يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُۚ
“Vay haline!” diye çevirdiğimiz veyl kelimesi “çetin azap, helâk, yok olma, rezil rüsvâ olma, cehennemde bir vadi, beddua” anlamlarına gelmektedir. Meâlde bunların tamamına işaret eden “vay haline” lafzı kullanılmıştır. “Arkadan çekiştiren” diye çevirdiğimiz hümeze kelimesi ise “birini arkasından çekiştirmek, kaş göz, el kol işaretleriyle onunla alay etmek, aşağılamak” mânalarına gelen hemz kökünden türemiş bir sıfat olup “insanları arkadan çekiştirmeyi, şeref ve haysiyetlerini yaralamayı alışkanlık haline getiren, bundan zevk alan kimse” demektir. “Ayıp kusur arayan” diye çevirdiğimiz lümeze kelimesi de benzer davranışları arkadan değil, kişinin yüzüne karşı gösteren kimseyi ifade eder. Bu âyetlerin, mal ve servetinin çokluğuyla gururlanıp insanlarla alay ederek onların şahsiyetlerini zedeleyen Ahnes b. Şüreyk isimli putperest Arap hakkında indiği rivayet edilmiştir (bk. Kurtubî, XX, 183). Ancak sûrenin iniş sebebinin özel olması hükmünün genel olmasına engel değildir. İslâm dini, insan şahsiyetinin ve onurunun korunmasına son derece önem verdiği için Kur’an bu tür davranışları kınamakta ve böyle davranışlar sergileyenlerin âhirette ateşle cezalandırılacağını haber vermektedir. 2-3. âyetler servetinin çokluğuna gururlanıp insanlarla alay eden kimselerin aynı zamanda helâl haram demeden mal toplayan, onu saklayan, fakirlik korkusuyla cimrilik ederek onu hayır yolunda harcamaktan kaçınan, fakirin hakkını vermeyen ve servetinin kendisini ebedîleştireceğini sanan bencil ve maddeci kimseler olduklarını da ifade etmektedir.
يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُۚ
Cümle önceki ayetteki عَدَّدَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْسَبُ damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel يَحْسَبُ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ tekid ve masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. مَالَهُٓ kelimesi اَنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَخْلَدَهُ fiili اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَخْلَدَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَخْلَدَهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi خلد ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُۚ
Ayet önceki ayetteki عَدَّدَ ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُ , masdar tevilinde, يَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayrıca mef’ûl cümlesi اَنَّ ile tekid edilmiştir. Bütün bunlardan, onların bu zanlarının ne kadar belirgin ve kesin olduğu anlaşılmaktadır.
مَالَ ‘nin önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu tekrar ve müsnedün ileyhin izafetle marife olması, tahkir kastı taşımaktadır.
Cenab-ı Hak, أخلده buyurdu da يخلده buyurmadı. Çünkü ayetten kastedilen mana, "Bu insan malının, kendisine ebediyet kazandırıp, ölümden kurtaracağını ve kendisinin artık ölümden kurtulduğuna hükmedildiğini sanır" şeklindedir. İşte bu yüzden Allah Teâlâ, bu fiili mazi sıygasıyla أخلده getirmiştir. Hasan el-Basrî de şöyle der: ”Ölüm kadar hiç şüphesi olmayan, ama sanki kesin değilmiş gibi şüpheye yakın, kat'î bir şey görmedim." (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)