Mâûn Sûresi 6. Ayet

اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ  ...

Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ ki
2 هُمْ onlar
3 يُرَاءُونَ gösteriş yaparlar ر ا ي
 

Yukarıda insanlara karşı insanlık görevini yerine getirmeyenler kınanmıştı; burada ise Allah’a karşı gerçek anlamda kulluk görevlerini yerine getirmeyenler eleştirilmektedir.

Burada namaz kılmalarına rağmen kınananların olumsuz tutumlarına üç örnek sıralanmıştır: a) Namazlarının özünden uzak olmaları, b) İbadetlerinde halka gösteriş yapmaları, c) Hayra engel olmaları. “Namazlarının özünden uzaktırlar” diye çevirdiğimiz cümlede geçen sâhûn kelimesinin sözlük anlamı “unutanlar” olup bu bağlamda, “namazlarını vaktinde kılmayanlar” şeklinde yorumlayanlar bulunmuşsa da Taberî, bizim de meâlde esas aldığımız yorumunda sâhûn kelimesini, “namazı ciddiye almayanlar, başka şeylerle meşgul olmayı namaz kılmaya tercih edenler” şeklinde anlamanın daha isabetli olduğunu, bunun vaktinde kılınmaması veya büsbütün terkedilmesiyle ilgili yorumu da kapsadığını belirtmiştir (XXX, 312). Bir kimsenin namazı ciddiye almamasının, namaz kılıyor görünse bile onun özünden uzak kalmasının önemli bir sebebi, 6. âyette riyâ kavramıyla ifade edilen “halka gösteriş yapma” eğilimidir. Riyâ, özellikle dinî davranışlarla ilgili bir terim olup “bir kimsenin, kendisinde bulunmayan dinî ve ahlâkî bir meziyeti, bir erdemi varmış gibi göstermesi, iyilik yapıyormuş gibi görünmesine rağmen yaptıklarıyla –iyiliğin din ve ahlâktaki karşılığından öte– maddî veya manevî bir çıkar amaçlaması” anlamına gelir. İşte âyette bu tutum eleştirilmektedir.

“Hayır” diye çevirdiğimiz son âyetteki mâûn kelimesini Taberî, “insanın yararına olan her şey” şeklinde tanımlar ve kelimenin “zekât, diğer malî yükümlülükler, insanların kendi aralarında birbirine yararlandırmadıkları nimetler, hak, ödünç, mal” gibi anlamlarla açıklandığına dair görüşler naklettikten sonra kendisi mâûn kelimesinin bu bağlamda insanlara iyilik, hayır, nimetlerin paylaşılması gibi anlamları kuşatan genel bir ifade olduğunu belirtir (XXX, 313-320). Bu sebeple biz de meâlde mâûnu geniş bir kavram olan “hayır” kelimesiyle ifade etmeyi uygun bulduk.

Sûrede dikkati çeken önemli bir nokta şudur: İbadetlerde şekil şartları da vazgeçilmez olmakla birlikte, en az şekil kadar özen gösterilmesi gereken husus, imanla birlikte niyet, ihlâs, huşû, takvâ gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içeriktir. Kur’an’a göre ibadetlerde niyet ve ihlâs, tevhid ilkesinin ibadetteki yansımasıdır (meselâ bk. Fâtiha 1/5; Âl-i İmrân 3/64). Bunu Hz. Peygamber, “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” şeklinde belirtmiştir (Buhârî, “Îmân”, 37). İşte 4-6. âyetlerde, “Vay haline o namaz kılanlara ki, onlar namazlarının özünden uzaktırlar; halka gösteriş yaparlar” meâlindeki eleştiriyle verilmek istenen mesaj budur.

