Kâfirûn Sûresi 2. Ayet

لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ  ...

“Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 أَعْبُدُ ben ibadet etmem ع ب د
3 مَا şeye
4 تَعْبُدُونَ sizin taptığınız ع ب د
 

Tevhid ilkesinin sembolü olarak Mekke döneminin ilk yıllarında inen bu sûrede Mekkeli müşriklerin şahsında bütün putperestlere ilân edilmek üzere iman ile şirkin ayrı şeyler olduğu, bu iki inanç sistemi arasında bir benzerlik bulunmadığı, dolayısıyla ikisinin birlikte bulunmasının, iki inanç arasında bir uzlaşmaya gidilmesinin mümkün olmadığı kesin olarak ifade edilmiştir.

Bazı müfessirlere göre 2-3. âyetlerde, gelecekte Hz. Peygamber’in müşriklerin taptığına tapmayacağı, onların da Hz. Peygamber’in taptığına tapmayacakları ifade edilmiş; 4-5. âyetlerde ise halihazırda da onların tutumlarının farklı olmadığı bildirilmiştir. Ancak Şevkânî bu yorumu reddetmekte, 4-5. âyetlerin 2-3. âyetlerdeki gerçeği pekiştirdiğini söylemekte; bu tekrarlara dil kurallarından ve Arap şiirinden örnekler getirmekte, Hz. Peygamber’in hadislerinde de benzer tekrarların bulunduğunu ifade etmektedir (bk. V, 599-600). Bizim tercihimiz de bu yöndedir. Zira 2-3. âyetlerde Hz. Peygamber’in şahsında müminlerin sadece bir Allah’a kulluk etmeleri emredilmiş, Allah’a ortak koşanlarla gerek inanç gerekse ibadet bakımından hiçbir şekilde benzerliklerinin bulunmadığı vurgulanmıştır. 4-5. âyetlerde ise Hz. Peygamber’i kendi dinlerine döndürmek isteyen putperestlerin ümidini kırmak maksadıyla söz tekrar edilmiştir. “Sizin dininiz size, benim dinim banadır” şeklinde tercüme ettiğimiz 6. âyet, daha geniş kapsamlı ve daha vurgulu bir şekilde önceki âyetleri tekit eder ve bu iki din arasında uzlaşmanın olamayacağını gösterir. Zira bu iki dini uzlaştırmak, hak ile bâtılı uzlaştırmak anlamına gelir.

Son âyetten din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün esas olduğu, kimse­nin herhangi bir dine girmeye zorlanamayacağı anlamının da çıkarı­labileceğini düşünen bir kısım müfessirler bu âyetin müşriklere karşı savaşılmasını emreden âyetle (bk. Tevbe 9/36) neshedildiğini yani hükmünün kaldırıldığını ileri sürmüşlerdir. Ancak bizim de katıldığımız görüşe göre âyetin hükmü kaldırılmamıştır; çünkü burada bir emir veya yasak değil, bir vâkıanın tesbiti ve ifade edilmesi (haber) söz konusudur; haber ise Allah’tan olduğu için gerçektir, hükmü değişmez (bk. Şevkânî, V, 600).


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: Sayfa:704-705
 

لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ

 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَعْبُدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Nidanın cevabıdır.

مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْبُدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.  تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
 

لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ


Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ayet nidanın cevabıdır. Menfi mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sıla cümlesi olan  تَعْبُدُونَۙ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَٓا اَعْبُدُ - تَعْبُدُونَۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tapmam derken, bununla gelecekteki tapma kastedilmiştir; çünkü  مَا , sadece şimdiki zaman anlamındaki muzari fiilin başına geldiği gibi  لَٓا  edatı da ancak gelecek zaman anlamındaki muzari fiilin başına gelir. Dikkat edersen  لن  edatı da  لَٓا ’nın verdiği olumsuzluğu pekiştirmektedir. 

Halil (b. Ahmed) (v. 175/791) لن  hakkında; “Bunun aslı  لا أنْ ’dir” demiştir. Anlam; “Sizin ilâhlarınıza tapma adına benden talep ettiğiniz şeyi gelecekte yapacak değilim! Siz de benim İlâh’ıma tapma adına sizden talep ettiğim şeyi yapacak değilsiniz -anlaşıldı-!” şeklindedir. (Keşşâf)

لَٓا اَعْبُدُ  lafzının muzari olarak gelişi şimdiki zamanda olduğu gibi gelecekte de ibadet etmem manasını taşır. Çünkü muzari hal manasına geldiği gibi, gelecek manasına da gelir. (Âşûr)

مَا تَعْبُدُونَۙ  ibaresinde مَا  ism-i mevsulü ibham için gelmiştir. Vurguda mübalağa içindir. (Âşûr)

Bir  görüşe göre ilk iki cümle, gelecek ibadetin nefyi (olumsuzluğu) için olduğu gibi, bu son iki cümle de, şu andaki ibadetin olmayacağını ifade etmektedir." (Yani şu anda da ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmıyorum; siz de benim tapmakta olduğuma tapmıyorsunuz.) (Ebüssuûd)

Niçin burada  لَنْ  ile tekid yapılmadı? 

Tekrar, tekid ve pekiştirme için olunca, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, 

لَنْ اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ "Kesinlikle sizin taptıklarınıza tapmayacağım" demesi gerekirdi. Çünkü bu ifade, daha tekitlidir. Baksana, Ashab-ı Kehf, durumu tekitli bir şekilde ifade ederek, "(Ey Rabbimiz), biz kesinlikle senden başka bir ilaha tapmayacağız." لَنْ تَدْعُو (Kehf, 14) demişlerdir?

Cevap: Tekidli ifadeye, töhmet ve itham bulunan yerlerde ihtiyaç duyulur. Halbuki herkes, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, şeriat (İslâm) gelmezden önce de, putlara tapmadığını biliyordu. Binâenaleyh artık şeriat geldikten sonra o, nasıl putlara tapar. Ama Ashab-ı Kehf'in durumu böyle değildir. Çünkü onlar daha önce, putlara tapmışlardır. (Fahreddin er-Râzî)