وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ
Tefsir ve tarih kaynaklarında anlatıldığına göre o zaman Habeşistan’ın yönetiminde bulunan Yemen’in genel valisi Ebrehe her yıl Mekke’deki Kâbe’yi ziyaret eden Arap hacılarını San‘a’ya çekmek için burada Kulleys veya Kalîs (kilise) denilen büyük bir katedral yaptırdı. Çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mâbedi ziyaret etmeleri için halkı San‘a’ya çağırdı. Ancak bu ümidi gerçekleşmeyince Kâbe’yi yıkmaya karar verdi ve muhtemelen 570 yılında, içinde mahmûd (mamut) adlı filin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü (olayın tarihi ve sebepleriyle ilgili farklı görüşler için bk. Mustafa Fayda, “Fil Vak‘ası”, DİA, XIII, 70-71). Ebrehe, hareketini engellemek için karşısına çıkan bazı güçleri etkisiz hale getirerek yoluna devam etti. Gönderdiği bir müfreze, içinde Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’e ait 200 devenin de bulunduğu Mekkeliler’e ait çok sayıda deveyi ele geçirdi. Abdülmuttalib, Ebrehe’ye gelerek develerinin iadesini istedi; Ebrehe’nin Kâbe ile ilgili bir sorusu üzerine Kâbe’yi merak etmediğini, çünkü onu sahibinin koruyacağını söyledi. Ertesi gün Ebrehe, ordusuna Kâbe yönünde hareket emri verdi. Fakat kaynaklarda belirtildiğine göre en öndeki fil (mamut) yerinden kımıldamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran sürü sürü kuşlar tarafından –âyetteki benzetmeyle– “yenilip çiğnenmiş ekin” gibi imha edildi. Bazı müfessirler “sürü sürü” şeklinde çevrilen ebâbîl kelimesinin bir kuş türünün adı olduğu kanaatindedir, buna göre 3. âyete “ebâbîl kuşlarını göndermedi mi?” şeklinde mâna vermek gerekir; fakat –konuya ilişkin rivayet ve tefsirler dikkate alındığında– bu görüş ikna edici görünmemektedir (bilgi için bk. Elmalılı, IX, 6102-6105). Yaygın inanışa göre bu olay Hz. Peygamber’in doğumundan elli-elli beş gün veya üç ay önce vuku bulmuştur.
Sûrede Hz. Peygamber’e hitap edilerek 1-2. âyetlerde fil ordusunun başına gelen felâketin büyüklüğünden ve Kâbe’yi yıkma planlarının boşa çıkarıldığından haberdar olduğu ifade edilmektedir. Hz. Peygamber olaya bizzat şahit olmadığı halde, ona yöneltilen “görmedin mi” şeklindeki hitap mecazi bir ifade olup olayı bizzat gözüyle görmese bile görenlerden işitmiş olduğunu ve görmüş gibi kendisine tasvir edildiğini gösterir. 3-5. âyetler ise felâketin nasıl cereyan ettiğini yani Allah tarafından gönderilen sürülerle kuşun fil ordusunun üzerine pişkin tuğla türü taşlar yağdırarak onları nasıl hayvanlar ve haşarat tarafından yenmiş ekin artığına çevirdiğini ifade eder. Râzî’ye göre Ebrehe ve askerlerinin besledikleri kötü emellerin sûrede keyd (plan, tuzak) kelimesiyle ifade edilmesi, onların sadece Kâbe’yi yıkma amacı taşımadıklarını gösterir. Çünkü önceden açıkladıkları için Kâbe’yi yıkma fikri artık “tuzak” olmaktan çıkmıştı. Şu halde keyd kelimesi burada Ebrehetarafının Araplar’a karşı besledikleri başka sinsi planları dile getirmektedir (XXXII, 99; bu planlar ve tuzakların neler olabileceği konusunda bk. Fayda, gös. yer.). Muhtemelen bu plan içinde Mekke’ye ve Mekkelilere verilecek ağır yıkım ve kötülükler de vardı.
Eski tefsirlerde bu fil olayı bütünüyle bir mûcize olarak değerlendirilir. Bazı tarihçi ve müfessirlerin, tâbiîn âlimlerinden İkrime’ye atfettikleri bir rivayette o, “Bu taşlar kime isabet ettiyse onda çiçek hastalığı görüldü” demiştir (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, I, 54-56; Taberî, XXX, 298-299, 303). Rivayete göre Hicaz bölgesinde çiçek ve kızamık hastalığı ilk defa bu olaydan sonra görülmüştür (bk. Taberî, XXX, 196). Muhammed Abduh, Ferîd Vecdî, Cevâd Ali, Muhammed Esed gibi bazı çağdaş araştırmacılar bu rivayetlere dayanarak olayı bulaşıcı hastalık salgını şeklinde yorumlamaya çalışmışlardır. Abduh’a göre sûrede sözü edilen kuşlardan maksat bir çeşit gerçek kuş olabileceği gibi sinek, sivrisinek vb. mikrop taşıyıcı canlılar da olabilir (bk. Tefsîru cüz’i Amme, s. 157-158). Ancak çağdaş müfessirlerin çoğu dönemin güçlü akımlarından pozitivizmin etkisi altında ortaya konduğunu düşündükleri bu yoruma katılmamış, ona karşı ciddi tenkitler yöneltmişlerdir (meselâ bk. Elmalılı, VIII, 6123-6144; Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, VI, 3976-3979). Sonuç olarak Allah’ın evini yıkmaya kalkışan saldırgan bir güç, bir mûcize neticesinde cezasını görmüş; hiçbir şekilde düşmana karşı koyma imkânı bulamayan ve şehri terkedip dağlara çekilen Mekke halkı da bu olaydan zarar görmeden kurtulmuştur.
