قُلْ يَٓا اَيُّهَا الْـكَافِرُونَۙ
Tevhid ilkesinin sembolü olarak Mekke döneminin ilk yıllarında inen bu sûrede Mekkeli müşriklerin şahsında bütün putperestlere ilân edilmek üzere iman ile şirkin ayrı şeyler olduğu, bu iki inanç sistemi arasında bir benzerlik bulunmadığı, dolayısıyla ikisinin birlikte bulunmasının, iki inanç arasında bir uzlaşmaya gidilmesinin mümkün olmadığı kesin olarak ifade edilmiştir.
Bazı müfessirlere göre 2-3. âyetlerde, gelecekte Hz. Peygamber’in müşriklerin taptığına tapmayacağı, onların da Hz. Peygamber’in taptığına tapmayacakları ifade edilmiş; 4-5. âyetlerde ise halihazırda da onların tutumlarının farklı olmadığı bildirilmiştir. Ancak Şevkânî bu yorumu reddetmekte, 4-5. âyetlerin 2-3. âyetlerdeki gerçeği pekiştirdiğini söylemekte; bu tekrarlara dil kurallarından ve Arap şiirinden örnekler getirmekte, Hz. Peygamber’in hadislerinde de benzer tekrarların bulunduğunu ifade etmektedir (bk. V, 599-600). Bizim tercihimiz de bu yöndedir. Zira 2-3. âyetlerde Hz. Peygamber’in şahsında müminlerin sadece bir Allah’a kulluk etmeleri emredilmiş, Allah’a ortak koşanlarla gerek inanç gerekse ibadet bakımından hiçbir şekilde benzerliklerinin bulunmadığı vurgulanmıştır. 4-5. âyetlerde ise Hz. Peygamber’i kendi dinlerine döndürmek isteyen putperestlerin ümidini kırmak maksadıyla söz tekrar edilmiştir. “Sizin dininiz size, benim dinim banadır” şeklinde tercüme ettiğimiz 6. âyet, daha geniş kapsamlı ve daha vurgulu bir şekilde önceki âyetleri tekit eder ve bu iki din arasında uzlaşmanın olamayacağını gösterir. Zira bu iki dini uzlaştırmak, hak ile bâtılı uzlaştırmak anlamına gelir.
Son âyetten din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün esas olduğu, kimsenin herhangi bir dine girmeye zorlanamayacağı anlamının da çıkarılabileceğini düşünen bir kısım müfessirler bu âyetin müşriklere karşı savaşılmasını emreden âyetle (bk. Tevbe 9/36) neshedildiğini yani hükmünün kaldırıldığını ileri sürmüşlerdir. Ancak bizim de katıldığımız görüşe göre âyetin hükmü kaldırılmamıştır; çünkü burada bir emir veya yasak değil, bir vâkıanın tesbiti ve ifade edilmesi (haber) söz konusudur; haber ise Allah’tan olduğu için gerçektir, hükmü değişmez (bk. Şevkânî, V, 600).
قُلْ يَٓا اَيُّهَا الْـكَافِرُونَۙ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli يَٓا اَيُّهَا الْـكَافِرُونَۙ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْـكَافِرُونَۙ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ـكَافِرُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ يَٓا اَيُّهَا الْـكَافِرُونَۙ
Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavli …يَٓا اَيُّهَا الْـكَافِرُونَ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. اَيُّهَا الْـكَافِرُونَ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir. Nidanın cevabı sonraki ayettedir.
Ayetin başında قُلْ emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder.
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı hâ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
الْـكَافِرُونَ ’deki elif lam takısı ahd içindir.
