Fil Sûresi 5. Ayet

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ  ...

Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi.  (3 - 5. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَجَعَلَهُمْ nihayet onları yaptı ج ع ل
2 كَعَصْفٍ ekin yaprağı gibi ع ص ف
3 مَأْكُولٍ yenmiş ا ك ل
 

Tefsir ve tarih kaynaklarında anlatıldığına göre o zaman Habeşis­tan’ın yönetiminde bulunan Yemen’in genel valisi Ebrehe her yıl Mekke’deki Kâbe’yi ziyaret eden Arap hacılarını Sana’ya çekmek için burada Kulleys veya Kalîs (kilise) denilen büyük bir katedral yaptırdı. Çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mâbedi ziyaret etmeleri için halkı Sana’ya çağırdı. Ancak bu ümidi gerçekleşmeyince Kâbe’yi yıkmaya karar verdi ve muhtemelen 570 yılında, içinde mahmûd (mamut) adlı filin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü (olayın tarihi ve sebepleriyle ilgili farklı görüşler için bk. Mustafa Fayda, “Fil Vak‘ası”, DİA, XIII, 70-71). Ebrehe, hareketini engellemek için karşısına çıkan bazı güçleri etkisiz hale getirerek yoluna devam etti. Gönderdiği bir müfreze, içinde Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’e ait 200 devenin de bulunduğu Mekkeliler’e ait çok sayıda deveyi ele geçirdi. AbdülmuttalibEbrehe’ye gelerek develerinin iadesini istedi; Ebrehe’nin Kâbe ile ilgili bir sorusu üzerine Kâbe’yi merak etmediğini, çünkü onu sahibinin koruyacağını söyledi. Ertesi gün Ebrehe, ordusuna Kâbe yönünde hareket emri verdi. Fakat kaynaklarda belirtildiğine göre en öndeki fil (mamut) yerinden kımıldamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran sürü sürü kuşlar tarafından –âyetteki benzetmeyle– “yenilip çiğnenmiş ekin” gibi imha edildi. Bazı müfessirler “sürü sürü” şeklinde çevrilen ebâbîl kelimesinin bir kuş türünün adı olduğu kanaatindedir, buna göre 3. âyete “ebâbîl kuşlarını göndermedi mi?” şeklinde mâna vermek gerekir; fakat –konuya ilişkin rivayet ve tefsirler dikkate alındığında– bu görüş ikna edici görünmemektedir (bilgi için bk. Elmalılı, IX, 6102-6105). Yaygın inanışa göre bu olay Hz. Peygamber’in doğumundan elli-elli beş gün veya üç ay önce vuku bulmuştur.

Sûrede Hz. Peygamber’e hitap edilerek 1-2. âyetlerde fil ordusunun başına gelen felâketin büyüklüğünden ve Kâbe’yi yıkma planlarının boşa çıkarıldığından haberdar olduğu ifade edilmektedir. Hz. Peygamber olaya bizzat şahit olmadığı halde, ona yöneltilen “görmedin mi” şeklindeki hitap mecazi bir ifade olup olayı bizzat gözüyle görmese bile görenlerden işitmiş olduğunu ve görmüş gibi kendisine tasvir edildiğini gösterir. 3-5. âyetler ise felâketin nasıl cereyan ettiğini yani Allah tarafından gönderilen sürülerle kuşun fil ordusunun üzerine pişkin tuğla türü taşlar yağdırarak onları nasıl hayvanlar ve haşarat tarafından yenmiş ekin artığına çevirdiğini ifade eder. Râzî’ye göre Ebrehe ve askerlerinin besledikleri kötü emellerin sûrede keyd (plan, tuzak) kelimesiyle ifade edilmesi, onların sadece Kâbe’yi yıkma amacı taşımadıklarını gösterir. Çünkü önceden açıkladıkları için Kâbe’yi yıkma fikri artık “tuzak” olmaktan çıkmıştı. Şu halde keyd kelimesi burada Ebrehetarafının Araplar’a karşı besledikleri başka sinsi planları dile getirmektedir (XXXII, 99; bu planlar ve tuzakların neler olabileceği konusunda bk. Fayda, gös. yer.). Muhtemelen bu plan içinde Mekke’ye ve Mekkelilere verilecek ağır yıkım ve kötülükler de vardı.

