyunuz"] (Tahrîm, 6) buyurmuştur. Binaenaleyh; hakkı tavsiyenin içine, ilim ve amel gibi dinin diğer hususları; sabrı tavsiyenin içine de, kişinin kendi nefsini hem kendine farz olanları yapma hususunda, hem de haramlardan kaçınma hususunda mükellefiyet meşakkatlerine katlanması da girer. Çünkü, nefsin hoşuna gitmeyen işlere yönelip hoşuna giden (haramlardan) geri durması, bu her ikisi de çok zor iştir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

Bu ayette alabildiğine bir tehdit vardır. Çünkü Hak Teâlâ şu dört şeyi yani iman, salih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye işini yerine getirenler hariç bütün insanlığın hüsranda (ziyanda) olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh bu, kurtuluşun ancak bunların tümüne bağlı olduğuna delalet eder ve mükellefe, kendi işlerini yapması gerektiği gibi, kendisi dışındakiler için de dine davet etmek, nasihat, emr-i maruf nehy-i münkerde bulunmak ve kendisi için sevip, arzu ettiği şeyi başkaları için de sevip arzu etmesi gibi, yapması gereken işler olduğunu gösterir. Hak Teâlâ daha sonra, birincisi Allah'a daveti, ikincisi davet işini sürdürme; yahut da birincisi, emr-i ma'rufu (iyiliği emir ve tavsiyeyi); İkincisi de nehyi münkeri (kötülükten sakındırmak ve alıkoymayı) içine alsın diye fiili tekrar etmiştir. Hak Teâlâ'nın, ["Münkeri nehyet ve sabret"] (Lokman, 17) ayeti de böyledir. Hazret-i Ömer (ra) de, "Beni, kusurlarım hususunda ikaz edenden Allah razı olsun, Allah ona rahmet etsin" demiştir. (Fahreddîn er-Râzî)

Ayet,  الحق ‘ın ağır bir şey olduğuna; mihnet ve sıkıntıların ise onun ayrılmaz vasfı olduğuna delalet etmektedir. İşte bundan ötürü Hak Teâlâ,  الحق  lafzı ile beraber  التواصى (tavsiye) fiilini kullanmıştır. (Fahreddîn er-Râzî)

Hak Teâlâ bir emir sanılmasın diye,  تواصوا  "tavsiye edenler" buyurmuş, ama  يتواصون  (tavsiye ederler) buyurmamıştır. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın maksadı, bu kimseleri, kendilerinden geçmişte sadır olmuş şeyler sebebiyle methetmektir. Bu da, onların ileride de bunu sürdürme arzusunda olduklarını ifade eder. (Fahreddîn er-Râzî)

 
Hümeze Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 9 âyettir. Hümeze, insanları arkadan çekiştiren,ayıplayan kimse demektir
Mushaftaki sıralamada yüz dördüncü, iniş sırasına göre otuz ikinci sûredir. Kıyâmet sûresinden sonra, Mürselât sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede insanları küçümseme, kusur arama gibi davranışlar eleştirilmekte; servete güvenme ve onu yanlış yolda kullanmanın kişiye ne büyük zararlar getireceği anlatılmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hümeze Sûresi 1. Ayet

وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۨۙ  ...


1-2. Ayetler Meal  :   
Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيْلٌ vay haline
2 لِكُلِّ herkesin ك ل ل
3 هُمَزَةٍ diliyle çekiştiren ه م ز
4 لُمَزَةٍ kaş göz işaretleriyle alay eden ل م ز

“Vay haline!” diye çevirdiğimiz veyl kelimesi “çetin azap, helâk, yok olma, rezil rüsvâ olma, cehennemde bir vadi, beddua” anlamlarına gelmektedir. Meâlde bunların tamamına işaret eden “vay haline” lafzı kullanılmıştır. “Arkadan çekiştiren” diye çevirdiğimiz hümeze kelimesi ise “birini arkasından çekiştirmek, kaş göz, el kol işaretleriyle onunla alay etmek, aşağılamak” mânalarına gelen hemz kökünden türemiş bir sıfat olup “insanları arkadan çekiştirmeyi, şeref ve haysiyetlerini yaralamayı alışkanlık haline getiren, bundan zevk alan kimse” demektir. “Ayıp kusur arayan” diye çevirdiğimiz lümeze kelimesi de benzer davranışları arkadan değil, kişinin yüzüne karşı gösteren kimseyi ifade eder. Bu âyetlerin, mal ve servetinin çokluğuyla gururlanıp insanlarla alay ederek onların şahsiyetlerini zedeleyen Ahnes b. Şüreyk isimli putperest Arap hakkında indiği rivayet edilmiştir (bk. Kurtubî, XX, 183). Ancak sûrenin iniş sebebinin özel olması hükmünün genel olmasına engel değildir. İslâm dini, insan şahsiyetinin ve onurunun korunmasına son derece önem verdiği için Kur’an bu tür davranışları kınamakta ve böyle davranışlar sergileyenlerin âhirette ateşle cezalandırılacağını haber vermektedir. 2-3. âyetler servetinin çokluğuna gururlanıp insanlarla alay eden kimselerin aynı zamanda helâl haram demeden mal toplayan, onu saklayan, fakirlik korkusuyla cimrilik ederek onu hayır yolunda harcamaktan kaçınan, fakirin hakkını vermeyen ve servetinin kendisini ebedîleştireceğini sanan bencil ve maddeci kimseler olduklarını da ifade etmektedir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:686-687

وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۨۙ


İsim cümlesidir.  وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِكُلِّ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  هُمَزَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  لُمَزَةٍ  kelimesi  هُمَزَةٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۨۙ


Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  وَيْلٌ ’nun haberi mahzuftur.  لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ   bu mahzuf habere mütealliktir. 

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri caizdir.

Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لُمَزَةٍ  kelimesi  هُمَزَةٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

هُمَزَةٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade eder.  فُعل  sıygasında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

لُمَزَةٍ  kelimesi  فُعل  vezninde sıfattır. Bu vezinde gelen sıfatlar mevsufta adet haline gelmiştir.

Cümleye, halini zikretmeden önce onu uyarmak ve tehdit etmek sebebiyle acele edildiği için  وَيْلٌ  kelimesinin zikriyle başlanmıştır. (Âşûr, Casiye/7) 

وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ ,  kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Bakara/79)

وَيْلٌ , azap, küçük düşürme, sıkıntı, felaket, yazık eyvah manasına gelir. Helake sebep bir işin içine düşen kişi veyl diye feryad eder.  وَيْلٌ لَهُ (helak olsun) demektir. (Elmalılı)

هُمَزَةٍ  - لُمَزَةٍۨۙ  kelimeleri mübalağa ifade eden kalıplardır. Çünkü fu’letun vezni mübalağa ve devam ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)

هُمَزَةٍ  - لُمَزَةٍۨۙ  kelimeleri arasında cinâs-ı gayrı tam vardır. Buna cinâs-ı nakıs da denir. (Safvetü’t Tefâsir)

هُمَزَةٍ  - لُمَزَةٍ  kelimeleri arasında ayrıca mürâât-ı nazîr, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فُعَلَةٍ  kalıbı bir şeyi adet edinmeyi ve alışkanlık haline getirmeyi gösterir. Mesela  ضُحَكَةٌ ولُعَنَةٌ  denilir ki, çok güldüren ve çok lanet eden demektir. Sükûn ile mef'ûl kalıbında هُمْزَ ve  لُمْزَ de okunmuştur ki maskara kimseye, gülünecek ve sövülecek şeyi çok yapana denir. (Beyzâvî, Âşûr)

Ayetteki  هُمَزَةٍ  ve   لُمَزَةٍۨۙ  kelimeleri, insanların onurlarını kırmakta, onları ayıplamakta yaygın olarak kullanılan kelimelerdir.

Kâmus'ta:  الهامز والهمزة ; jurnalci, kötüleyici,  اللمزة ; insanları ayıplayan veya  اللمزة ; seni yüzüne karşı kınayan,  الهمزة  de; gıyabında ayıplayandır" denilmektedir.

Edebu'l-Kâtip isimli eserde, bu sûrenin Ahnes veya Velid b. Mugîre hakkında indiği söylenmektedir. Çünkü onların her ikisi de Resulullah'ın ardından onu çekiştirirlerdi. Ama doğrusu şu ki, hüküm umumidir. ayetteki  لِكُلِّ   ”herkes" ifadesi de buna işaret etmektedir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: ”Mümin, akıllı ve uyanıktır. Münafık ise, insanları yüzlerine karşı kınayıcı, arkadan ayıplayıcı ve sert olup geceleyin odun toplayan gibi malını, nereden kazanıp nereye harcadığını bilmez."

Bu iki huy, cehalet, öfke ve kibirden meydana gelmiş iki kötü huydur. Çünkü onlarda eziyet vardır, insanlara karşı üstünlük arzusu vardır. Bu huyları üzerinde bulunduran kişi, insanlara üstün gelmeyi ister, kendisinde üstün olabilecek bir fazilet bulamaz ve onlara karşı üstünlüğünü göstermek için onlara birtakım ayıplar ve düşüklükler nispet eder. Yaptığı şeyin düşüklüğün ta kendisi olduğunu, birisinde düşüklüğün olmayışının fazilet sayılmadığını bilmez. O, nefsi ve şeytanı tarafından kandırılmıştır. Nutkî (konuşma) ve gadabî (öfke) kuvvet rezillikleriyle nitelenmiştir. (Rûhu’l Beyân)

 
Hümeze Sûresi 2. Ayet

اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِي o ki
2 جَمَعَ yığdı ج م ع
3 مَالًا mal م و ل
4 وَعَدَّدَهُ ve onu saydı durdu ع د د

اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُۙ


اَلَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  كُلِّ ‘den bedel olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَمَعَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. 

