فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَوْلَا | değil miydi? |
|
2 | كَانَ | bulunmalı |
|
3 | مِنَ | -den |
|
4 | الْقُرُونِ | nesiller- |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِكُمْ | sizden önceki |
|
7 | أُولُو | sahipleri |
|
8 | بَقِيَّةٍ | fazilet |
|
9 | يَنْهَوْنَ | alıkoyan |
|
10 | عَنِ | -tan |
|
11 | الْفَسَادِ | fesat- |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
14 | إِلَّا | dışında |
|
15 | قَلِيلًا | çok azı |
|
16 | مِمَّنْ | kendilerini |
|
17 | أَنْجَيْنَا | kurtardığımız |
|
18 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
19 | وَاتَّبَعَ | peşine takıldılar |
|
20 | الَّذِينَ | kimseler |
|
21 | ظَلَمُوا | zulmedenler |
|
22 | مَا |
|
|
23 | أُتْرِفُوا | bulundukları refahın |
|
24 | فِيهِ | içinde |
|
25 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
26 | مُجْرِمِينَ | suçlu kimseler |
|
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ
فَ istînâfiyyedir. لَوْلَٓا cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır.
كَانَ tam nakıs mebni mazi fiildir. مِنَ الْقُرُونِ car mecruru كَانَ fiiline müteallıktır.
مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru الْقُرُونِ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۬لُوا kelimesi كَانَ ’nin faili olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır.
بَقِيَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَنْهَوْنَ fiili اُو۬لُوا ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْهَوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَنِ الْفَسَادِ car mecruru يَنْهَوْنَ fiiline müteallıktır. فِي الْاَرْضِ car mecruru الْفَسَادِ ’ye müteallıktır.
اِلَّا istisna harfidir. قَل۪يلاً munkatı’ veya muttasıl müstesna olarak mahallen mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte قَل۪يلاً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası اَنْجَيْنَا مِنْهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْجَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mef’ûlün haline müteallıktır. Takdiri, أنجيناه منهم şeklindedir.
وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası اُتْرِفُوا ف۪يهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُتْرِفُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru اُتْرِفُوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
مُجْرِم۪ينَ۟ kelimesi كَانُوا ’nun haberidir. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُجْرِم۪ينَ۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ
فَ istînâfiyedir. لَوْلَا tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir. هلا manasındadır.
هلا, tahdîd (teşvik), pişmanlık, teessüf ve hasret ifade eder, “keşke bunu yapsalardı da başlarına gelen gelmeseydi” manası taşır. “Kulların başına gelen bu musibetin onları üzmesi, perişan etmesi için” demektir. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 358)
Cümlenin başındaki لَوْلَٓا tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.
Bu harf hep maziye dahil olur ve pişmanlığa delalet eder. Sanki muhatabın yaptığı işe pişman olmasını ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَ ’nin tam fiil olduğu cümle menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنَ الْقُرُونِ ve مِنْ قَبْلِكُمْ car-mecrurları konudaki önemlerine binaen fail olan اُو۬لُوا ’ya takdim edilmişlerdir.
يَنْهَوْنَ fiili, بَقِيَّةٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, mevsufunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Sıfat olan يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan اَنْجَيْنَا مِنْهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır.
Ayetteki بَقِيَّةٍ deyimi, “fazilet ve hayır sahipleri” manasınadır. Fazilet ve cömertlik, بَقِيَّةٍ diye isimlendirilmiştir. Çünkü insan, elde ettiği şeylerin en kıymetlisini ve en üstününü geride bırakmak ister. Dolayısıyla bu lafız, cömertliği ifade eden, bir darb-ı mesel haline gelmiştir.
