Hûd Sûresi 114. Ayet

وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ  ...

(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَقِمِ ve kıl ق و م
2 الصَّلَاةَ namaz ص ل و
3 طَرَفَيِ iki tarafında ط ر ف
4 النَّهَارِ gündüzün ن ه ر
5 وَزُلَفًا ve yakın vakitlerinde ز ل ف
6 مِنَ
7 اللَّيْلِ gecenin ل ي ل
8 إِنَّ şüphesiz
9 الْحَسَنَاتِ iyilikler ح س ن
10 يُذْهِبْنَ giderir ذ ه ب
11 السَّيِّئَاتِ kötülükleri س و ا
12 ذَٰلِكَ bu
13 ذِكْرَىٰ bir öğüttür ذ ك ر
14 لِلذَّاكِرِينَ ibret alanlara ذ ك ر
 
Gündüz, “tan yerinin ağarmaya başladığı andan güneşin batmasına kadar geçen süre” demektir. Gece ise “güneşin battığı andan başlayıp tan yerinin ağarmasına kadar geçen süre”yi ifade eder. Gündüzün iki tarafından maksat, geceyle birleşen iki tarafı, yani başı ve sonu olup tan yerinin ağardığı ve güneşin battığı zamanlardır. Buna göre gündüzün iki tarafında kılınması emredilen namazlardan biri sabah namazıdır; diğeri ise güneş batmadan önceki kısım (taraf) olarak alındığında öğle ve ikindi, battıktan sonraki taraf olarak alındığında akşam ve yatsı olarak yorumlanmıştır. “Gündüze yakın saatler” diye tercüme ettiğimiz zülef kelimesi ise zülfenin çoğulu olup gecenin gündüze yakın olan ilk saatlerini ifade eder; bu saatlerde kılınması emredilen namaz da yatsı namazıdır. Âyette namazın şekli ve zamanı belirlenmediği için âyet, vakti detaylı olarak tanımlamadan işaret edilen zamanlarda namaz kılmanın önemini vurgulamaktadır (Şevkânî, II, 603). Bu âyetin bütün farz namazların vakitlerini belirlediği kanaatinde olanlar da vardır (bk. Elmalılı, IV, 2831). 
 Namaz vakitlerini ve şeklini mütevâtir sünnet açıklamıştır. Hz. Peygamber’in uygulamalarına göre farz namazların vakitleri şöyledir: Sabah namazının vakti tan yerinin ağarmasıyla başlar, güneş doğuncaya kadar devam eder; öğle namazının vakti gün ortasından hemen sonra başlar, eşyanın gölgesi kendinin bir veya iki misli oluncaya kadar sürer; ikindi namazının vakti öğle vaktinin sona erdiği andan başlar, güneş batıncaya kadar devam eder; akşam namazının vakti güneş batınca başlar, batı tarafındaki kırmızı veya beyaz şafak kayboluncaya kadar devam eder; yatsı namazının vakti ise şafak kaybolduktan sonra başlar, tan yeri ağarıncaya kadar devam eder; vitir namazının vakti yatsı ile aynı olup yatsı namazını müteakip kılınır. Âyet, kötülüklerin ortadan kalkması veya bağışlanması için ibadetlerle iyiliklerin çokça yapılmasının gereğine işaret etmektedir. Bunların başında da namaz gelir (Ankebût 29/45). Âyetin son cümlesi yukarıdaki emir ve yasakların Kur’an’ın hidayetinden yüz çevirenler için değil, ona yönelenler için güzel bir öğüt olduğunu ifade buyurmaktadır. 115. âyet Hz. Peygamber’in şahsında bütün insanlara hitap ederek yukarıda geçen ilâhî emir ve yasakları yerine getiren kimselerin bazı sıkıntılarla karşılaşacağına işaret etmekte ve sabretmeyi öğütlemektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 205-206
 