Eski tefsirlerde bu fil olayı bütünüyle bir mûcize olarak değerlendirilir. Bazı tarihçi ve müfessirlerin, tâbiîn âlimlerinden İkrime’ye atfettikleri bir rivayette o, “Bu taşlar kime isabet ettiyse onda çiçek hastalığı görüldü” demiştir (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, I, 54-56; Taberî, XXX, 298-299, 303). Rivayete göre Hicaz bölgesinde çiçek ve kızamık hastalığı ilk defa bu olaydan sonra görülmüştür (bk. Taberî, XXX, 196). Muhammed Abduh, Ferîd Vecdî, Cevâd Ali, Muhammed Esed gibi bazı çağdaş araştırmacılar bu rivayetlere dayanarak olayı bulaşıcı hastalık salgını şeklinde yorumlamaya çalışmışlardır. Abduh’a göre sûrede sözü edilen kuşlardan maksat bir çeşit gerçek kuş olabileceği gibi sinek, sivrisinek vb. mikrop taşıyıcı canlılar da olabilir (bk. Tefsîru cüz’i Amme, s. 157-158). Ancak çağdaş müfessirlerin çoğu dönemin güçlü akımlarından pozitivizmin etkisi altında ortaya konduğunu düşündükleri bu yoruma katılmamış, ona karşı ciddi tenkitler yöneltmişlerdir (meselâ bk. Elmalılı, VIII, 6123-6144; Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, VI, 3976-3979). Sonuç olarak Allah’ın evini yıkmaya kalkışan saldırgan bir güç, bir mûcize neticesinde cezasını görmüş; hiçbir şekilde düşmana karşı koyma imkânı bulamayan ve şehri terkedip dağlara çekilen Mekke halkı da bu olaydan zarar görmeden kurtulmuştur.

Pişkin tuğla” diye çevirdiğimiz 4. âyetteki siccîl kelimesi “taşlaşmış çamur” demektir. Son âyetteki asf kelimesi ise “ekinin samanı ve buğday kapçığı gibi güve, böcek ve kurtçukların yediği, rüzgârın sağa-sola savurduğu kırıntılar” anlamına gelir. Müfessirler kuşların, ağızlarında ve ayaklarında bu tür taşlar götürüp Ebreheordusunun üzerine fırlattıklarını, sonuçta askerlerin birçoğunun bu taşların etkisiyle öldüğünü, Ebrehe’nin ise yaralı olarak Sana’ya döndükten sonra orada hayatını kaybettiğini ifade etmişlerdir (Taberî, XXX, 196; Râzî, XXXII, 96-97). “Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi” meâlindeki son âyet, Ebrehe ve ordusunun nasıl büyük bir felâkete mâruz kaldığını ve sonuçta helâk olduğunu gösterir. Bu olayın Mekkeliler için öneminden dolayı bu yıla “Fil yılı” denilmiş ve onlar olayı bir süre tarih başlangıcı olarak kullanmışlardır.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:689-691
 
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethedince, ayağa kalkarak Allah’a hamdü senâdan sonra şöyle bir konuşmak yapmıştır:” Allah Teâlâ Fil halkının Mekke’ye girmesine engel olmuştur. Yalnız Mekke halkını, Mekke fethi sırasında bir defaya mahsus olmak üzere Resûlullah ve mü’minler ile cezalandırmıştır. Şunu biliniz ki, Mekke’de savaşmak benden önce hiç kimseye helâl olmadığı gibi , benden sonra da hiç kimseye helâl olmayacaktır. 
(Buhari, Lukata 7; Müslim, Hac 447,448).
 

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَعَلَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir.Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  كَعَصْفٍ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir.  مَأْكُولٍ  kelimesi  عَصْفٍ ‘in sıfat olup kesra ile mecrurdur. 

Değiştirme manasına gelen  يَجْعَلْ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَأْكُولٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  أكل  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ


Ayet atıf harfi  فَ  ile 3. ayetteki  وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi  كَ ‘nin dahil olduğu  كَعَصْفٍ  car mecruru, mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir.  

عَصْفٍ  için sıfat olan  مَأْكُولٍ ‘in ism-i mef’ûl vezninde  gelmesi bu fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَصْفٍ ‘deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ  cümlesindeki her iki tarafı da hissi olan bu teşbîh mücmel ve mürsel bir teşbihtir. Çünkü vech-i şebeh hazfedilmiş, teşbih edatı ise zikredilmiştir. Beyzâvî bu ayeti: “Allah Teâlâ fil ordusuna mensup kişileri, kurdun yiyip parçaladığı ekin yaprağı, ya da tanesi yenilip de içi boş kalan kuru başak atığı veya hayvanların yiyip midelerinde öğüttükten sonra pislik halinde çıkardığı saman çöpü gibi kalıntılar haline getirdi şeklinde açıklayarak üç vecih zikreder. Birinci veche göre; ebabil kuşlarının attıkları taşlarla ordudaki askerlerin vücutlarında meydana gelen delik ve çizikler, böceğin yediği ekin yaprağındaki delik ve çiziklere benzetilmiştir. İkinci veche göre; onların ruhlardan arınmış kadavra halindeki cesetleri, tanesi (ruhu) alınmış işe yaramaz ekin başaklarına benzetilmiştir. Üçüncü veche göre; atılan taşların sıcaklığıyla onlarının içlerinin parçalanıp dağılması ve eklemlerinin birbirinden ayrılması, hayvanların yiyip dışkı halinde çıkardığı ufalanmış dağınık saman çöplerine benzetilmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