“Pişkin tuğla” diye çevirdiğimiz 4. âyetteki siccîl kelimesi “taşlaşmış çamur” demektir. Son âyetteki asf kelimesi ise “ekinin samanı ve buğday kapçığı gibi güve, böcek ve kurtçukların yediği, rüzgârın sağa-sola savurduğu kırıntılar” anlamına gelir. Müfessirler kuşların, ağızlarında ve ayaklarında bu tür taşlar götürüp Ebreheordusunun üzerine fırlattıklarını, sonuçta askerlerin birçoğunun bu taşların etkisiyle öldüğünü, Ebrehe’nin ise yaralı olarak San‘a’ya döndükten sonra orada hayatını kaybettiğini ifade etmişlerdir (Taberî, XXX, 196; Râzî, XXXII, 96-97). “Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi” meâlindeki son âyet, Ebrehe ve ordusunun nasıl büyük bir felâkete mâruz kaldığını ve sonuçta helâk olduğunu gösterir. Bu olayın Mekkeliler için öneminden dolayı bu yıla “Fil yılı” denilmiş ve onlar olayı bir süre tarih başlangıcı olarak kullanmışlardır.
وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَرْسَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلَ fiiline mütealliktir. طَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَبَاب۪يلَ kelimesi طَيْراً ‘ın sıfat olup fetha ile mansubdur. Müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.
Müntehel cumû’ kelimenin ikinci harfinden sonra elif, eliften sonra ise iki veya üç harf bulunan cemi isimlerdir.(Dr.Mustafa Meral Çörtü,Arapça Dilbilgisi Nahiv)
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … اَلَمْ يَجْعَلْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi inşâ cümlesine atfedilmiştir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Menfi muzari sıygadan mazi sıygaya iltifat sanatı vardır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
عَلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلَ fiiline mütealliktir. اَبَاب۪يلَ kelimesi mef’ûl olan طَيْراً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
طَيْراً ’deki nekrelik kesret ve nev ifade eder.
اَبَاب۪يلَ (sürü sürü) kelimesi grup grup demek olup müfredi إبالة ‘dur. Arapların ضغث على إبالة (Bir odun yığını üzerinde bir tutam ot: Yük üstüne yük; bela üstüne bela) şeklinde bir darbı meselleri vardır. Bu إبالة lafzı, (büyük odun yığını) demek olup yığın oluşturmaları hususunda kuş grupları odun yığınına benzetilmiştir. اَبَاب۪يلَ lafzının tıpkı عباديد (farklı yönlere giden insan grupları) ve شماطيط (dağınık bölükler) lâfızları gibi müfredinin bulunmadığı da söylenmiştir. (Keşşâf)
طَيْراً , bilindiği üzere uçan kuş demek olan طائر ‘in çoğuludur. nekre olarak getirilmesi de bunların tanınmadık, garib birtakım kuşlar olduğunu hatırlatır. Gerçekte kuşların o zamana kadar oralarda görülmemiş irili, ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım garip kuşlar olduğu da rivayet edilmiştir. (Elmalılı)
اَبَاب۪يلَۙ , tayrın sıfatı veya halidir. Bundan başka ‘’ebabil’’ adıyla bilinir olmuş ve kırlangıca benzer bir kuş vardır ki ayaklarının uçları kıvrık olması hasebiyle yere konunca uçamadığından yuvalarını hep yüksek yerlere yapar ve yüksecik yerlerden atılarak uçarlar. "Kamus" şerhçisinin ve tercümesinin zikrettikleri vechile bazıları ebabilin, dağ kırlangıcı dedikleri bu kuş olduğunu kabul etmişlerdir. Çoğunlukla bu kuşların vasfında "kırlangıçlar benzeri", "avuçları köpeklerin avuçları gibi" diye rivayet edilmesi dolayısıyla bu yaygın olmuştur. Bu takdirde ebâbil tayr'a atf-ı beyan demek olur. Ve ebâbil lafzının tekili yoktur denilmesine de uyar. Fakat yukarıda görüldüğü üzere imam tefsirciler ebâbilin böyle bir çeşit kuş ismi olduğunu söylememiş, çeşitli şekilde, bölük bölük, peyderpey gelen sürüleriyle çokluklarını ifade eden bir sıfat veya hal mânâsıyla açıklamış oldukları ve âyetin sevki de özellikle bu kuşların garipliğine işaret ettiği cihetle bunu atf-ı beyan gibi bir kuş ismi olarak anlamak doğru görünmez, müvelled (yapay kelime) olması gerektir. Gerçi söylediğimiz gibi bunların hacimleri kırlangıçlar kadar olduğu yaygın ve hortumları kuş hortumları ve avuçları köpek avuçları gibi diye İbni Abbas'dan rivayet edilmiş ise de rivayetlerin tamamı bunların hepsi bir çeşit kuş olmayıp, gerek hacim ve gerekse renk itibarıyla çeşitli olduğunu anlatmaktadır. Şu halde çarpışmalarda leşler üzerinde dolaşan kartallar, kara kuşlar gibi irileriyle kargalar gibi ortaları ve sinek avlayan kırlangıçlar gibi küçükleri ve siyah, beyaz, yeşil ve alaca çeşitli renkleriyle türlü türlü ve birbiri ardınca takip ederek gelen çeşitli sürüleriyle irili ufaklı, alay alay kuşlar demek olur ki, bunların Yemen'den doğru ve deniz tarafından geldikleri de vaki olan rivayetler cümlesindendir. Böyle bir fırtına gibi birdenbire bir kuş akımının saldırması acaib bir şekilde onların başına bir bela yağdırdı. (Elmalılı)