Bedel-i iştimâl: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَمَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.  مَالاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

عَدَّدَه  atıf harfi و ‘la  makabline matuftur.  عَدَّدَه  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَدَّدَه  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عدد ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُۙ


Müfret müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ي , önceki ayetteki  كُلِّ ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.

Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması bedel ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, Itnâb-îcâz)  

Sılası olan  جَمَعَ مَالاً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Aynı üslupta gelen  وَعَدَّدَهُ  cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden cümleler, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

عَدَّدَ  fiili  تفعيل  babındadır. Bu bab fiile kesret anlamı kazandırmıştır.

مَالاً ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

عَدَّدَ - جَمَعَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ bu kimseyi,  اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُۙ  böyle tavsif etmiştir. Zira bu, "hemz" ve "lemz"in (alay edip, çekiştirmenin) sebebi ve illeti yerine geçen bir ifadedir. Bu sebeb de, hümeze - lümeze olan kişinin, biriktirdiği mal sebebiyle kendisini beğenmesi ve kendisindeki üstünlüğün mal yüzünden olmasını sanması; böylece de başkalarını eksik ve noksan bulması, küçümsemesidir. (Fahreddîn er-Râzî)

Hamza, Kisâî ve İbn Âmir,  şedde ile  جمَّع  şeklinde; diğer kıraat imamları şeddesiz olarak  جَمَعَ  şeklinde okumuşlardır ki her iki okuyuşa göre de, mana birbirine yakındır. Fakat arada şöyle bir fark var: Şeddeli okunuş, bu insanın, malını oradan-buradan topladığına ve bunu, bir gün, iki gün, bir ay, iki ayda değil (çok uzun zamanda) biriktirdiğine delalet eder. Ama şeddesiz kıraat bu manayı ifade etmez.

Ayetteki  مَالاً  "mal" kelimesinin, şu iki sebepten ötürü nekre olarak getirilmiş olması mümkündür:

Mal, dünyada bulunan her şeye verilen bir addır. Nitekim Hak Teâlâ bu, ["Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdürler"] (Kehf, 46) buyurmuştur. Binaenaleyh bir insanın malı, bütün dünyanın malına nispetle, bir hiç mesabesindedir. Şu halde, insanın, bu kadarcık bir mal ile övünmesi, nasıl uygun düşer? Demek ki kelimenin nekre gelişi, kıllet (azlık ifade etmek içindir).

Diğeri de, Bu nekrelik ile, büyüklük ve önem manası kastedilmiş olur. Buna göre mana, "o, pislikte ve fesatta son derece büyük ve önemli bir mal biriktirmiştir. Dolayısıyla aklı olana, böyle bir mal ile övünmek nasıl uygun düşer" şeklinde olur. (Fahreddîn er-Râzî)

Ayetteki,  عَدَّدَ  "Onu tekrar tekrar sayandır" ifadesi ile İlgili olarak şu izahlar yapılır:

Bu kelime, "biriktirmek, hazırlamak" manasına olan   عدة  kökündendir. Nitekim bir şeyi bir şey için biriktirip, ona hazırlık için tutup, zamanın hadiselerine karşı bir ihtiyat yaptığın zaman,  أعددت الشيء لكذا  dersin.

Bu kelime ‘tek tek saydı’ manasınadır. Fiilin şeddeli olması ise, sayılan şeyin çokluğunu anlatmak içindir. Nitekim Arapça'da,  فلان يعدد فضائل فلان  "Falanca, falancanın faziletlerini ta'dâd ediyor" denir. İşte bu yüzden Süddî şöyle der: "Bu, "o malını saydı ve "Bu da benim, bu da benim" dedi. Böylece bu sayışı, gündüzün kendisini her şeyden alıkoydu. Gece olunca da, mallarını (paralarını) sakladı" demektir."

Bu, ‘çoğalttı’ manasınadır. Nitekim Arapça'da,  في بني فلان عدد أي كثرة  "Falanca oğullarında, oldukça adet, yani çokluk var" denir. Bu son iki görüş,  العدد (sayı) manası ile, birinci görüş ise,  العدة  manasına dayanır. Bu kimseler de, ayetteki bu fiili de şeddesiz olarak  عدده  şeklinde okumuşlardır. Buna göre şu iki izah yapılabilir:

a) Mana, ‘mal biriktirdi ve o malın sayısını belirledi’ şeklinde olabilir.

b) "Malının ve adamlarının adedini çoğalttı" manasında olabilir. Kişi her ne zaman böyle olursa, övünmeye ve böbülenmeye müsait olur. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

 
Hümeze Sûresi 3. Ayet

يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُۚ  ...


O, malının, kendisini ebedîleştirdiğini sanır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَحْسَبُ sanıyor ح س ب
2 أَنَّ muhakkak
3 مَالَهُ malının م و ل
4 أَخْلَدَهُ onu ebedi yaşatacağını خ ل د

يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُۚ


Cümle önceki ayetteki   عَدَّدَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). 

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَحْسَبُ  damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  يَحْسَبُ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَنَّ  tekid ve masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  مَالَهُٓ kelimesi   اَنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَخْلَدَهُ  fiili  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَخْلَدَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَخْلَدَهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خلد ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُۚ


Ayet önceki ayetteki  عَدَّدَ ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُ , masdar tevilinde,  يَحْسَبُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Ayrıca mef’ûl cümlesi  اَنَّ  ile tekid edilmiştir. Bütün bunlardan, onların bu zanlarının ne kadar belirgin ve kesin olduğu anlaşılmaktadır.

مَالَ ‘nin önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu tekrar ve müsnedün ileyhin izafetle marife olması, tahkir kastı taşımaktadır.

Cenab-ı Hak,  أخلده  buyurdu da  يخلده   buyurmadı. Çünkü ayetten kastedilen mana, "Bu insan malının, kendisine ebediyet kazandırıp, ölümden kurtaracağını ve kendisinin artık ölümden kurtulduğuna hükmedildiğini sanır" şeklindedir. İşte bu yüzden Allah Teâlâ, bu fiili mazi sıygasıyla   أخلده  getirmiştir. Hasan el-Basrî de şöyle der:  ”Ölüm kadar hiç şüphesi olmayan, ama sanki kesin değilmiş gibi şüpheye yakın, kat'î bir şey görmedim." (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

 
Hümeze Sûresi 4. Ayet

كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِۘ  ...


Hayır! Andolsun ki o, Hutâme’ye atılacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَلَّا hayır
2 لَيُنْبَذَنَّ andolsun o atılacaktır ن ب ذ
3 فِي
4 الْحُطَمَةِ Hutame’ye ح ط م

Hutame, “kıran, parçalayan” anlamında bir sıfat olup içine atılan her şeyi yakarak kırıp geçiren cehennemi veya onun özel bir bölümünü ifade eder. “Hayır!” anlamına gelen 4. âyetin başındaki kellâ kelimesi, asıl gerçeğin yukarıda nitelikleri anlatılan o bedbaht inkârcının düşündüğü gibi olmadığını gösteren bir uyarı amacı taşır. Nitekim devamında onun mutlaka cehenneme atılacağı bildirilmektedir. 5. âyetteki soruyla cehennemin son derece korkunç bir yer olduğuna vurgu yapılmıştır.

Burada dünyadayken gönül incitip yürek yakan suçluların, günah­kârların –zindandaki mahpuslar, esirler gibi– uzun direklere, sütunlara bağlandıkları, ateşten kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı bir cehennem tasviri yapılmaktadır. Öyle ki, her şeyi yakıp kavuran ateş, ta yüreklere kadar bütün vücudu sarıp kuşatıyor! Çünkü o günahkâr da dünyada zayıf, çaresiz mâsumların yüreklerini yakmıştı. Her kötülük önce kalptedir, oradan başlar ve sonrasında inkâr, hakaret, küfür, alay, aşağılama, çekiştirme, saldırı vb. eylemler olarak dışa taşar. Onun için âyette azabın da kalpleri saracağı belirtilmiştir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:687

كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِۘ


كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler  ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا  Edatı )  

يُنْبَذَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir.  فِي الْحُطَمَةِ  car mecruru  يُنْبَذَنَّ  fiiline mütealliktir. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِۘ


İstînafiyye olarak fasılla gelen ayette  كَلَّٓا , manevi tekid harfi, caydırma ve azarlama ifade eder.

Bir cevap edatı olan  كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da  كَلَّا  Edatı) 

“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

Ayet, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Muksemun bih, mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Kurtubî'den nakledildiğine göre: ”Fakat ne mümkün" diye ifade edilen  كَلَّٓا  kelimesinin, red ve men manasına ihtimali olduğu gibi, ‘gerçekten’ anlamına da ihtimali vardır. Burada her ikisi de caizdir.

الْحُطَمَةِۘ  kelimesi  فُعل  veznindedir. Bu vezin mübalağa ifade eder. 

هُمَزَةٍ  - لُمَزَةٍۨۙ - الْحُطَمَةِۘ  kelimeler arasında muvazene sanatı vardır.