عَصْفٍ , esasında eğip bükmek, kırıp dökmek manalarıyla ilgili olarak masdar ve isim olan bir kelimedir. Burada  ذُو الْعَصْفِ [Yapraklı tane] (Rahmân, 55/12) ayetinde olduğu gibi isim olduğu bellidir. Kamusta zikredildiği üzere  عَصْفٍ ‘ın asıl manası taze ekin, gök ekin yaprağıdır ki, kuruyup kırılınca saman olur. Ekin yetişmeden önce, henüz yeşilken biçilmeye de asf denir ki, çayır gibi hayvana yedirilir. Böyle taze iken biçilen ekin tutamlarına  عَصوفٍ , içinde henüz tanenin bulunduğu başak çıkmadan toplanmış yapraklarına عَصيفٍ , o sararmış ekin başağından dökülen kırıntılarına, saman çöplerine عَصْفٍ  denir. Henüz yeşil iken biçilen veya biçilmeden çayır gibi hayvana verilen gök ekine dilimizde "hasıl" ve bazı yerlerde "kasıl" denilir. Onun için biz de mealde  عَصْفٍ ‘ı, hasıl diye tercüme etmeyi uygun bulduk. (Elmalılı)

مَأْكُولٍ , malumdur ki yenmiş, yenik demektir. Bu "yenmiş hasıl gibi" teşbihinin manasında bir kaç vecih vardır:

1- Zer'i me'kul, yenilmiş ekin denilmiş. Bunda iki mana düşünülebilir: Birisi hayvanlar girmiş yemiş, hurdahaş çiğnemiş, berbat etmiş taze ekin demek olur ki, kırılıp serilişlerini tasvir etmiş olur. Bir de yenmiş olmak neticesinden kinaye olarak gübre haline gelmiş, sonra da kuruyup parçaları darmadağınık olmuş demek olur ki, leşlerin kokuşup dağılması gübre parçalarına benzetilmiş, fakat Kur'ân edebi üzere ifadenin nezaheti muhafaza edilmek için netice, başlangıcıyla beyan olunmuştur. Nitekim ["Îsa ve anası yemek yerlerdi."] (Maide, 5/75) demek büyük abdestlerini yaparlardı manasına hadesten kinaye olduğu halde, edep dolayısıyla öyle ifade buyurulmuştur. Mukatil'in Katade'nin, Ata'nın görüşleri budur. İbnü Cerir ve Fahreddin Râzî gibi birçok tefsirciler bu görüşü tercih etmişlerdir.

2- أْكَالٍ , düşmüş yani kurt yemiş, böcek yeniği olmuş ekin yaprağı demektir ki, böyle ekin özlü tane tutmayacağı gibi, çoğunlukla yenik yapraklar delik delik olduğundan, fil sahiplerinin maksatlarına ermeden bedenlerinin delik deşik olması manzarası böyle yenik ekin yapraklarına benzetilmiş ve belki kurtlar, böcekler, mikroplar yiyerek çürüyüşlerine işaret edilmiştir. Bu, lügat itibarıyla ince bir mana demek olduğundan Zemahşerî bunu tercih etmişe benziyor ki bu görüşü öne almıştır.

3- Yine aynı mana ile taneleri yenmiş sadece kapçıktan, samandan ibaret kalmış ekin yaprağı demek olur ki, bunda asıl  مَأْكُولٍ (yenmiş) olan asfın kendisi değil, taneleri olduğundan, kelamda muzâfın hazfı veya mecazî isnad var demektir. Bu şekilde, canlarının çıkıp, cesetlerinin kalışı veya taşların sıcaklığıyla içlerinin yanması, tanesi yenik boş kabçığa benzetilmiş olur. Bununla beraber akla gelen mana önceki vecihtir. Bir yenik hasıl gibi denilmekte de bu vecihler anlaşılabilir. Asfta yaprağın kırılışı, bükülüşü, biçilişi manalarına işaret bulunduğu gibi, arz ettiğimiz vechile dilimizdeki manasıyla hasılda da taze iken biçilişi ve yenilişi mânâsı vardır.  فَجَعَلَهُمْ  [Onları kıldı] kelimesinin başındaki  فَ  sebep bildirmekle beraber, takip ifade ettiği çin taşların atılması üzerine bunun derhal çabuk bir şekilde oluverdiği de anlatılmış demektir.. (Elmalılı)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kur’an surelerinin son cümlelerinde, bedi manaları olan kelimeler mevcuttur. Bu kelimeleri duyan, kelamın sona erdiğini anlamış, bundan sonra dikkate değer bir şey kalmadığını öğrenmiş olur. Bu surede de konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i inteha sanatının güzel bir örneğidir.

Kısa seci örnekleri olan ayetlerin fasılalarını oluşturan  یلࣲ  ve  ولِۭ  harflerinde seci ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.