Resul-i Ekrem (sav) beş vakit namazın farz olduğunu defalarca söylemiştir:” Cebrail geldi, bana imam oldu , onunla birlikte namaz kıldım, sonra onunla bir daha namaz kıldım “ diye beş vakit namazı parmağıyla sayarak göstermiştir.
(Buhari, Bed’ü’l-halk 6, Mevakit 1; Müslim, Mesâcid 167)

Muâz ibni Cebel’i Yemen’e gönderirken ona “ Allah’ın kendilerine günde beş vakit namazı farz kıldığını bildir “ demiştir.
(Buhâri, Zekat 41,63, Megazi 60, Tevhid 1; Müslim ,Îman 29,31)

“Büyük günahdan sakınıldığı sürece , beş vakit namaz ile iki cuma ve iki ramazan , bunların aralarındaki zaman diliminde işlenecek günahlara kefaret olur”
(Müslim, Tahâret 14,16)

Peygamber Efendimiz, abdestte yıkanması gereken uzuvları üçer defa yıkamak sûretiyle güzelce abdest alan , gönlünden bir şey geçirmeden iki rekat namaz kılan kimsenin geçmiş günahlarının bağışlanacağını da müjdelemiştir.
(Buhâri, vudû’ 24, 28; Müslim ,Tahâret 3,4)
 
زلف Zelefe : زُلْفَة derece, konum, mertebe ile itibar ve pâyedir. Bir başka görüşe göre azabın menzilesi hakkında kullanılması ise beşâret /müjde gibi lafızların da tahkir amacıyla kullanımına benzer. زُلْفَى itibar ve paye demektir. İf’al babındaki أزْلَفَ fiili ise paye/itibar verdi/yaklaştırdı manalarına gelir. Müzdelife gecesi için özellikle bu ismin verilmesi (مُزْدَلِفَة) insanların bu gecede Arafat’tan inerek Mina’ya yakın olmalarıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Müzdelife ve zülüftür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ

 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  اَقِمِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

الصَّلٰوةَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  طَرَفَيِ  zaman zarfı,  اَقِمِ  fiiline müteallıktır. 

النَّهَارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

زُلَفاً  kelimesi atıf harfi  وَ la  طَرَفَيِ ye matuftur.  مِنَ الَّيْلِ  car mecruru  زُلَفاً in mahzuf sıfatına müteallıktır.

اَقِمِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  قوم ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

  

اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الْحَسَنَاتِ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.

يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.  يُذْهِبْنَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

السَّيِّـَٔاتِ  mef’ûlün bih olup kesra ile mansubtur. Cemi müennes salim kelimeler fetha  yerine kesra alırlar.


ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

ذِكْرٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi  ى  olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle  ى  ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. Burada  ذِكْرٰى  kelimesi maksûr isim olduğu için takdiri îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلذَّاكِر۪ينَ  car mecruru  ذِكْرٰى ya müteallıktır. Cer alameti  ي dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

لِلذَّاكِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ذكر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ

 

