وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تَرْكَنُوا | meyletmeyin |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimselere |
|
5 | ظَلَمُوا | zulmeden(lere) |
|
6 | فَتَمَسَّكُمُ | yoksa size dokunur |
|
7 | النَّارُ | ateş |
|
8 | وَمَا | ve yoktur |
|
9 | لَكُمْ | sizin için |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | دُونِ | başka |
|
12 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
13 | مِنْ | hiçbir |
|
14 | أَوْلِيَاءَ | dost(lar) |
|
15 | ثُمَّ | sonra |
|
16 | لَا | asla |
|
17 | تُنْصَرُونَ | yardım göremezsiniz |
|
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَرْكَـنُٓوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِلَى harf-i ceriyle birlikte تَرْكَـنُٓوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada sebep fe (فَ)’sinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكم ركون إلى الذين ظلموا فمسّ النار لكم (Sizden kimse zülmedenlere meyletmesin, yoksa size ateş-cehennem dokunur.) şeklindedir.
تَمَسَّكُمُ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
النَّارُ fail olup lafzen merfûdur.
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
Cümle تَمَسَّكُمُ ’deki hitap zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و” gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ دُونِ car mecruru اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf haline veya mahzuf habere müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. اَوْلِيَٓاءَ fetha ile mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْلِيَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdûde olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُنْظَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ
وَ atıf harfidir. Cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan mazi fiil sıygasındaki ظَلَمُوا cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ cümlesine dahil olan فَ, fa-i sebebiyyedir. Akabindeki muzari fiil sıygasındaki cümle masdar teviliyle kelamın öncesinden anlaşılan manaya matuftur.
فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ şeklindeki ateşin dokunması ifadesi, aklî mecazdır.
النَّارُۙ, cehennem azabından kinayedir.
Önceki ayetteki müfred muhatap zamirinden bu cümlede cemi muhatap zamire iltifat vardır.
Burada zulme meyletmekten bahsedilmiş fakat zulme ortak olmak ifade edilmemiştir. Bunun mukabili olarak da ateşe atılmak değil, ateşin dokunuşunun zikredilmesinde latif bir uyum bulunmaktadır. (İbnİ Ebi’l İṣba‘, Bedî‘u’l Kur’an, s. 78)
Terim olarak “i’tilâfu’l-lafz ma‘al-ma‘nâ”; mana sert olduğu zaman lafzın da kaba olması, mana yumuşak olduğu zaman lafzın da ince/zarif olması, mana garîb olduğu zaman lafzın da garîb olması demektir. Başka bir deyişle övünme ve teşvik için açık lafızların ve güçlü ibarelerin seçilmesi, övgü ve aşk için ince/zarif kelimelerin ve yumuşak ibarelerin tercih edilmesidir.
Zalimlere ve onlara meyledenlere aynı ceza verilmez. Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede zalimlere meyletmeyi nehyetmiş ve bu kişilere ceza verileceğini belirtmiştir. Tabi bu ceza yanmak değil, ateşin dokunmasıdır. Ateşin yakmasıyla dokunması bir değildir. Bunun için dokunma fiili tercih edilmiştir. Her ne kadar dokunmak fiili mecazen azapla yok etmek anlamına gelse ve dokunan şeyin azabının kişi tarafından hissettiği ilk duyguyu ifade ediyor olsa da burada hakiki manada kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
رْكَـنُٓ, az bir meyli ifade eder. Yani “Zulmedenlere azıcık bile meyletmeyin.” demektir. Burada zalimler, اِلَى الظالمين (zalimlere) şeklinde isimle değil de اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا (zulmedenlere) denilmek suretiyle, “Zulüm onlarda sabit bir vasıf haline gelmemiş olsa bile yani kendilerinden bir kere bile zulüm vaki olmuş olsa onlara meyletmeyin.” manasını ifade etmiştir. Bu üslup zalimlere dalkavukluğu yasaklamada etkili bir üsluptur. Bir kere bile zulüm işlemiş kişilere azıcık bir meyl bile yasaklandıysa, zulmü sabit bir vasıf haline getiren kişilerin durumu nasıl olur?! Ya bu zalimleri yüceltmek, onları arkadaş edinmek, onlarla karışmak, onları dost edinmek nasıl olur?! (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 353)
"Zulmedenlere de meyletmeyin; sonra size ateş dokunur.” cümlesi, zulmü yasaklamak ve ondan dolayı tehdit etmek hususunda tasavvur edilebilecek mükemmeliyetin en yüksek zirvesindedir.
Bu hitabın Allah'ın Resulüne ve O’nunla beraber olan Müslümanlara yapılmış olması, adaletten ibaret olan istikamet üzerinde sebat etmelerini temin etmek içindir. Zira ifrat ve tefritten birine meyletmek, kendi nefsine veya başkasına zulümdür. (Ebüssuûd)
الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ifadesi, kendisinden mutlak olarak zulüm denebilecek bir şeyin vaki olduğu kişiler için kullanılır. Bu mana kastedildiği zaman اِلَى الظالمين (zalimlere) denmez. (Rûhu'l Me‘ânî, XII/154; Bahru'l Muhît, V/269)
لَا تَرْكَـنُٓوا fiiliyle تَمَسَّكُمُ fiilinin tercih edilmesinde mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَرْكَـنُٓوا - ظَلَمُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
Cümle, تَمَسَّكُمُ ’deki hitap zamirinin halidir. Menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَا لَكُمْ mahzuf habere müteallıktır. Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu اَوْلِيَٓاءَ muahhar mübtedadır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
دُونِ اللّٰهِ izafeti, kısa yoldan izah ve gayrıyı tahkir içindir.
ثُمّ ile مَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesine atfedilen لَا تُنْصَرُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ظَلَمُوا - تُنْصَرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı sanatı vardır.
Burada, مِنْ ولِيَٓ (velîden) değil, مِنْ اَوْلِيَٓاءَ (evliyadan/velilerden) buyurularak, çoğul ifade kullanılmıştır. Bunun sebebi, zalimler için de çoğul ifadenin gelmiş olmasıdır. İstiğrak yoluyla Allah'tan başka bir dostun bulunmadığına delalet etmek için, istiğrak ifade eden مِنْ harfi gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Tefsir, c. 3, s. 353)
ثُمَّ edatı onlara yardımın uzak olduğunu gösterir, çünkü onlara azap edeceğini va’detmiş ve azabı vacip kılmıştır. وَ ’ın uzak görmek için فَ yerine konulmuş olması da caizdir, çünkü onlara azap edeceğini ve başkasının da onlara yardım edemeyeceğini açıklayınca onlara hiç yardım etmeyeceği sonucuna varılmıştır. (Beyzâvî)
ثُمَّ ibaresi burada rütbeten terahi sağlar. Yani mana olarak; “Size yardım edebilecek, sizden ateş azabını hafifletebilecek veya sizi oradan çıkarabilecek hiç bir kimse bulamayacaksınız.” anlamındadır. (Âşûr)
تُنْصَرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)