Sûrede dikkati çeken diğer önemli bir nokta da Allah’a gönülden ibadet etmekle yardımlaşma ve dayanışmanın dindarlıkta birbirinden ayrılmazlığının vurgulanmış olmasıdır. Buna göre gerçekten dine inanan ve âhiret sorumluluğu taşıyan insan hem Allah’a hem de yaratılmışlara karşı ödevlerinin bilincinde olup bunları tam bir ihlâs ve samimiyetle yerine getiren, kendisi iyilikler yaptığı gibi herkesin de iyilik yapmasına ön ayak olan, yardımlaşma ve dayanışmanın önünü tıkayan değil, aksine gelişip yaygınlaşmasına, bireyselliği aşarak toplumsal ve kurumsal bir yapı kazanmasına katkıda bulunan insandır. İslâm’ın hâkim kılmak istediği gerçek ahlâk ve üstün insanlık işte budur.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:697-698
 
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu; hiçbiriniz güneşin doğması ve batması esnasında namaz kılmaya kalkmasın.
 Sabah namazını kıldıktan sonra güneş yükselinceye kadar artık namaz yoktur. İkindi namazı kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar namaz yoktur.
 Hazreti Peygamber ikindi namazını kıldıktan sonra bu münafıkların ayırt edildiği namazdır. Bu münafıkların namazıdır oturur oturur şeytanın iki boynuz arasına girinceye kadar güneşi bekler sonra kalkıp dört rekat gagalar. Namazda Allah'ı pek az zikreder. Buyurmuştur.
(Müslim, Mesâcid 195; Ebû Dâvud, Salât 5; Muvatta’ , Kur’an 10).

Resûl-i Ekrem bir hadisinde de şöyle buyurmuştur:” Bir kimse insanlar duysun diye ibâdet ederse, Allah Teâlâ onu Kıyamet gününde bütün varlıkların duyacağı şekilde küçük düşürüp rezil eder,”
(Ahmet b. Hanbel, Müsned, II ,162,195,212,223).
 

اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ


الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  مُصَلّ۪ينَۙ ‘nün ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُرَٓاؤُ۫نَۙ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُرَٓاؤُ۫نَۙ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُرَٓاؤُ۫نَۙ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  رأي ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 
 

اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ


4. ayetteki  الْمُصَلّ۪ينَ  için sıfat konumundaki  اَلَّذ۪ينَ , bahsi geçenleri tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek için gelmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır. 

هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَ  cümlesi mevsulün sılasıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هُمْ  mübtedadır.  يُرَٓاؤُ۫نَ  haberdir. Müsned olan  يُرَٓاؤُ۫نَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi;  müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin fiil olan habere takdim edilmesi hükmü takviye, yani tekid etmek içindir. (Âşûr)  

Şayet  المراءاة (riyâ’/riâ’) ne anlama geliyor?” dersen şöyle derim: Bu,  الإراءة (göstermek) mastarının  مفاعلة  kalıbıdır; çünkü mürâî yaptıklarını insanlara gösterir, insanlar da bu işe binaen ona övgü ve beğeni gösterirler (böylece karşılıklı bir gösteriş söz konusu olur). Kişi, -fariza niteliğindeki- yararlı bir işi ortaya koyup sergilemekle mürâî olmaz; zira farizaların hakkı aleni yapılıp sergilenmeleridir; çünkü Peygamber (sav): “Allah’ın farz kıldıklarında asla gizlilik olmaz!” demiştir. Nitekim bunlar İslam’ın işaretleri ve dinin nişaneleridir; bunları terkeden yerilmeyi ve öfkeyi hak etmiş olur. Dolayısıyla (bu vecibeleri) açıktan yaparak töhmeti bertaraf etmek gerekir. Şayet (o ibadet) nafile ise bunun hakkı da gizli tutulmasıdır; çünkü bu, terkinden dolayı kişinin kınanmayacağı ve töhmet barındırmayan türdendir. Şayet kişi takip edilme amacıyla bu nafileyi açıktan yaparsa bu da güzel olur. Riya ancak kişinin, başkaları kendisini görsün de iyi insan olmakla övülsün diye ibadeti açıktan yapmayı amaçlamasıdır. (Keşşâf)