فِي الْحُطَمَةِۘ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen  الْحُطَمَةِۘ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. İnsanın cehennem azabına maruz kalması, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir.  Çünkü  الْحُطَمَةِۘ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

[Hayır!] Bu ifade, yukarıdaki özellikleri taşıyan, bu batıl hesaptan mendir. Yemin olsun ki o,  الْحُطَمَةِۘ 'ye yani adeti, içine atılan her şeyi kırmak ve parçalamak olan ateşe atılacaktır. Çünkü onun huyu da insanların namuslarıyla oynamak ve mal toplamaktı. Bu sözden anlaşılıyor ki, onların  الْحُطَمَةِۘ 'ye atılmaları kendi amellerine uygun bir cezadır. Çünkü onların âdeti, yüze karşı ve arkadan kınamak, ırz ve namuslara sataşmak olunca parçalayıcı cehenneme atılmak da âdet oldu.  الْحُطَمَةِۘ  ve  لُمَزَةٍۨۙ  kelimelerinin kalıbı, aynen (Rûhu’l Beyân) 

النَّبْذُ  Hoşlanılmayan bir şeyi fırlatıp atmak manasında kullanılır.  فَأخَذْناهُ وجُنُودَهُ فَنَبَذْناهم في اليَمِّ  ayeti için keşşaf’ın  sahibi şöyle mana vermiştir; “Allah, Firavun ve ordusunu  çakıl taşlarını avuca alıp fırlatmak gibi onları da öylece değersiz ve hakaret için denize fırlattı”. (Âşûr)

الْحُطَمَةِۘ ‘deki marifelik ahd içindir. (Âşûr)

Müberred şöyle der:  الْحُطَمَةِۘ , içine düşen herkesi, un-ufak eden, kırıp-geçiren cehennem demektir. Nitekim yanındakilerin yiyeceklerini de yiyen, "çok obur kimse" manasında  رجل حطمة  denilir. Arapça'da  الحطم ‘kırmak’ manasınadır. Yine Arapça'da, hayvanları sürerken, itip-kaktığı, vurup-kırdığı için, çobana  شر الرعاء الحطمة (çobanların en şerlisi, kırıp dökendir) denilir. Müfessirler,  الْحُطَمَةِۘ ‘nin, cehennemin isimlerinden biri olduğunu ve cehennemin ikinci tabakasını teşkil ettiğini söylemişlerdir. Mukatil de şöyle der: "الْحُطَمَةِۘ , kemikleri kırıp döken, etleri yiyen, kalblere hücum edendir." Hz Peygamber (sav)'in de, "Melek kâfiri yakalar ve tıpkı, odunun diz üzerine konulup kırıldığı gibi, onu belinden kırar ve cehenneme atar" buyurduğu rivayet edilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

 
Hümeze Sûresi 5. Ayet

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحُطَمَةُۜ  ...


 Hutame’nin ne olduğunu sen ne bileceksin?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا nedir?
2 أَدْرَاكَ bilir misin? د ر ي
3 مَا nedir
4 الْحُطَمَةُ Hutame ح ط م

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحُطَمَةُۜ


وَ  itiraziyyedir. İsim cümlesidir.  مَٓا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَدْرٰيكَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

مَا الْحُطَمَةُ  cümlesi  اَدْرٰيكَ  fiilin ikinci mef’ûlü olarak mahallen mansubdur.  اَدْرٰيكَ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْحُطَمَةُ  haber olup lafzen merfûdur. 

اَدْرٰيكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دري ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحُطَمَةُۜ


وَ , itiraziyye, ayet muterizadır. İtiraz, bir kelamın ortasında veya aralarında mana açısından benzerlik olan iki kelam arasında (ikincisi birincinin tekidi, beyanı, bedeli veya matufu olma açısından) yer alan ve îrabdan mahalli olmayan bir veya birkaç cümleye denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İtiraz cümleleri, tenzîh, tazim, dua, tenbih, teberrük, takrir, tasrih.. gibi çeşitli gayelere binaen yapılan itnab sanatıdır.

Önceki ve sonraki ayetler arasında itiraziye olan cümlede istifham harfi  مَا  mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَدْرٰيكَ مَا الْحُطَمَةُۜ  cümlesi, haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olarak gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)  

مَا الْحُطَمَةُۜ  cümlesi,  اَدْرٰيكَ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْحُطَمَةُۜ  haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müsned olan  الْحُطَمَةُۜ ’nin  الْ  takısıyla marife gelmesi, ondaki özelliğin kemâline işaret etmiştir.

مَٓا , istifham harfinin ve zamir makamında  الْحُطَمَةُ ‘nün zahir olarak zikredilmesi, tehdit ve korkuyu artırmak için yapılmış ıtnâbsanatıdır. Ayrıca bu kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

مَٓا , istifham harfinin tekrar edilmesi ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)     

Tâhir bunun belki de bu kullanım sıygalarına mahsus bir şey olduğunu, bu konuda düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Belki de Şeyh Tâhir mazi fiille kullanımda konunun açıklanmasını ve muzari fiilden sonra ise konunun açıklanmaması hususunu araştırmayı kastetmiştir. Ben bu konuda Şeyh'in tavsiye ettiği gibi düşündüm ve bulabildiğim tek şey şu oldu: Mazi fiil geçmişte olan bir şeyi ifade eder, dolayısıyla bilinmesi gereken yerlerde kullanılır. “Onu sana ne bildirdi?” sorusu, onu sana bildiren şey hakkında değildir. Sual geçmiş hakkındadır. Yani bu olayın üzerinden zaman geçti, ama sen bilmediğin için biz şimdi sana bunu bildiriyoruz dercesine arkadan açıklama gelmiştir. Halbuki muzari fiille olan soru bu manada değildir. Çünkü muzari ya hale ya da geleceğe delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.130) 

İbn Âşûr’a göre, bu rivayetler sahihse Kur’an’daki  ما أدْراكَ  ifadelerinin mef’ûllerinin kesinlikle gerçekleşeceğinin bildirildiği,  وما يُدْرِيكَ  ifadelerinin mef’ûllerinde ise böyle bir bilginin verilmediği söylenebilir. Bu yaklaşımın, birinci ifadedeki istifhamın korkutma ve olayın vahametini ortaya koyma, ikinci ifadedeki istifhamın ise inkâr amacıyla yapılmış olduğu öncülünden hareket etmesi mümkündür. Bunun yanında birinci ifadedeki sorunun geçmiş zaman, ikinci ifadedeki sorunun şimdiki-gelecek zaman kipinde sorulmuş olması da böyle bir anlam doğurabilir. Hatta geçmiş zaman kipi ile sorulan sorunun, cevabın şimdiki-gelecek zamanda bildirileceğine dair bir mesaj taşıdığı da söylenebilir. (Muhammed İsa Yüksek,Kur’an’daki ‘ve-mâ edrâke’ Kalıbı Bağlamında Metafizik Varlıkların Mahiyet Tespitinde Dilin İmkânı)

Süfyan b. Uyeyne, "Kur'an'da  وَمَٓا اَدْرٰيكَ  şeklinde gelen her şeyi, Cenab-ı Hak, peygamberine haber vermiş, ne olduğunu bildirmiş; ama  ماَ يُدْريكَ  şeklinde gelenleri ise, haber vermemiş, cevabının ne olduğunu bildirmemiştir. Mesela,  وَمَا یُدۡرِیكَ لَعَلَّ ٱلسَّاعَةَ قَرِیبࣱ [Ne bilirsin belki de kıyamet yakındır.] (Şura, 17) ayetinde olduğu gibi" demiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

[الْحُطَمَةُۜ 'nin ne olduğunu biliyor musun?] Bu ifade ile onun, kul aklının alabileceği şeylerden olmadığı belirtilerek korkutulmaktadır. (Rûhu’l Beyan) 

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحُطَمَةُ  sorusu, cehennemin durumunun korkunçluğunu ve dehşet verici olduğunu ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)

Hümeze Sûresi 6. Ayet

نَارُ اللّٰهِ الْمُوقَدَةُۙ  ...


6-7. Ayetler Meal  :   
O, Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَارُ ateşidir ن و ر
2 اللَّهِ Allah’ın
3 الْمُوقَدَةُ tutuşturulmuş و ق د

نَارُ اللّٰهِ الْمُوقَدَةُۙ


İsim cümlesidir.  نَارُ اللّٰهِ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْمُوقَدَةُ kelimesi نَارُ ‘un sıfatı olup damme ile lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُوقَدَةُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i mef’ûlüdür.

نَارُ اللّٰهِ الْمُوقَدَةُۙ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  نَارُ اللّٰهِ  izafeti, takdiri  هِىَ (o) olan mübteda için haberdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin izafetle marife oluşu az sözle çok mana ifade etme amacına matuftur. 

Veciz ifade kastına matuf  نَارُ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  نَارُ , tazim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

نَارُ  için sıfat olan  الْمُوقَدَةُۙ ‘in ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

نَارُ اللّٰهِ  tabiri Kur’an-ı Kerim’de sadece bu ayette geçmektedir.

Ayet ibhamdan sonra izah babında ıtnâbdır. Önceki ayetteki  الْحُطَمَةُۜ ‘nin ne olduğu açıklanmıştır.

نَارُ ’nun  الْحُطَمَةُۜ ’dan bedel olduğu da söylenmiştir.