Bu hitaba muhatap olanlar, Allah’ın bunların iman etmeyeceklerini bildiği belli inkârcılardır. (Keşşâf)
يَٓا اَيُّهَا الْـكَافِرُونَۙ [Ey Kâfirler!] diye küfür sıfatını belirterek yapılan hitap, Mekkelileri kınamayı ve yaptıklarının çirkinliğini ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)
Fahreddin er-Râzî ’ye göre ayetle ilgili üç soru akla gelebilir:
1- Aynı muhataplara başka surelerde cahiller şeklinde hitap edilirken niçin bu surede kâfirler diye hitap edilmiştir? Râzî bunu şöyle açıklar. Çünkü bu sure tamamıyla kâfirler hakkında inmiştir. Bu nedenle burada mübalağanın bulunması kaçınılmazdır. Zira kâfir kelimesinde hem mutlak olarak hem de kayıtlı olarak zikredildiğinde tam bir kötüleme anlamı bulunmaktadır. Halbuki cahil kelimesi böyle değildir, zira bu kelime takyid ile kullanıldığı zaman kötüleme manası ifade etmeyebilir. Ayrıca dünyada bir kişiyi yermek için kâfir kelimesinden daha ağır bir lafız yoktur.
2-Tahrim Suresinin başında اَيُّهَا lafzının başında قُلْ hitabı yokken bu surenin başında niye vardır ve niçin orada mazi fiil كفرو fiili kullanılırken burada ismi fail olan كَافِرُونَۙ kelimesi kullanılmıştır? Râzî’ye göre bunun nedeni de o surenin kıyametle ilgili olmasıdır. Kıyamette peygamberimiz artık onlar için bir elçi değildir. Onlar da artık hala inkâr edici değillerdir. Gerçeği görmüş ve itaat halindedirler.
3-Burada kâfirler hitabı umumi midir yoksa bir kısım kâfirler midir? Râzî’ye göre, bu hitap umumi değil hususidir. Çünkü kâfirlerden bazıları, mesela ehli kitap, Allah (cc)a ibadet etmektedirler. Dolayısıyla bu hitap onları içine almaz, sadece Hz peygamberi putlarına ibadet etmeye çağıran bir grup kâfiri içine alır. (Fahreddin er-Râzî)
يَا اَيُّهَا ifadesi hususundaki görüşümüz, daha önce birkaç yerde geçti. Biz burada buna, şöyle bir ilavede bulunmak istiyoruz. Hz. Ali (r.a)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
يَا ile, nefse; اَىُّ ile, kalbe; هَا ile de, ruha nida edilmiştir." Şu izah da yapılmıştır:
يَا ile, gaibe; اَىُّ ile, mevcut olana nida edilmiş, هَا ile de dikkat çekilmiştir. Buna göre, Cenâb-ı Hak adeta sanki, "Ben sana üç kez seslendim. Sen bana bir kez bile cevap vermedin. Bu ancak, sendeki o gizli cehaletten dolayı böyle olmuştur" demiştir. Şöyle tefsir yapanlar da vardır: Allah Teâlâ, bu ifadede, uzak için kullanılan يَا ile, yakın için kullanılan اَىُّ 'yi beraber zikretmiştir. Buna göre, Cenâb-ı Hak adeta şöyle demek istemiştir: "Senin, benimle yaptığın muamele ve benden kaçışın, uzak olanın (Allah) uzaklaşmasını gerektirir. Ne var ki, benim sana olan ihsanım ve sana gelip ulaşan nimetlerim ise yakın olanın (Allah) yakınlaşmasını gerektirir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Biz ona, şah damarından daha yakınız..." (Kaf, 16) buyurmuştur. Cenâb-ı Hak, uzaklaşmayı ifade eden يَا yı, yakınlaşmayı ifâde eden اَىُّ den önce getirerek, adeta, "Kusur senden, muvaffakiyet benden..." demek istemiştir. Daha sonra da, يَا yi zikretmiştir. Çünkü, uzaklaşmayı gerektiren يَا tıpkı bir ölüm gibi, yakınlaşmayı ifâde eden اَىُّ ise, tıpkı bir hayat gibidir. Binâenaleyh, bu ikisi mevcut olup tahakkuk edince, ölümle hayat arasında yer alan bir hal de tahakkuk eder ki, bu hal, uykudur. Uyuyanın, mutlaka uyandırılması gerekir, هَا ise, tenbih (uyandırma) edatıdır. İşte bu yüzden Cenâb-ı Hak, bu nidayı, bu harf ile bitirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)