Nasr Sûresi 2. Ayet

وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجاًۙ  ...

Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.  (1 - 3. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَرَأَيْتَ ve gördüğün (zaman) ر ا ي
2 النَّاسَ insanların ن و س
3 يَدْخُلُونَ girdiklerini د خ ل
4 فِي
5 دِينِ dinine د ي ن
6 اللَّهِ Allah’ın
7 أَفْوَاجًا dalga dalga ف و ج
 

Müfessirlere göre “Allah’ın yardımı”ndan maksat, Mekke putperestlerine veya bütün düşmanlarına karşı Allah’ın Hz. Peygamber’e yardım etmesi ve onu zafere kavuşturmasıdır; mecazen “dinin kemale ermesi, son şeklini alması” anlamında da yorumlanmıştır. “Fetih”ten maksat ise başta Râzî’nin “fetihlerin fethi” dediği Mekke’nin fethi olmak üzere Hz. Peygamber’e nasip olan bütün fetihlerdir. Fetih mecaz olarak “Hz. Peygamber’e verilen ilimler, dünya nimetleri, cennet” olarak da yorumlanmıştır (Râzî, (XXXII, 153-155; Şevkânî, V, 602-603).

Sûrede Hz. Peygamber’in şahsında genel olarak müminlere hitap edilerek Allah Teâlâ kendilerine bir nimet ve yardım lutfettiğinde O’na hamd ve şükretmeleri gerektiği ifade edilmektedir. Müminler Mekke döneminde fakir ve güçsüzdü; müşriklerin kendilerine yaptıkları zulme karşılık verecek durumda değillerdi. İnsanlığı kurtuluşa çağıran Hz. Peygamber, çağrısına olumlu cevap alamadığı için üzülüyor, hatta kendi kavmi tarafından din konularında yalan söylemekle suçlanıyordu (bk. Hûd 11/12; En‘âm 6/33-35). Fakat Medine döneminde müminler güçlenerek kendilerine haksızlık eden inkârcılara karşı savaşacak duruma geldiler ve fetihler başladı. Bu durum Araplar’ın İslâm’a girmesinde büyük etken oldu. Özellikle Mekke’nin fethinden sonra Arap kabileleri savaşmaksızın İslâm’ın hâkimiyetini kabul etmiş ve akın akın İslâm’a girmişlerdir. 2. âyet bunu ifade etmektedir. 3. âyette ise daha önce müşrikler tarafından “sihirbaz, şair, kâhin, mecnûn” gibi yakışıksız sıfatlarla nitelenerek her türlü hakarete mâruz bırakılan Hz. Peygamber’e, kendisini bu durumdan kurtaran Allah’a hamd ve şükretmesi emredilmektedir. Mekke’den hicret ederken Sevr mağarasında gizlendiğinde yanında sadece Hz. Ebû Bekir vardı; şimdi ise binlerce sahâbî ile birlikte Mekke’yi fethetmiş, bu arada tarihin en büyük ve en yapıcı inkılâbını gerçekleştirmişti. İşte bu sebeple müminlerden yüce Allah’a hamdetmeleri, kendilerine nasip edilen zafer ve fetih nimetlerinin şükrünü yerine getirmeleri istenmektedir.

Hz. Peygamber’in günahtan korunduğu bilinmektedir (ismet). Buna rağmen ona Allah’tan af dilemesi emredildiğine göre bunun mânası ya ümmeti için, onların adına af dilemesi veya –günahtan uzak dursa bile– Allah’tan af dilemek kullukta kemalin gereği olduğu için “Allah’ın lutuf ve inâyetine her zaman muhtaç olduğunu dile getirmesi, her şeye rağmen ibadetlerini mükemmel görmeyip bu sebeple O’ndan af dilemesi”dir. Bu sûre indikten sonra Hz. Peygamber’in, “Allahım! Sana hamd eder ve seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Beni bağışla, çünkü sen tövbeleri kabul edensin!” anlamındaki duayı sık sık tekrarladığı rivayet edilmektedir (İbn Kesîr, VIII, 532-533; ayrıca bk. Fetih 48/1-3).

