Hûd Sûresi 117. Ayet

وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ  ...

Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk etmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 كَانَ değildi ك و ن
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 لِيُهْلِكَ helak edecek ه ل ك
5 الْقُرَىٰ o beldeleri ق ر ي
6 بِظُلْمٍ zulümle ظ ل م
7 وَأَهْلُهَا ahalisi (iken) ا ه ل
8 مُصْلِحُونَ ıslah edici ص ل ح
 
Bu âyetlerde sûrenin bir özeti yapılmakta, sûrede helâk olduğu bildirilen kavimlerin helâk oluş sebepleri genel olarak ifade edilmekte ve kötülüklerin yok olması için toplumda fazilet sahibi kimselerin çoğalması ve bunların kötülükleri önlemeye çalışmasının gereğine işaret edilmektedir. 116. âyet Hz. Peygamber’den önceki nesiller içerisinde yeryüzünde kötülükleri önleyecek erdemli ve birikimli kimselerin az olduğunu haber vermektedir. Kötülüğün yaygınlaştığı toplumlarda ahlâkî endişelere yer vermeyen çoğunluk, refahın getirdiği şımarıklıkla zevklerinin peşine düşerek günaha gömülmüşlerdi. Sonuçta sûrenin başından beri görüldüğü üzere Allah’ın gazabını hak eden birçok kavim çeşitli felâketlerle yok olup gitti. Onların bu duruma düşmeleri Allah’ın zulmü değil kendi davranışlarının bir sonucudur. Çünkü Allah kötülüklerden vazgeçip durumlarını düzeltmeye çalışanları helâk etmez. Onlar inançlarını ıslah etmek, durumlarını düzeltmek maksadıyla gönderilen peygamberleri tanımadılar, kendilerine verilen fırsatı değerlendirmediler; haksızlık ve yolsuzluklar son derece arttı, artık ilâhî cezanın şartları oluşmuştu, sonunda cezalarını buldular. Bir toplumda iyiliği tavsiye edip kötülüğü önleyecek, hak ve adaleti tesis edecek kimseler bulunduğu sürece o toplum yok olmaz: Bunlar bulunmadığı takdirde o toplumun yok olması mukadderdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 206-207
 

وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

رَبُّكَ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُهْلِكَ  fiiline dahil olan  لِ, lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

يُهْلِكَ  mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

الْقُرٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

بِظُلْمٍ  car mecruru  يُهْلِكَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ  cümlesi  الْقُرٰى ’nın hali olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  اَهْلُهَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُصْلِحُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُصْلِحُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması Allah Teâlâ’nın Hz. Peygambere rahmet ve şefkatinin işaretidir.

رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâf olması Hz. Peygambere şan ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

كَانَ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَا كَان li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

Lam-ı cuhûdun dahil olduğu  يُهْلِكَ  cümlesi, cer mahallinde, masdar teviliyle  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Hal konumundaki  وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ  cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Dünya hayatında yapılması gerekenler emredildikten sonra kasabanın ileri gelenlerinin toplumdaki yerine vurgu yapılmıştır. Toplumda ileri gelenler insanları uyarmadığı için helak olmuşlardır. Ayetin siyak ve sibakı dünya hayatı olduğundan hudûs ve teceddüde delalet eden fiil kalıbıyla gelmiştir. Çünkü ilk insandan itibaren milletler değişmekte, bazıları helak olup onların yerine yenileri gelmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, et-Ta‘bîru’l-Kur’anî, s. 25) 

Önder ve büyüklerinin kötülüğe engel olmadığı, zulmün ve fesadın her ferdini kapladığı toplumların helak edilmesi tekrarlayan ve teceddüt eden bir durumdur. (İbnu’z Zübeyr, Milâkü’t Teʾvîli’l-katı bi-Zevi’l İlhâd ve’t-Taʿtîl Tevcîhi’l Müteşâbihi’l Lafz min Ayi’t Tenzîl, 671) 

Bu sebeple ayette teceddüt ifadesi taşıyan fiil kalıbı kullanılmıştır.

مُصْلِحُونَ - بِظُلْمٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

الْقُرٰى - اَهْلُهَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

القُرى  kelimesi ile murad edilen, şehrin halkıdır.  واسْألِ القَرْيَةَ  (Yusuf Suresi, 82) ayetinde olduğu şekliyle mecaz-ı mürsel vardır. (Âşûr) 


بِظُلْمٍ ifadesindeki  بِ  harf-i ceri mülabese içindir ve  رَبُّكَ  kelimesinden haldir. Yani insanları, onlara zulmederek helak edici değildir manasındadır. (Âşûr)


وأهْلُها مُصْلِحُونَ  cümlesi القُرى kelimesinden haldir. Yani Allah'ın eziyet verici olan helakı, asla ıslah edici bir kavmin başına gelmez. (Âşûr)

Islah ediciler, 116. ayette  يَنْهَوْنَ عَنِ الفَسادِ في الأرْضِ  şeklinde zikredilen fesad edicilere mukabil olarak gelmiştir.  وكانُوا مُجْرِمِينَ  cümlesiyle de Allah Teâlâ’nın bir kavmi, asla onlara zulüm olsun diye helak etmeyeceği, bilakis onların işledikleri günahlar sebebiyle kendi nefislerine zulmettikleri ve bu sebeple helaka düçar olacakları belirtilmiştir. (Âşûr)