Burada,  نَارُ اللّٰهِ  ifadesiyle "ateş"in "Allah"a izafe edilmesi, onun büyüklüğünü ve dehşetini anlatmak için olup, "bu, başka ateşlere benzemeyen bir ateştir.  نَارُ اللّٰهِ الْمُوقَدَةُۙ ; ‘’O ateş, hiç sönmemek üzere tutuşturulmuştur, yahut da Allah'ın emir ve kudretiyle tutuşturulmuş bir ateştir" demektir. Hz Ali (ra)'nin, "Altında ateş cayır cayır yandığı halde, yerin üstünde Allah'a isyan edenlere şaşarım" şeklindeki sözü de bu manadadır. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Cehennem kıpkırmızı kesilinceye değin bin yıl yakıldı, sonra bembeyaz olana kadar bin yıl daha yakıldı, daha sonra da simsiyah olana kadar bin yıl daha yakıldı. O, şimdi simsiyah ve  kapkaranlıktır." Tirmizi, Cehennem, 8 (4/710), İbn. Mâce, zühd 38 (2/1445) (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

Hümeze Sûresi 7. Ayet

اَلَّت۪ي تَطَّلِعُ عَلَى الْاَفْـِٔدَةِۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّتِي ki
2 تَطَّلِعُ işler ط ل ع
3 عَلَى
4 الْأَفْئِدَةِ gönüllere ف ا د

اَلَّت۪ي تَطَّلِعُ عَلَى الْاَفْـِٔدَةِۜ

 

İsim cümlesidir. Müfred müennes has ism-i mevsûl  اَلَّت۪ي , önceki ayetteki  نَارُ ’nun ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَطَّلِعُ عَلَى الْاَفْـِٔدَةِ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. Damme ile merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. 

عَلَى الْاَفْـِٔدَةِ  car mecruru  تَطَّلِعُ  fiiline mütealliktir. 

اَلَّت۪ي تَطَّلِعُ عَلَى الْاَفْـِٔدَةِۜ


Müfred müennes has ism-i mevsûl  اَلَّت۪ي , önceki ayetteki  نَارُ ’nun ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsm-i mevsûlun sılası olan  تَطَّلِعُ عَلَى الْاَفْـِٔدَةِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasındaki faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْاَفْـِٔدَةِۜ , gönül, manevi anlamda kalp demektir. Kuran’da kalp yerine 16 kez kullanılmıştır. 

فُؤادٍ , kalb gibidir. Tutuşma anlamı dikkate alındığında  فُؤادٍ  denir. Çoğulu  الْاَفْـِٔدَةِۜ  şeklinde gelir.  فؤادت اللحم (eti kızarttım) denir. Burada özellikle gönüller manasındaki  الْاَفْـِٔدَةِۜ  kelimesinin zikredilmesi, onların ateşten aşırı derecede etkilenmelerinden dolayıdır. (Müfredat)

نَارُ - الْاَفْـِٔدَةِۜ  kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr ve teşâbüh-i etrâf sanatı vardır. 

Bir insan, dağın tepesine tırmanıp çıktığında,  طلع الجبل  denilir.  الاطلاع , cehennem ateşinin, etten-deriden, kalbe inmesi, varıp ona dayanması manasınadır. Burada bu fiilin kullanılmasındaki anlam şudur, Cehennem ateşi, cehennemliklerin içine doldu ve göğüslerine işledi, gönüllerini sardı. İnsanın bedeninde, kalbinden daha hassas ve ufacık bir eziyet karşısında çok fazla acı duyan, başka bir organı yoktur. Binâenaleyh cehennem ateşi, oraya hükümran olup, onu sardığında, ya durum nasıl olur? Sonra kalb, ateşin kendisini sarmasına rağmen yanmaz. Çünkü yanacak olsaydı, insan ölürdü. İşte Hak Teâlâ'nın, ["İnsan o (cehennemde) ne ölür, ne dirilir"] (Taha/74) ayetinden kastedilen budur. Bu durumun, kalbe tahsis edilişinin sebebi, bu kalbin, küfrün, kötü inançların ve bozuk niyetlerin merkezi oluşundan ötürüdür. Hz Peygamber (sav)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Cehennem, cehennemlikleri yer. Derken ta kalplerine varıp dayandığında, yeme işi sona erer. Hak Teâlâ, insanların etlerini ve kemiklerini yeniden halkeder." (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

 
Hümeze Sûresi 8. Ayet

اِنَّهَا عَلَيْهِمْ مُؤْصَدَةٌۙ  ...


8-9. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz uzatılmış direkler arasında (bağlı oldukları hâlde) ateş onların üzerine kapatılacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّهَا şüphesiz o
2 عَلَيْهِمْ onların üzerine
3 مُؤْصَدَةٌ kapatılıp kilitlenecektir و ص د

اِنَّهَا عَلَيْهِمْ مُؤْصَدَةٌۙ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هَا muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  مُؤْصَدَةٌ ‘e mütealliktir.  مُؤْصَدَةٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.

اِنَّهَا عَلَيْهِمْ مُؤْصَدَةٌۙ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , ihtimam ve korkuyu artırmak için amili olan  مُؤْصَدَةٌۙ ‘e takdim edilmiştir.

ؤصَدَ  sağlam olmak,  اؤصَدَ  ise kapatmak, kilitlemek manasındadır.  مُؤْصَدَةٌۙ , sülasi  ؤصَدَ fiilinin  افعال  babında ism-i mef’ûlüdür. 

Müsned olan  مُؤْصَدَةٌۙ ‘in ism-i mef’ûl vezninde  gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

Hasan el-Basrî,  مُؤْصَدَةٌۙ , tıpalanmış, sımsıkı kapatılmış manasına olup, "kapıyı kapattım"   أصدت الباب  ve  أوصدته  ifadesindendir. Bu, aynı manaya kullanılan iki lehçedir. Cenab-ı Hak,  مطبقة  demedi, Çünkü  الإطباق , kapı manasını ifade etmez.“ demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

Bu ayet, şiddetli bir azabın olacağını beyan etmektedir: Şöyle ki; Allah'ın istemesi halinde, O, cehennemi, kapısı olmayan yer halinde de yaratabilirdi. Ne var ki O, cehennemin kapıları olduğunu söylemek suretiyle, cehennemliklere çıkma işini hatırlatıp, ama çıkışlarına müsaade etmeyerek, onların pişmanlık ve nedametlerini artırmaktadır. (Fahreddîn er-Râzî)

Cenab-ı Hak,  عليهم مؤصدة  buyurmuş, ama,  مؤصدة عليهم  dememiştir. Çünkü, ilk kastedilen şeyin, onların bu hal üzere olmalarını ifade eder. Ama,   مؤصدة عليهم  ifadesi ise, ilk maksat olarak, bu manayı ifade etmez. (Fahreddîn er-Râzî)

Hümeze Sûresi 9. Ayet

ف۪ي عَمَدٍ مُمَدَّدَةٍ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِي arasında
2 عَمَدٍ direkler ع م د
3 مُمَدَّدَةٍ uzatılmış م د د

ف۪ي عَمَدٍ مُمَدَّدَةٍ


ف۪ي عَمَدٍ   car mecruru önceki ayetteki  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  مُمَدَّدَةٍ  kelimesi  عَمَدٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُمَدَّدَةٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.

ف۪ي عَمَدٍ مُمَدَّدَةٍ


Car mecrur  ف۪ي عَمَدٍ مُمَدَّدَةٍ , önceki ayetteki  مُؤْصَدَةٌۙ ’deki veya  عَلَيْهِمْ ’deki zamirden mahzuf  hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

عَمَدٍ ’deki nekrelik, tazim, tarifi mümkün olmayan nev ve kesret ifade eder.

مُمَدَّدَةٍ , rubai  مَدَّدَ  fiilinin  تفعيل  babında, ism-i mef’ûlüdür.

عَمَدٍ  için sıfat olan  مُؤْصَدَةٌۙ ‘in ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

ف۪ي عَمَدٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen  عَمَدٍ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Uzatılmış direkler arasında kalmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde kapalı olmaya benzetilmiştir.  Çünkü  direk, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, heriki durumdaki mutlak irtibattır.

عَمَدٍ - مُمَدَّدَةٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Surenin son iki ayeti hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

عَدَّدَهُۥ - أَخۡلَدَهُ - ٱلۡمُوقَدَةُ - مُّمَدَّدَةِۭ  gibi ayet sonlarında uygunluk vardır. Buna seci denir. (Safvetü’t Tefâsir) ayrıca fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

عَمَدٍ  kelimesi;  عمود  kelimesinin cem'ul-cemî'dir.  عمود  kelimesinin çoğulu ise  رسول 'ün   رُسُل ve زبور 'un  زُبُر  şeklinde çoğul yapılması gibi  العمود  kelimesidir.  العمود  ağaç veya demirden olup dikdörtgen tarzında olan şeye denir. Ve, bir binanın temeli ve direğidir. Nitekim, bir evin kendisi sayesinde ayakta durduğu şeye,  عمود البيت  ifadesi kullanılır.  Bunlar, tıpkı şehrin bina kapılarının kapanması gibi, kendisi ile o kapılarının kapanmış olacağı direklerdir, sütunlardır. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

في  burada  الباء  manasında olup, "O cehennem, cehennemliklerin üzerine, cehennemin önüne çekilmiş direkler ile kapatılır" demektir. Cenab-ı Hak,  بعمد  dememiştir, çünkü bunlar, çok oldukları için, sanki kapılar, onların içindeymiş gibidirler.

ف۪ي عَمَدٍ  deki mana, "Cehennem, cehennemlikler uzatılmış o direklerin içinde, tıpkı, kendileriyle kuzuların taşındığı kafesler ve vagonlar gibi, elleri kolları bağlanmış olduğu halde, o cehennemliklerin üzerine kapatılır" şeklinde olur. (Fahreddîn er-Râzî)

Fil Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir. Sûre, fillerle donanmış ordusuylaKâ’be’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin helâk edilişinden bahsettiği için bu adı almıştır
Mushaftaki sıralamada yüz beşinci, iniş sırasına göre on dokuzuncu sûredir. Kâfirûn sûresinden sonra, Felak sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede fil ordusu ile ilgili kıssa anlatılmaktadır. Kâbe’yi yıkmak isteyen Yemen’in genel valisi Ebrehe’nin fillerle Mekke’ye hücumunu, sonuçta yok olup gitmelerini (aş. bk.) konu edinmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fil Sûresi 1. Ayet

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ  ...


Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 كَيْفَ nasıl ك ي ف
4 فَعَلَ yaptığını ف ع ل
5 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
6 بِأَصْحَابِ sahiplerine ص ح ب
7 الْفِيلِ fil ف ي ل

Tefsir ve tarih kaynaklarında anlatıldığına göre o zaman Habeşis­tan’ın yönetiminde bulunan Yemen’in genel valisi Ebrehe her yıl Mekke’deki Kâbe’yi ziyaret eden Arap hacılarını Sana’ya çekmek için burada Kulleys veya Kalîs (kilise) denilen büyük bir katedral yaptırdı. Çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mâbedi ziyaret etmeleri için halkı Sana’ya çağırdı. Ancak bu ümidi gerçekleşmeyince Kâbe’yi yıkmaya karar verdi ve muhtemelen 570 yılında, içinde mahmûd (mamut) adlı filin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü (olayın tarihi ve sebepleriyle ilgili farklı görüşler için bk. Mustafa Fayda, “Fil Vak‘ası”, DİA, XIII, 70-71). Ebrehe, hareketini engellemek için karşısına çıkan bazı güçleri etkisiz hale getirerek yoluna devam etti. Gönderdiği bir müfreze, içinde Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’e ait 200 devenin de bulunduğu Mekkeliler’e ait çok sayıda deveyi ele geçirdi. AbdülmuttalibEbrehe’ye gelerek develerinin iadesini istedi; Ebrehe’nin Kâbe ile ilgili bir sorusu üzerine Kâbe’yi merak etmediğini, çünkü onu sahibinin koruyacağını söyledi. Ertesi gün Ebrehe, ordusuna Kâbe yönünde hareket emri verdi. Fakat kaynaklarda belirtildiğine göre en öndeki fil (mamut) yerinden kımıldamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran sürü sürü kuşlar tarafından –âyetteki benzetmeyle– “yenilip çiğnenmiş ekin” gibi imha edildi. Bazı müfessirler “sürü sürü” şeklinde çevrilen ebâbîl kelimesinin bir kuş türünün adı olduğu kanaatindedir, buna göre 3. âyete “ebâbîl kuşlarını göndermedi mi?” şeklinde mâna vermek gerekir; fakat –konuya ilişkin rivayet ve tefsirler dikkate alındığında– bu görüş ikna edici görünmemektedir (bilgi için bk. Elmalılı, IX, 6102-6105). Yaygın inanışa göre bu olay Hz. Peygamber’in doğumundan elli-elli beş gün veya üç ay önce vuku bulmuştur.

Sûrede Hz. Peygamber’e hitap edilerek 1-2. âyetlerde fil ordusunun başına gelen felâketin büyüklüğünden ve Kâbe’yi yıkma planlarının boşa çıkarıldığından haberdar olduğu ifade edilmektedir. Hz. Peygamber olaya bizzat şahit olmadığı halde, ona yöneltilen “görmedin mi” şeklindeki hitap mecazi bir ifade olup olayı bizzat gözüyle görmese bile görenlerden işitmiş olduğunu ve görmüş gibi kendisine tasvir edildiğini gösterir. 3-5. âyetler ise felâketin nasıl cereyan ettiğini yani Allah tarafından gönderilen sürülerle kuşun fil ordusunun üzerine pişkin tuğla türü taşlar yağdırarak onları nasıl hayvanlar ve haşarat tarafından yenmiş ekin artığına çevirdiğini ifade eder. Râzî’ye göre Ebrehe ve askerlerinin besledikleri kötü emellerin sûrede keyd (plan, tuzak) kelimesiyle ifade edilmesi, onların sadece Kâbe’yi yıkma amacı taşımadıklarını gösterir. Çünkü önceden açıkladıkları için Kâbe’yi yıkma fikri artık “tuzak” olmaktan çıkmıştı. Şu halde keyd kelimesi burada Ebrehetarafının Araplar’a karşı besledikleri başka sinsi planları dile getirmektedir (XXXII, 99; bu planlar ve tuzakların neler olabileceği konusunda bk. Fayda, gös. yer.). Muhtemelen bu plan içinde Mekke’ye ve Mekkelilere verilecek ağır yıkım ve kötülükler de vardı.

Eski tefsirlerde bu fil olayı bütünüyle bir mûcize olarak değerlendirilir. Bazı tarihçi ve müfessirlerin, tâbiîn âlimlerinden İkrime’ye atfettikleri bir rivayette o, “Bu taşlar kime isabet ettiyse onda çiçek hastalığı görüldü” demiştir (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, I, 54-56; Taberî, XXX, 298-299, 303). Rivayete göre Hicaz bölgesinde çiçek ve kızamık hastalığı ilk defa bu olaydan sonra görülmüştür (bk. Taberî, XXX, 196). Muhammed Abduh, Ferîd Vecdî, Cevâd Ali, Muhammed Esed gibi bazı çağdaş araştırmacılar bu rivayetlere dayanarak olayı bulaşıcı hastalık salgını şeklinde yorumlamaya çalışmışlardır. Abduh’a göre sûrede sözü edilen kuşlardan maksat bir çeşit gerçek kuş olabileceği gibi sinek, sivrisinek vb. mikrop taşıyıcı canlılar da olabilir (bk. Tefsîru cüz’i Amme, s. 157-158). Ancak çağdaş müfessirlerin çoğu dönemin güçlü akımlarından pozitivizmin etkisi altında ortaya konduğunu düşündükleri bu yoruma katılmamış, ona karşı ciddi tenkitler yöneltmişlerdir (meselâ bk. Elmalılı, VIII, 6123-6144; Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, VI, 3976-3979). Sonuç olarak Allah’ın evini yıkmaya kalkışan saldırgan bir güç, bir mûcize neticesinde cezasını görmüş; hiçbir şekilde düşmana karşı koyma imkânı bulamayan ve şehri terkedip dağlara çekilen Mekke halkı da bu olaydan zarar görmeden kurtulmuştur.

Pişkin tuğla” diye çevirdiğimiz 4. âyetteki siccîl kelimesi “taşlaşmış çamur” demektir. Son âyetteki asf kelimesi ise “ekinin samanı ve buğday kapçığı gibi güve, böcek ve kurtçukların yediği, rüzgârın sağa-sola savurduğu kırıntılar” anlamına gelir. Müfessirler kuşların, ağızlarında ve ayaklarında bu tür taşlar götürüp Ebreheordusunun üzerine fırlattıklarını, sonuçta askerlerin birçoğunun bu taşların etkisiyle öldüğünü, Ebrehe’nin ise yaralı olarak Sana’ya döndükten sonra orada hayatını kaybettiğini ifade etmişlerdir (Taberî, XXX, 196; Râzî, XXXII, 96-97). “Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi” meâlindeki son âyet, Ebrehe ve ordusunun nasıl büyük bir felâkete mâruz kaldığını ve sonuçta helâk olduğunu gösterir. Bu olayın Mekkeliler için öneminden dolayı bu yıla “Fil yılı” denilmiş ve onlar olayı bir süre tarih başlangıcı olarak kullanmışlardır.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:689-691

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ


Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  كَيْفَ  istifham ismi amili  فَعَلَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

فَعَلَ رَبُّكَ  cümlesi  تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. تَرَ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3.Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِاَصْحَابِ  car mecruru  فَعَلَ  fiiline mütealliktir.  الْف۪يلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ


Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Ayette muhatap, Hz. Peygamberdir. Hemze takrirî istifham harfi,  لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezm eden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.

Takrir, mütekellimin, muhatabın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.

Takrir (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkip, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak Hz.Peygambere yardım vaadi kastını taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle bu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَيْفَ  istifham ismi,  فعل فعلا عظيما  şeklinde takdir edilen mef’ûlu mutlaktan naibdir.

فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ  cümlesi iki mef’ûle müteaddi olan تَرَ  fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir. 

تَرَ  fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)

فَعَلَ رَبُّكَ  cümlesinde, Peygamberi (sav), Allah'ın adına izafetle ona ‘’senin rabbin’’ diye hitap edilmesi, onun şerefinin yüceliğini göstermek ve Allah'ın kudretini yüceltmektir. (Safvetü’t tefâsir)

كَيْفَ (nasıl?) deyip de  ما (ne) dememesi, maksadın orada Allah Teâlâ’nın mükemmel ilim ve sonsuz kudretini, Resul (as) da şerefini gösteren şeyleri hatırlatmak olmasındandır. Çünkü bunlar irhasat (peygamberlik öncesi harikalar) dır. (Beyzâvî) 

Hitap, Hz Peygamberedir. Görmek, bilmek anlamındadır. Çünkü Resulullah (sav) fil hadisesi olduğu yıl dünyaya gelmiş, o olayı görmemiştir. ”Fil ashabı ”ndan murad, Ebrehe ve halkıdır. Mana şudur: ”Ey Resulüm! Sen Allah Teâlâ'nın fil ashabına neler yaptığını, onların başına nelerin geldiğini görmüş gibi kesin bir şekilde bilmedin mi?"

