وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اصْبِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
فَ ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
لَا يُض۪يعُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُض۪يعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَجْرَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. الْمُحْسِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُحْسِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُض۪يعُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi ضيع ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
وَاصْبِرْ
وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ cümlesine matuf olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olma bakımından mutabakat vardır.
وَاصْبِرْ emri; taatları yapmaya ve isyanlardan kaçmaya, فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ (Şüphesiz Allah iyilik edenlerin mükafatını zayi etmez.) cümlesinde zamir kullanıp اَجْرُهُمْ denilecek yerde açık olarak الْمُحْسِن۪ينَ buyurulması; namazın ihsan (iyilik, güzellik) olduğuna delil olması ve ihlas olmazsa o ikisine önem verilmeyeceği manasına ima içindir. (Beyzâvî)
وَاصْبِرْ (sabret) sözü, mükellef olduğu meşakkate sabretmesini emreder. Emrolunduğu gibi istikamet üzere olmakla, namazı ikame etmek ve benzeri taatler ve yasaklar konusunda sabretmesi kasdedilmiştir. Sabır gerektiren bütün durumları kapsamlı olarak ifade etmek için sabretme emri mutlak olarak gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 355)
فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
فَ ta’liliyyedir.
Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ile tekid edilmiştir.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
“Allah onların ecrini zayi etmez.” değil, “Muhsinlerin ecrini zayi etmez.” denmesi, idmâc yoluyla şehit olmasa da tüm muhsinlerin ecir alacağını gösterir.
Muhsin, çalışıp karşılığında ücret alan biri yerine konulmuştur.
Allah Teâlâ, فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ (Doğrusu Allah muhsinlerin mükâfatını zayi etmez.) buyurarak mutlak bir mana ifade etmiş ve her muhsini ve bunu yapan herkesi kapsayan bir üslup kullanmıştır. Böylece bu fiili yapan veya ister bu fiili, ister ihsan kapsamında bir başka fiili yapan olsun her muhsini bu mananın içine dahil etmiştir. Rûhu'l Me‘ânî'de şöyle yazılıdır: “Bu sıfatı taşıyan herkesi umumi olarak kapsayan bir mana ifade etmesi için zamir zikredilmemiştir. Bu cümle, sabır emrinin sebebini bildirir.” (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 355)
Ayette, لَا يُض۪يعُ (zayi etmez) ifadesi kullanılmış. Halbuki Allah'ın amellerin mükâfatını vermemesi, hakikatte onu zayi etmek değildir. Nasıl zayi etmek olur ki ameller, mükâfatı zorunlu olarak gerektiren değildir ki onu vermemesi zayi etmek olsun. Böyle iken zayi etmek ifadesinin kullanılması, bunun, Allah'tan sadır olması imkânsız olan çirkinlikler olarak tasvir edilmesi ve mükâfat vermeyi, O’na vacip olan şeyler gibi gösterilmek suretiyle Allah'ın bundan son derece nezih olduğunu beyan etmek içindir.
Bu cümle, sabır emrinin illetini beyan etmektedir. Bu kelam işaret ediyor ki zikredilen şeylere sabretmek de iyilik kabilindendir. (Ebüssuûd)
Hitabın Nebi’ye (s.a.) yöneltilmesi onu yüceltmek (övmek) içindir. فَإنَّ اللَّهَ لا يُضِيعُ أجْرَ المُحْسِنِينَ sözünün karinesiyle O (peygamber) ve ümmeti kastedilmiştir. (Âşûr)
Tekid harfi olan إِنَّ, habere dikkat çekmek için getirilmiştir. (Âşûr)
الثَّوابُ kelimesi, amellerin karşılığında ve vadolunan şey olarak kişiye verildiğinden dolayı mükafat (أجْر) olarak isimlendirilmiştir. Bu yüzden sevap (الثَّوابُ), mükâfata (الأجْرَ) benzetilmiştir. (Âşûr)