Sahabeden bazıları bu âyetlerden Hz. Peygamber’in görevinin tamamlandığı ve artık vefatının yakın olduğu sonucunu çıkarmışlardır (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 110). Bundan dolayı sûreye “vedalaşma” anlamında “Tevdî” ismi de verilmiştir. Nitekim bu âyetler indikten sonra Hz. Peygamber’in ancak seksen gün gibi kısa bir süre yaşadığı rivayet edilmektedir (bk. Kurtubî, XX, 233).

 

وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجاًۙ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَاَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَاَيْتَ  ‘bilmek’ anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْخُلُونَ  fiili  النَّاسَ ‘nın hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَدْخُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي د۪ينِ  car mecruru  يَدْخُلُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَفْوَاجاً  kelimesi  يَدْخُلُونَ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.

 

وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجاًۙ


Ayet atıf harfi وَ ‘la  önceki ayetteki şart olan  اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

النَّاسَ  kelimesi  رَاَيْتَ  fiilinin mef’ûlüdür. 

يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجاًۙ  cümlesi  النَّاسَ ‘nın halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَدْخُلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

رَاَيْتَ  fiili bu ayette ru’yet veya basiret manasına gelebilir.  رَاَيْتَ  fiili, basiret manasında alındığında,  يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجاًۙ  cümlesi, fiilin mef’ûlünden hal olur.  رَاَيْتَ  fiili, ru’yet manasında düşünüldüğünde bu cümle, fiilin ikinci mef’ûlü olur.

ف۪ي د۪ينِ  car mecruru  يَدْخُلُونَ ’ye mütealliktir.

اَفْوَاجاًۙ  kelimesiيَدْخُلُونَ  fiilinin failinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

د۪ينِ  kelimesinin lafza-ı celâle muzâf olması  د۪ينِ  için şeref ve tazim ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ف۪ي د۪ينِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  د۪ينِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  د۪ينِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

النَّاسَ ’deki marifelik örfî istiğrak içindir. (Âşûr)

Ve insanların yani Arapların grup grup Mekkeliler, Tâifliler, Yemenliler, Hevâzinliler ve diğer Arap kabileler gibi büyük topluluklar halinde Allah'ın dinine, kendisinden başka gerçek din olmayan İslam dinine girdiklerini gördüğün zaman..(Rûhu’l Beyân).

وَرَاَيْتَ النَّاسَ  ayetinde kül zikredilmiş, cüz murâd edilmiştir.  النَّاسَ  lafzı umûmîdir. Maksat Araplardır. (Safvetü’t Tefâsir)

يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ  ayetinde, Allah'ın dini’nden maksat İslâmdır. Yüce Allah, dinin şerefini ve yüceliğini göstermek için, Allah'ın dini demiştir. بيت الله (Allah'ın evi),  ناقت الله (Allah'ın devesi) ifadelerine benzer. (Safvetü’t Tefâsir)

Cenâb-ı Hak, فٖى دٖينِ اللّٰهِ  buyurmuş, fakat  فٖى دٖينِ الرَّبِّ  "Rabbin dinine...", veya diğer isimlerle ifade buyurmamıştır. Ki, bunun şu iki sebebi vardır:

1) Çünkü Allah ismi, zata ve sıfatlara delalet ettiği için, isimlerin en büyüğüdür. Cenâb-ı Hak adeta şöyle buyurur: "Bu dinin, Allah'ın dini olmaktan başka bir haslet ve özelliği olmasa bile, onun kabul edilmesi zorunlu ve vâcibtir."

2) Cenâb-ı Hak şayet, فٖى دٖينِ الرَّبِّ  demiş olsaydı, bu, "Bu dini kabul etmek sana vâcibtir; çünkü O, seni terbiye etti; sana ihsanda bulundu" manasını ihsas eder; o zaman da, senin O'na yapmış olduğun taat ve ibadet ise, bir menfaat isteği ve talebine yönelik olarak meydana gelmiş olur; böylece de ihlas bulunmamış olur. İşte buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Bana olan kulluk hizmetini, sana dönecek bir faydadan dolayı değil, ben Allah ve ilah olduğun için ihlasla yap" demiş olur. (Fahreddin er-Râzî)