Olay, korkutmak, onun dehşetli bir şekilde akıllara durgunluk verecek boyutlarda meydana geldiğini bildirmek, Allah'ın kudretinin büyüklüğüne, bilgisinin ve hikmetinin kemaline ve Rasûlünün şerefine işaret etmek için anlatılmıştır. Çünkü bunlar, nebevi irhâslardır. İrhâs, peygamberden, peygamberlik iddiasından önce zuhur eden, mucizeye benzer olağanüstü olaylardır. Maksat, Peygamberlik için bir hazırlık ve mukaddimedir. Bunun Resulullah'a ait birçok örnekleri vardır. Bir bulutun, Efendimizi gölgelemesi, taşın ve sert çamurun onunla konuşması bu kabil olaylardandır. (Rûhu’l Beyân)

عمل fiili, zaman alan işlerde kullanılırken  فعل  tam tersi, bir anda olup biten, bir anda yapılan işler için kullanılır. Bu yüzden Kur’an’da salih amelin işlenmesi  فعل  fiiliyle değil de  عمل  ile ifade edilmiştir. Çünkü salih amel uzun zamana ihtiyaç duyar. Öte yandan Fil Suresinde, fil sahiplerine yapılanlar anlatılırken  اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِ (Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi?) şeklinde  فعل  fiili ile ifade edilir. Çünkü helak bir anda olmuştur. 

Bu yakın iki anlamlı kelimenin Kur’an’daki ince kullanımına dair dikkat çeken bir tespite burada temas etmek gerekmektedir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi  عمل  kelimesi zamana ihtiyaç hisseden yapılması zor fiillerde kullanılmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Kur’an’da bu kelimenin faili Allah olarak kullanıldığını göremeyiz. Zira Allah zorlukla karşılaşmaktan ve fiilleri yaratırken zamana ihtiyaç duymaktan, zamanla kayıtlanmaktan münezzehtir. O yüzden Kur’an’da ‘Allah yaptı’ anlamında sürekli olarak  فعل kullanılmıştır.

Aynı şekilde  عمل  fiili canlı bir varlık tarafından amaç güdülerek işlenen fiiller için söz konusudur. Bu anlamda  فَعَلَ ‘den daha daha özeldir.  فَعَلَ , amaçsız bir şekilde bir canlının işlediği fiiller de kullanılabileceği gibi, cansız varlıklar içinde kullanılabilir. O yüzden Allah, müminlerin bir özelliği olarak salih amel işlemelerinden bahsederken bu kelimeyi  عَمَلَ 'yi kullanmakla, bu işin bir amaç sonucu işlendiğini vurgulamaktadır. 

Bunun tersine puthanedeki putların kırılmasından sorumlu tutulan Hazreti İbrahim toplumuna karşı yaptığı savunmada  قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا [Tam aksine şu büyükleri yaptı dedi.] Enbiya /62 derken  فَعَلَ  fiilini kullanmıştır ki bu yapılan işin cansız bir varlıktan şuursuz bir şekilde ortaya çıktığını göstermektedir.

Dipnot; Hz İbrahim’in bu ifadesinde  فَعَلَ  fiilinin kullanılmasıyla, hem putun cansızlığı vurgulanmış hem de bunun şuursuz bir fiilin sonucu olduğu, yani putun bunu şuurlu bir şekilde yapamayacağı ifade edilmiştir. Dolayısıyla Hz İbrahim bir taraftan kendisini karşın tarafın tutarsızlığını ortaya koymak suretiyle savunurken; diğer taraftan temel tezi olan putların kendisine dahi faydası olmayan cansız varlıklar olduğunu yinelemiştir. (Celâlettin Divlekçi, Dilbilim ve Kur’an İlimleri Açısından, El Fîruzâbâdî’nin Besâîr’i)

 
Fil Sûresi 2. Ayet

اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ  ...


Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَجْعَلْ çıkarmadı mı? ج ع ل
3 كَيْدَهُمْ onların tuzaklarını ك ي د
4 فِي
5 تَضْلِيلٍ boşa ض ل ل

اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ


Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَجْعَلْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

كَيْدَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ف۪ي تَضْل۪يلٍ  car mecruru ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. 

Değiştirme manasına gelen  يَجْعَلْ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Hemze takriri manada istifham harfi,  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

Takrir, mütekellimin, muhatabın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.

Takrir (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda iknâ edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak Hz. Peygambere yardım vaadi kastını taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle bu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الكيد , mekr gibi gizli bir suikast tertip etmek, başkasına bir zarar yapmak için gizli bir şekilde tedbir kurmaktır. Ve o şekilde kurulan hileli tedbire ve öyle ince ve hileli tedbire dayanmış olduğundan dolayı harp ve çarpışmaya da denir. Dilimizde keyde kelimesine, düzen, fend, oyun, dolap, tuzak dahi denir. (Elmalılı)

ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ  car mecruru, fiilin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

تَضْل۪يلٍۙ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.

ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette  تَضْل۪يلٍۙ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, boşa çıkarma ve geçersiz kılmanın, onların tuzaklarını kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır. 

ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ  yani [zayi kılmamış boşa çıkarmamış mıydı?]  ضْل۪يلٍۙ كَيْدَهُ  denir ki “Onu kayıp ve zayi kıldı.” demektir. [Oysa inkârcı nankörlerin stratejileri mutlaka hedefinden şaşar!] (Ğâfir 40/25) ayeti de bu cümledendir. (Keşşâf)

ف۪ي  zarf için olduğu ve zarf, mazrufu kaplayacağı cihetle, tuzaklarının böyle sapıtma içine bırakılması, sapkınlığa batmış kılınması demek olur. Bunu "sadece tedbirlerini şaşırtmadı mı?" diye tercüme edivermek kolay gibi gelirse de beyan olunduğu üzere bunda yalnız tedbiri şaşırtmaktan daha yüksek bir mana bulunduğundan gaflet edilmemesı gerekir. Çünkü bütün tedbirleri boşa çıkarılmış, hepsi kaybettirilip mahvedilmiş olması da belâgatlı bir manadır. Onun için "tuzaklarını sapıttırmadı mı?" denilmiyor da "dalalet içinde bırakmadı mı? Sapıklık içinde kılmadı mı?" deniliyor. (Elmalılı)

Onların tuzakları, düzenleri ne idi? Tevatüren bilindiği üzere filleriyle gelip Kâbe'yi yıkmak ve San'a'da yaptırmış oldukları Kulleys adındaki kiliseyi onun yerine koyarak halkı ona çevirmekti. Bu gayeye ermek için gizli açık birtakım teşebbüslerde bulunmuşlar, Mekke'nin üç fersah (17.286 km) mesafesinde Mugammes denilen yere kadar gelmişlerken, Mahmud dedikleri fili oradan beri Mekke'ye sevk edemediler. Başlangıçta tedbirleri bununla bozuldu. Sonra da açıklanacağı üzere  عَصْفٍ مَأْكُولٍ (yenmiş ekin) gibi mahvu perişan oldular. Kâbe'yi yıkamadıktan başka, kendileri helak ve kiliseleri harap oldu gitti, öyle değil mi? İşte böyle bir suikastı böyle bir vaziyette, böyle tersine çevirip de iptal eden ancak Rabbindir. Rabbin onu yaptı. (Elmalılı)

Fil Sûresi 3. Ayet

وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ  ...


3-5. Ayetler Meal  :   
Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَرْسَلَ ve gönderdi ر س ل
2 عَلَيْهِمْ üzerlerine
3 طَيْرًا kuşlar ط ي ر
4 أَبَابِيلَ sürü sürü ا ب ل

وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. اَرْسَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَرْسَلَ  fiiline mütealliktir.  طَيْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَبَاب۪يلَ  kelimesi  طَيْراً ‘ın sıfat olup fetha ile mansubdur. Müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.

Müntehel cumû’ kelimenin ikinci harfinden sonra elif, eliften sonra ise iki veya üç harf bulunan cemi isimlerdir.(Dr.Mustafa Meral Çörtü,Arapça Dilbilgisi Nahiv)

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki …  اَلَمْ يَجْعَلْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi inşâ cümlesine atfedilmiştir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Menfi muzari sıygadan mazi sıygaya iltifat sanatı vardır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir. 

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَرْسَلَ  fiiline mütealliktir.  اَبَاب۪يلَ  kelimesi mef’ûl olan  طَيْراً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

طَيْراً ’deki nekrelik kesret ve nev ifade eder.

اَبَاب۪يلَ (sürü sürü) kelimesi grup grup demek olup müfredi  إبالة ‘dur. Arapların  ضغث على إبالة (Bir odun yığını üzerinde bir tutam ot: Yük üstüne yük; bela üstüne bela) şeklinde bir darbı meselleri vardır. Bu  إبالة  lafzı, (büyük odun yığını) demek olup yığın oluşturmaları hususunda kuş grupları odun yığınına benzetilmiştir.  اَبَاب۪يلَ  lafzının tıpkı  عباديد (farklı yönlere giden insan grupları) ve  شماطيط (dağınık bölükler) lâfızları gibi müfredinin bulunmadığı da söylenmiştir. (Keşşâf)

طَيْراً , bilindiği üzere uçan kuş demek olan  طائر ‘in çoğuludur. nekre olarak getirilmesi de bunların tanınmadık, garib birtakım kuşlar olduğunu hatırlatır. Gerçekte kuşların o zamana kadar oralarda görülmemiş irili, ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım garip kuşlar olduğu da rivayet edilmiştir. (Elmalılı)