Cümle önceki ayetteki emir cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Emirler görünüşte müfred olarak yalnızca Hz. Peygambere hitadendir, oysa mana itibarıyla umuma yani bütün ümmete aittir. Nehiylerde ise “azmayın” ve “Zulmedenlere arka vermeyin.” diye yalnızca ümmete yöneltilmiştir. Ne ince ne zarif bir ifade tarzıdır ki hayırlı olan fiillerde Hz. Peygamber muhatap tutulmuş da ümmete ondan sirayet ettirilmiştir. Sakınca teşkil eden işlerden, yasaklanmış fiillerden nehye gelince de Hz. Peygambere hitaptan çekinilip ümmete geçilmiş ve bunun Peygambere ancak ümmeti dolayısıyla zımnen bir ilişkisi bulunduğu anlatılmıştır. Ve Hz. Peygamberin şahsı bu gibi işlerden uzak tutulmuştur. Çünkü usul ilminde beyan olunduğu üzere, bir fiilden nehiy, o fiilin muhataptan sadır olması düşünülür ve tasavvur edilir olmasına bağlıdır. Vukuu ihtimali olmayan fiil nehyedilmez. Bundan dolayı nehiylerin Peygambere yöneltilmeyip de ümmete yöneltilmesi ve ümmetin muhatap kabul edilmesi, bu gibi işlerin Hz. Peygamber hakkında asla düşünülemeyeceği ve ihtimal dahilinde bile olmadığı gerçeğini ortaya koyar. Şu halde Hz. Peygambere verilen doğruluk emrinin, doğrulukta devam ve sebat etmesini temin demek olduğunu ve fakat buna rağmen ümmette doğruluktan ayrılmanın ve zalimlere meyil etmenin yine de mümkün ve muhtemel bulunduğunu ihtar vardır. Ve işte Hz.  Peygambere, “Hud Suresi Beni kocattı.” dedirten de ayetin bu ince belâgatı ile ümmetin doğruluktan sapma tehlikesinin bulunmasıdır.”Düşünmeyi bilenlere bir hatırlatmadır.” (Elmalılı)

Bil ki Allah Teâlâ, Hz. Peygambere dosdoğru olmayı emredince bunun peşinden namaz emrini getirdi. Bu, Allah'a imandan sonra ibadetlerin en büyüğünün namaz olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin ilk cümlesi 5 vakit namaza işaret eder. Çünkü  زُلَفاً  kelimesi çoğul olduğu için 3 vakti ifade eder. Çoğul kelime en az üç sayısını ifade eder. Bunun için gece kılınan üç namaz (akşam, yatsı ve sabah namazları) bu kelimeyle ifade edilmiştir.

Namazın arkasından “Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir.” buyurulmuştur. Bu manada şöyle bir hadis-i şerif de vardır. Vakit namazları, aralarda işlenen küçük günahlara kefarettir. Bu hadis, bir anlamda bu ayetin açıklamasıdır.

النَّهَارِ - الَّيْلِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

زُلَفاً ’in tenkiri, nev ifade eder. 


  اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ  cümlesi, namazların ikamesi emrinin illetini belirtme siyakında gelmiştir. اِنَّ  harfiyle cümle tekid edilmiştir. Bu tekid, konuya verilen öneme ve verilen haberin gerçekliğine işaret eder. Bunun yanı sıra اِنَّ  harfi ta’lil ve tefri’ manaları da içerir. Buradaki ta’lil, Allah’ın kötülükleri giderici olarak iyilikleri varettiğini bildirici nitelikte olup tüm iyilik sahiplerine işaret eder. Sebep, illetli olan şeyden daha genel olur. Bunun yanında çoğul kelimenin elif-lam ile marife oluşu umum ifade eder. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْحَسَنَاتِ - السَّيِّـَٔاتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Burada  تذهب  değil de  يذهبن  buyurularak, az bile olsa güzelliklerin kötülükleri giderdiği beyan edilmiştir. Eğer  تذهب  buyurulsaydı, güzelliklerin ancak çok olduğu vakit kötülükleri giderdiğine delalet ederdi. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 355)


ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذِكْرٰى -  لِلذَّاكِر۪ينَ  arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Günahın imana zarar vermeyeceğini söyleyenler, bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir: “Çünkü iman, hasenatın (iyiliklerin) en kıymetlisi, en yücesi ve en efdalidir. Ayet, hasenatın seyyiatı (kötülükleri-günahları) giderip temizlediğine delalet etmektedir. Hasenatın en yücesi olan iman, isyanın en ilerisini teşkil eden küfrü bertaraf eden bir derecedir. Dolayısıyla onun, derece bakımından en aşağıda olan günahlara, haydi haydi gücü yeter. Dolayısıyla bu, bütün ikâbı (azabı) gidermeyi olmasa bile, devamlı ve ebedî azabı gidermeyi ifade eder.” (Fahreddin er-Râzî)