Kâfirûn Sûresi 5. Ayet

وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ  ...

“Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve değilsiniz
2 أَنْتُمْ siz de
3 عَابِدُونَ ibadet eden ع ب د
4 مَا
5 أَعْبُدُ benim ibadet ettiğime ع ب د
 

Tevhid ilkesinin sembolü olarak Mekke döneminin ilk yıllarında inen bu sûrede Mekkeli müşriklerin şahsında bütün putperestlere ilân edilmek üzere iman ile şirkin ayrı şeyler olduğu, bu iki inanç sistemi arasında bir benzerlik bulunmadığı, dolayısıyla ikisinin birlikte bulunmasının, iki inanç arasında bir uzlaşmaya gidilmesinin mümkün olmadığı kesin olarak ifade edilmiştir.

Bazı müfessirlere göre 2-3. âyetlerde, gelecekte Hz. Peygamber’in müşriklerin taptığına tapmayacağı, onların da Hz. Peygamber’in taptığına tapmayacakları ifade edilmiş; 4-5. âyetlerde ise halihazırda da onların tutumlarının farklı olmadığı bildirilmiştir. Ancak Şevkânî bu yorumu reddetmekte, 4-5. âyetlerin 2-3. âyetlerdeki gerçeği pekiştirdiğini söylemekte; bu tekrarlara dil kurallarından ve Arap şiirinden örnekler getirmekte, Hz. Peygamber’in hadislerinde de benzer tekrarların bulunduğunu ifade etmektedir (bk. V, 599-600). Bizim tercihimiz de bu yöndedir. Zira 2-3. âyetlerde Hz. Peygamber’in şahsında müminlerin sadece bir Allah’a kulluk etmeleri emredilmiş, Allah’a ortak koşanlarla gerek inanç gerekse ibadet bakımından hiçbir şekilde benzerliklerinin bulunmadığı vurgulanmıştır. 4-5. âyetlerde ise Hz. Peygamber’i kendi dinlerine döndürmek isteyen putperestlerin ümidini kırmak maksadıyla söz tekrar edilmiştir. “Sizin dininiz size, benim dinim banadır” şeklinde tercüme ettiğimiz 6. âyet, daha geniş kapsamlı ve daha vurgulu bir şekilde önceki âyetleri tekit eder ve bu iki din arasında uzlaşmanın olamayacağını gösterir. Zira bu iki dini uzlaştırmak, hak ile bâtılı uzlaştırmak anlamına gelir.

Son âyetten din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün esas olduğu, kimse­nin herhangi bir dine girmeye zorlanamayacağı anlamının da çıkarı­labileceğini düşünen bir kısım müfessirler bu âyetin müşriklere karşı savaşılmasını emreden âyetle (bk. Tevbe 9/36) neshedildiğini yani hükmünün kaldırıldığını ileri sürmüşlerdir. Ancak bizim de katıldığımız görüşe göre âyetin hükmü kaldırılmamıştır; çünkü burada bir emir veya yasak değil, bir vâkıanın tesbiti ve ifade edilmesi (haber) söz konusudur; haber ise Allah’tan olduğu için gerçektir, hükmü değişmez (bk. Şevkânî, V, 600).


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: Sayfa:704-705
 

وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. İsim cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. عَابِدُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl amili ism-i fail  عَابِدُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَعْبُدُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.  6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mefûl alabilir. Bu fail veya mefûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْبُدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.   

عَابِدُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  عبد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ


Ayet, atıf harfi  وَ  ile nidanın cevabı olan  لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ  cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.

Önceki cümlenin manen ve lafzen tekidi hükmündeki cümle وَ ’la atfedilerek tekid kuvvetlendirilmiştir. (Âşûr)

اَنْتُمْ  mübteda,  عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۚ  haberdir. Müsned olan  عَابِدُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsm-i fail veznindeki  عَابِدُونَ ‘nin mef’ûlü olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sıla cümlesi olan  اَعْبُدُۚ  müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَعْبُدُۚ - عَابِدُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ - وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ  ile  وَلَٓا اَنَا۬ عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْۙ  - وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ  arasında mukabele vardır. İlk ikisi şimdiki zaman, son ikisi ise gelecek zaman içindir. Bu mukabelede hem şimdi­ki, hem de gelecek zamanda putlara ibadet reddedilmiştir. Bu, güzelleştiri­ci edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)

Şayet (Karşı tarafa)  عَبَدْتُمْۙ  dendiği gibi (Peygamber tarafından da  عَبَدْتُ (taptığıma) denmesi gerekmez miydi?” dersen şöyle derim: Gerekmez; çünkü onlar peygamberlikten önce putlara tapmaktaydılar; Hz. Peygamber ise henüz o vakitte (bilinen İslamî anlamda) Allah’a kulluk etmiyordu.

Peki, neden akıl sahiplerini betimleyen  مَنْ  değil de akılsız varlıkları betimleyen  مَٓا  ile gelmiştir?”(Yani Allah Teâlâ’dan neden “kişi” olarak değil de “şey” olarak bahsedilmiştir.) dersen şöyle derim: Çünkü burada kastedilen, sıfat olup buna göre adeta; “Ne ben batıla taparım ne de siz hakka taparsınız.” buyurulmuştur. 

مَٓا ’nın masdar edatı olduğu da söylenmiştir; yani ben sizin ibadetinizi yapmam, siz de benim ibadetimi yapmazsınız! (Keşşâf)

Başlangıçta muzari sigasıyla burada mazi sigasıyla buyurulması, onların halde olduğu gibi, geçmişteki tapmalarına da Peygamber'in iştirak etmemiş olduğuna işaret eder. Bundan dolayı bazıları buradaki ism-i failinin mazi (geçmiş zaman) manasına olduğunu söylemişlerdir. (Elmalılı)

Burada tekidin faydası da o kafirlerin ümitlerini kesmek ve ebedi olarak küfürde kalacaklarını tesbit etmektir".  (Elmalılı)