اَبَاب۪يلَۙ , tayrın sıfatı veya halidir. Bundan başka ‘’ebabil’’ adıyla bilinir olmuş ve kırlangıca benzer bir kuş vardır ki ayaklarının uçları kıvrık olması hasebiyle yere konunca uçamadığından yuvalarını hep yüksek yerlere yapar ve yüksecik yerlerden atılarak uçarlar. "Kamus" şerhçisinin ve tercümesinin zikrettikleri vechile bazıları ebabilin, dağ kırlangıcı dedikleri bu kuş olduğunu kabul etmişlerdir. Çoğunlukla bu kuşların vasfında "kırlangıçlar benzeri", "avuçları köpeklerin avuçları gibi" diye rivayet edilmesi dolayısıyla bu yaygın olmuştur. Bu takdirde ebâbil tayr'a atf-ı beyan demek olur. Ve ebâbil lafzının tekili yoktur denilmesine de uyar. Fakat yukarıda görüldüğü üzere imam tefsirciler ebâbilin böyle bir çeşit kuş ismi olduğunu söylememiş, çeşitli şekilde, bölük bölük, peyderpey gelen sürüleriyle çokluklarını ifade eden bir sıfat veya hal mânâsıyla açıklamış oldukları ve âyetin sevki de özellikle bu kuşların garipliğine işaret ettiği cihetle bunu atf-ı beyan gibi bir kuş ismi olarak anlamak doğru görünmez, müvelled (yapay kelime) olması gerektir. Gerçi söylediğimiz gibi bunların hacimleri kırlangıçlar kadar olduğu yaygın ve hortumları kuş hortumları ve avuçları köpek avuçları gibi diye İbni Abbas'dan rivayet edilmiş ise de rivayetlerin tamamı bunların hepsi bir çeşit kuş olmayıp, gerek hacim ve gerekse renk itibarıyla çeşitli olduğunu anlatmaktadır. Şu halde çarpışmalarda leşler üzerinde dolaşan kartallar, kara kuşlar gibi irileriyle kargalar gibi ortaları ve sinek avlayan kırlangıçlar gibi küçükleri ve siyah, beyaz, yeşil ve alaca çeşitli renkleriyle türlü türlü ve birbiri ardınca takip ederek gelen çeşitli sürüleriyle irili ufaklı, alay alay kuşlar demek olur ki, bunların Yemen'den doğru ve deniz tarafından geldikleri de vaki olan rivayetler cümlesindendir. Böyle bir fırtına gibi birdenbire bir kuş akımının saldırması acaib bir şekilde onların başına bir bela yağdırdı. (Elmalılı)

 

Fil Sûresi 4. Ayet

تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَرْمِيهِمْ onlara atıyorlardı ر م ي
2 بِحِجَارَةٍ sertleşmiş taşlar ح ج ر
3 مِنْ -dan
4 سِجِّيلٍ çamur- س ج ل

تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ


طَيْراً  ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir.  تَرْم۪يهِمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzâri fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِحِجَارَةٍ  car mecruru  تَرْم۪يهِمْ  fiiline  mütealliktir.  مِنْ سِجّ۪يلٍ  car mecruru  حِجَارَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ


Fasılla gelen ayet, önceki ayetteki  طَيْراً ’ın ikinci sıfatıdır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِحِجَارَةٍ  car mecruruتَرْم۪يهِمْ  fiiline,  مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ  car mecruru iseحِجَارَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

سِجّ۪يلٍۖۙ  ve  بِحِجَارَةٍ  kelimelerinin nekreliği nev, kesret ve tazim ifade eder.

الْف۪يلِۜ - تَضْل۪يلٍۙ - اَبَاب۪يلَۙ - سِجّ۪يلٍۖۙ  gibi, ayet sonlarındaki fasılalarda seci ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.

سِجّ۪يلٍۖۙ : İbni Hişam "Siyer"de demiştir ki Yunus-i Nahvî ve Ebû Ubeyde bana şöyle haber verdiler: سِجّ۪يلٍۖۙ , Arap katında katı, sert demektir. Bazı tefsirciler bunun Farsça iki kelime olup Arab'ın bir kelime yapmış olduğunu zikretmişlerdir: taş ve çamur. Kiremit gibi çamurdan taşlaşmış taş. Demek ki Arap bunu bir kelime yaparak katı, sert manasında kullanmıştır. Âlûsî'nin açıklamasına göre bazıları bunun Arapça olan büyük kova manasına  سجلٍۖۙ ‘den olduğuna kail olmuş, taşın büyük kovadan olmasının manası da kovadan dökülen su gibi devamlı yağması manasına bir istiare olduğunu söylemiştir. Zemahşerî der ki,  سِجّ۪ين , kâfirlerin amel defterlerinin adı olduğu gibi,  سِجّ۪يلٍۖۙ  de azaplarının yazıldığı divanın alemi gibidir. Sanki yazılmış, tedvin edilmiş azab cümlesinden taşlarla demek gibidir. Çünkü azap ["Biz de onların üzerine tufanı gönderdik."] (A'raf, 4/133). "Onların üzerine kuşları gönderdi" gibi irsal (gönderme) ile vasfedilir. Buna göre  سِجّ۪يلٍۖۙ , gönderilmiş, mürsel manasına olarak azap defterine isim olmuş demek olur. Fakat bu şekilde diğer bazılarının dediği gibi defter manasına olan siccil lafzından türemiş olması daha çok yakışır. Bu manaya bir şer'î mana olması lazım gelir. Bu iki manaca  سِجّ۪يلٍۖۙ  o taşların geldiği yeri göstermiş olur. Rivayetlerde bu taşların mercimek ve nohut kadar ve koyun gübresi kadar olduğu ve her kuşun bir ağzında, iki de ayaklarında olmak üzere üçer taşı taşıyor bulunduğu ve kime isabet ettiyse başından girip ötesinden çıkarak delik, deşik ettiği nakledilmiştir. (Elmalılı)

بِحِجَارَةٍ  kelimesinin nekre olmasından bilinmeyen bir takım taşlar olduğu,  سِجّ۪يلٍۖۙ ’den de sertlikleri ve öldürücü oldukları, ifadenin siyakından bunların görülmüş oldukları anlaşılıyor. Böyle nohut ve fındık kadar bir dolu yağmuru bile açıkta ansızın yakaladığı insanları telef ettiği malumdur. Şu halde açıkta bulunan bir orduya böyle gökten uçaklarla makineli tüfek bombardımanı yapar gibi alay alay kuşlarla fırlatılan fevkalade taşların isabeti altında kalanların hali ne olacağını tasavvur etmek ise kolay olur. (Elmalılı)

Fil Sûresi 5. Ayet

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَجَعَلَهُمْ nihayet onları yaptı ج ع ل
2 كَعَصْفٍ ekin yaprağı gibi ع ص ف
3 مَأْكُولٍ yenmiş ا ك ل
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethedince, ayağa kalkarak Allah’a hamdü senâdan sonra şöyle bir konuşmak yapmıştır:” Allah Teâlâ Fil halkının Mekke’ye girmesine engel olmuştur. Yalnız Mekke halkını, Mekke fethi sırasında bir defaya mahsus olmak üzere Resûlullah ve mü’minler ile cezalandırmıştır. Şunu biliniz ki, Mekke’de savaşmak benden önce hiç kimseye helâl olmadığı gibi , benden sonra da hiç kimseye helâl olmayacaktır. 
(Buhari, Lukata 7; Müslim, Hac 447,448).

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَعَلَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir.Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  كَعَصْفٍ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir.  مَأْكُولٍ  kelimesi  عَصْفٍ ‘in sıfat olup kesra ile mecrurdur. 

Değiştirme manasına gelen  يَجْعَلْ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَأْكُولٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  أكل  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ


Ayet atıf harfi  فَ  ile 3. ayetteki  وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi  كَ ‘nin dahil olduğu  كَعَصْفٍ  car mecruru, mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir.  

عَصْفٍ  için sıfat olan  مَأْكُولٍ ‘in ism-i mef’ûl vezninde  gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَصْفٍ ‘deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ  cümlesindeki her iki tarafı da hissi olan bu teşbîh mücmel ve mürsel bir teşbihtir. Çünkü vech-i şebeh hazfedilmiş, teşbih edatı ise zikredilmiştir. Beyzâvî bu ayeti: “Allah Teâlâ fil ordusuna mensup kişileri, kurdun yiyip parçaladığı ekin yaprağı, ya da tanesi yenilip de içi boş kalan kuru başak atığı veya hayvanların yiyip midelerinde öğüttükten sonra pislik halinde çıkardığı saman çöpü gibi kalıntılar haline getirdi şeklinde açıklayarak üç vecih zikreder. Birinci veche göre; ebabil kuşlarının attıkları taşlarla ordudaki askerlerin vücutlarında meydana gelen delik ve çizikler, böceğin yediği ekin yaprağındaki delik ve çiziklere benzetilmiştir. İkinci veche göre; onların ruhlardan arınmış kadavra halindeki cesetleri, tanesi (ruhu) alınmış işe yaramaz ekin başaklarına benzetilmiştir. Üçüncü veche göre; atılan taşların sıcaklığıyla onlarının içlerinin parçalanıp dağılması ve eklemlerinin birbirinden ayrılması, hayvanların yiyip dışkı halinde çıkardığı ufalanmış dağınık saman çöplerine benzetilmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

عَصْفٍ , esasında eğip bükmek, kırıp dökmek manalarıyla ilgili olarak masdar ve isim olan bir kelimedir. Burada  ذُو الْعَصْفِ [Yapraklı tane] (Rahmân, 55/12) ayetinde olduğu gibi isim olduğu bellidir. Kamusta zikredildiği üzere  عَصْفٍ ‘ın asıl manası taze ekin, gök ekin yaprağıdır ki, kuruyup kırılınca saman olur. Ekin yetişmeden önce, henüz yeşilken biçilmeye de asf denir ki, çayır gibi hayvana yedirilir. Böyle taze iken biçilen ekin tutamlarına  عَصوفٍ , içinde henüz tanenin bulunduğu başak çıkmadan toplanmış yapraklarına عَصيفٍ , o sararmış ekin başağından dökülen kırıntılarına, saman çöplerine عَصْفٍ  denir. Henüz yeşil iken biçilen veya biçilmeden çayır gibi hayvana verilen gök ekine dilimizde "hasıl" ve bazı yerlerde "kasıl" denilir. Onun için biz de mealde  عَصْفٍ ‘ı, hasıl diye tercüme etmeyi uygun bulduk. (Elmalılı)