Falan kişi بَقِيَّةٌ sahibidir demek; o kişi yüksek fazilet, din ve şer’i ilim sahibidir demektir. Yani burada kasıt peygamberler değildir. Fakat yine peygamberlere tabi olunarak ve onların getirdikleri yasaların uygulanmasıyla kavimlerinin yeryüzünde fesat çıkarmalarının önlenmesi istenmiştir. (Âşûr)
بَقِيَّةٍ kelimesi fazilet ve hayır anlamına geldiği gibi akıl ve içtihat anlamına da gelmektedir. Burada bakıyye sahipleri, kendi nefislerini Allah'ın gazabından ve azabından koruyanlar, O'nun azabından korkup dinmesini bekleyenler olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd)
بَقِيَّةٍ kelimesinin Manası: Ayetteki اُولُوا بَقِيَّةٍ deyimi, “fazilet ve hayır sahipleri” manasındadır. Fazilet ve cömertlik, “bakıyye” diye isimlendirilmiştir. Çünkü insan, elde ettiği şeylerin en kıymetlisini ve en üstününü geride bırakmak ister. Dolayısıyla bu lafız, cömertliği ifade eden, bir darb-ı mesel haline gelmiştir. Mesela, فُلَانٌ مِنْ بَقِيَّةِ الْقَوْمِ denilir yani “Falanca, kavminin en hayırlılarındandır.” Yine Arapların küçük mescitler hakkında خَبَايَا (çadırlar); insanlar için de بَقَايَا (hayırlılar) demeleri de bu manadadır. Yine “bakıyye” kelimesinin, “takıyye” kelimesinin tıpkı “takva” manasında olması gibi اَلْبُقْوَى manasında olması da mümkündür. Buna göre ayetin manası, “Onlardan, onlara karşı fazilet sahibi olan ve onları Allah'ın gazabından koruyacak olan kimseler bulunmalı değil miydi?” şeklindedir. Bu, لُقْيَةٌ vezninde olmak üzere بُقْيَةٌ şeklinde de okunmuştur ki bu durumda kelime, “Birisi birisini gözleyip beklediği zaman kullanılan, بَقَاهُ - يَبْقِيهِ fiilinden alınmış olur ve bu ‘bukye’ kelimesi masdar binâ-i merre olur. Bu kıraate göre ayetin manası, ‘Onlardan, onları görüp gözeten ve Allah'ın cezalandırmasından korkan kimseler bulunması gerekmez miydi?’ şeklinde olur.” (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki مِمَّنْ أنْجَيْنا مِنهُمْ ifadesi cümlede îcâz-ı hazif olduğuna delalet eder. Takdiri ise فَكانُوا يَتُوبُونَ ويُقْلِعُونَ عَنِ الفَسادِ في الأرْضِ فَيَنْجُونَ مِن مَسِّ النّارِ الَّذِي لا دافِعَ لَهُ عَنْهم (Böylece tövbe edip yeryüzünde bozgunculuk yapmayı bırakırlarsa, kendisine karşı hiçbir koruyucuları olmayan ateşin azabından kurtulurlardı) şeklindedir. (Âşûr)
Ayetteki istisna, istisna-i munkatı’dır. Kelamın manası, “Fakat önceki nesiller arasında kurtardığımız pek az bir kısım fesattan vazgeçirmeye çalıştılar; onların dışındakiler ise bu nehyi terk ettiler.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî ve Âşûr)
بَقِيَّةٍ - مُجْرِم۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ
Cümle, takdiri فما نهوا عن الفساد (Onların fesadına engel olan nedir?) olan mukadder istînâfa matuftur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mazi fiil sıygasında gelmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sözü geçenleri tahkir amacına matuftur.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada sülasi bir fiil olan تبع değil, mübalağa ifade eden اتبع fiili zikredilmiştir.
اتبع الناس (insanlar tâbi oldular) veya اتبع أولئك (onlar tâbi oldular) değil de وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا (zulmeden o kimseler ittibâ ettiler) buyurularak bu kişilerin bu fiilleri, zulümlerine ilaveten yaptıklarına işaret edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim'de اتْرِف kelimesi, sadece hem dünyada hem de ahirette cezayı gerektirecek kötülükle vasıflanan durumlarda kullanılmıştır. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 359)
وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ
وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ cümlesine matuf olan son cümle, كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. كَان’nin haberi ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin devamlı olduğuna işaret etmiştir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade ederler.
كَان ile birlikte gelen cümlede mücrimlik vasfı vurgulanmıştır.
“Zaten onlar günahkâr idiler.” cümlesi, helak edilen eski ümmetlerin, yok edilmelerinin sebebini beyan etmektedir ki o da küfrün yanı sıra zulmün, nefsin arzularına uymanın ve kötülüklerden alıkoymamanın yaygınlık kazanmasıdır. (Ebüssuûd)
كَانَ ve كَانُوا kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
مُجْرِم۪ينَ - اُتْرِفُوا - ظَلَمُوا - الْفَسَادِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette aynı zamanda Müslüman olup isyana bulaşan kimseler için de bir ibret ve öğüt vardır, çünkü onlar da kendi nefislerine bu yolla zulmetmekten beri (uzak) değillerdir. (Âşûr)
Yine bu cümlede başka bir îcâz-ı hazif sanatı daha vardır. Takdiri ise فَحَقَّ عَلَيْهِمْ هَلاكُ المُجْرِمِينَ (mücrimler için helak, hak olmuştur.) şeklindedir. İşte bu şekilde kendisinden sonra gelen وما كانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ القُرى بِظُلْمٍ ayet-i kerimesi için uygun zemin oluşturulmuştur. (Âşûr)