مَأْكُولٍ , malumdur ki yenmiş, yenik demektir. Bu "yenmiş hasıl gibi" teşbihinin manasında bir kaç vecih vardır:

1- Zer'i me'kul, yenilmiş ekin denilmiş. Bunda iki mana düşünülebilir: Birisi hayvanlar girmiş yemiş, hurdahaş çiğnemiş, berbat etmiş taze ekin demek olur ki, kırılıp serilişlerini tasvir etmiş olur. Bir de yenmiş olmak neticesinden kinaye olarak gübre haline gelmiş, sonra da kuruyup parçaları darmadağınık olmuş demek olur ki, leşlerin kokuşup dağılması gübre parçalarına benzetilmiş, fakat Kur'ân edebi üzere ifadenin nezaheti muhafaza edilmek için netice, başlangıcıyla beyan olunmuştur. Nitekim ["Îsa ve anası yemek yerlerdi."] (Maide, 5/75) demek büyük abdestlerini yaparlardı manasına hadesten kinaye olduğu halde, edep dolayısıyla öyle ifade buyurulmuştur. Mukatil'in Katade'nin, Ata'nın görüşleri budur. İbnü Cerir ve Fahreddin Râzî gibi birçok tefsirciler bu görüşü tercih etmişlerdir.

2- أْكَالٍ , düşmüş yani kurt yemiş, böcek yeniği olmuş ekin yaprağı demektir ki, böyle ekin özlü tane tutmayacağı gibi, çoğunlukla yenik yapraklar delik delik olduğundan, fil sahiplerinin maksatlarına ermeden bedenlerinin delik deşik olması manzarası böyle yenik ekin yapraklarına benzetilmiş ve belki kurtlar, böcekler, mikroplar yiyerek çürüyüşlerine işaret edilmiştir. Bu, lügat itibarıyla ince bir mana demek olduğundan Zemahşerî bunu tercih etmişe benziyor ki bu görüşü öne almıştır.

3- Yine aynı mana ile taneleri yenmiş sadece kapçıktan, samandan ibaret kalmış ekin yaprağı demek olur ki, bunda asıl  مَأْكُولٍ (yenmiş) olan asfın kendisi değil, taneleri olduğundan, kelamda muzâfın hazfı veya mecazî isnad var demektir. Bu şekilde, canlarının çıkıp, cesetlerinin kalışı veya taşların sıcaklığıyla içlerinin yanması, tanesi yenik boş kabçığa benzetilmiş olur. Bununla beraber akla gelen mana önceki vecihtir. Bir yenik hasıl gibi denilmekte de bu vecihler anlaşılabilir. Asfta yaprağın kırılışı, bükülüşü, biçilişi manalarına işaret bulunduğu gibi, arz ettiğimiz vechile dilimizdeki manasıyla hasılda da taze iken biçilişi ve yenilişi mânâsı vardır.  فَجَعَلَهُمْ  [Onları kıldı] kelimesinin başındaki  فَ  sebep bildirmekle beraber, takip ifade ettiği çin taşların atılması üzerine bunun derhal çabuk bir şekilde oluverdiği de anlatılmış demektir.. (Elmalılı)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kur’an surelerinin son cümlelerinde, bedi manaları olan kelimeler mevcuttur. Bu kelimeleri duyan, kelamın sona erdiğini anlamış, bundan sonra dikkate değer bir şey kalmadığını öğrenmiş olur. Bu surede de konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i inteha sanatının güzel bir örneğidir.

Kısa seci örnekleri olan ayetlerin fasılalarını oluşturan  یلࣲ  ve  ولِۭ  harflerinde seci ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.

 
Günün Mesajı
Asr Sûresi 3. ayette hüsrandan kurtulanların dört özelliği sayılıyor. Burada sıralama da önemli: iman, salih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye. Buna göre önce iman ve amel sonra da doğruyu bilip tavsiye etmek geliyor. Pekala doğrunun ne olduğunu bize kim söyleyecek? Özellikle din söz konusu olduğunda bilginin kaynağı büyük önem taşır. 
Burada hakkı gerçekleştirmede sabrın önemine de vurgu yapmak gerekir. Kendi dışımızda, değiştiremeyeceğimiz hakikatler karşısında ahlaki tutumlarımızı korumak için sabır önemli bir unsurdur. Ayrıca hakkı tavsiye edecek kişinin değişen durumlar için hakkın ne olduğu ve nasıl bir sabır tavrı gösterileceği konusunda kuşatıcı bir bakışa sahip olması gerekir.
Ahlaki gelişimde sabır eğitiminin önemine de bu vesile ile işaret etmek gerekir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Zaman; insan hayatındaki en değerlilerin ama aynı zamanda da en kıymet verilmeyenlerin başında gelir. İşlenmemiş elmas gibidir ancak doğru ellerde parıldar.

Derler ki; zamanın bünyesinde pek çok özellik vardır ve bunlar insanın nefsi ile seçimlerine göre şekillenir. Allah rızası için yaşayanın yüzüne güler. Yaşamayanın ise gönlünde, devamlı hasret yaraları açar.

Zaman; onarır ya da yıkar, uçurur ya da süründürür, sevindirir ya da acıtır, uzar ya da kısalır, verimsizdir ya da bereketlidir, gerçekçidir ya da numaracıdır, unutturur ya da hatırlatır.

Derler ki; zamanı olmadığını söyleyen kişi, yaptığı seçimlerini yani zamanını harcadıklarını gözden geçirsin. Zira; onu doğru değerlendirmede yaşanan başarısızlık yaygın bir sorundur.

Zaman; insanlar arasındaki rekabet sebeplerindendir. Genç kalma, hızlı yaşama, her şeye yetişme ve birçok işi aynı anda başarma gibi başlıklar sayılabilir.

Derler ki; çözüm belki şundadır: sorumluluklarını ve başarılarını küçümseme, büyütme ve kıyaslama. Kendini geliştirmek için çabala ama şükretmeyi de unutma. Ne yaparsan yap, neden yaşadığını hatırla. Kendine çekidüzen ver ve hakiki manada rabbin Allah için yaşamaya çalış.

Rabbimiz! Geçmiş ile gelecek arasındaki köprüyü - bulunduğumuz anı - bilinçli bir şekilde yaşayanlardan, anlık tepkilerinde Seni ananlardan ve rızana uygun davrananlardan, geçmişinden ve başkalarının geçmişlerinden ibret alanlardan, dünya sevgisine yenik düşerek yeryüzündeki geleceğini gözünde büyütme ya da abartma hatasından uzaklaşanlardan, asıl geleceğimiz olan ahiret hayatına hazırlananlardan olmamız için yardımcımız, koruyucumuz ve yol göstericimiz ol.

Rabbimiz! Bizi dünyadayken, zalimlerin tuzaklarından ve onların amellerine ortak olmaktan; ahiretteyken, hutameye (tutuşturulmuş ateşine) atılmaktan, hutameye atılma sebeplerini işlemiş olmaktan ve ziyana uğrayanlardan olmaktan muhafaza buyur. Bizi affet ve iki cihanın her yolunda, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerle beraber kıl.

Amin.

***

Bazen yeryüzünde sorunlar çok basit bir şekilde çözülür. Belki de bu dünyaya ait işlerin özündeki geçiciliğini kanıtlayan ve hatırlatan gerçeklerden biridir. Bazen uzaklarda aransa da sıkıntıların çaresi çok yakından gelir. Belki de bu bir yönden insanın kendisinin ve içinde yaşadığı alemin ne kadar küçük olduğunu bildirir. 

 

Çareyi ya da değişimi öyle bekler ki insan, eşsiz bir davet ile çözüm kapısından geçmek ve mutluluk ile karşılaşmak ister. Zira sıradanlığına rağmen kendisini eşsiz hisseder. Bu yüzden de belli beklentilerin içine hapsolur ve acılara gömülür. Halbuki onu asıl özel yapabilecek şey Allah’ın izni ile Allah katında ulaştığı değeridir. Halbuki onu derdinin hüznünden kurtaracak asıl hakikat Allah’a duyduğu muhabbette gizlidir ve kalbini sakinleştirecek olan da Allah’ı zikirdir.

 

Başka bir ifade ile dünyaya ve dünyalıklara yüklediği manaları özenle seçmelidir. Onları hedef olarak değil de, kendisini nihai hedefe taşıyacak araçlar olarak görmelidir. O zaman kaybettiğinde yıkılma ve isyan etme, kazandığında da yolunu şaşırma ve şımarma tehlikelerinden kurtulur. 

 

Ey Allahım! Şüphesiz ki dertleri ve ihtiyaçları bilensin. Çare Sensin. Şüphesiz ki sesli ve sessiz duaları işitensin. Dost Sensin.

 

Dünyayı gözümüzde ve kalbimizde büyüterek, ona aşırı değer vermek gafletinden koru bizi. Dünyalık hevesleri değil de, Senin rızanı arayanlardan eyle bizi. Şüphesiz ki Sen, Senin yolunda yürüyenin dünyada ve ahirette maddi ve manevi ihtiyaçlarını giderensin. Kalpleri ve gözleri doyuransın. Hakikat Sensin.

 

Ey Allahım! Senin yolunda samimi niyetle dosdoğru yürüt bizi. Şükretmesini ve af dilemesini bilenlerden eyle bizi. Mağfiretin ile hafiflet ve rızan ile sevindir bizi. 

 

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji