فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ اِنَّهُ كَانَ تَوَّاباً
Müfessirlere göre “Allah’ın yardımı”ndan maksat, Mekke putperestlerine veya bütün düşmanlarına karşı Allah’ın Hz. Peygamber’e yardım etmesi ve onu zafere kavuşturmasıdır; mecazen “dinin kemale ermesi, son şeklini alması” anlamında da yorumlanmıştır. “Fetih”ten maksat ise başta Râzî’nin “fetihlerin fethi” dediği Mekke’nin fethi olmak üzere Hz. Peygamber’e nasip olan bütün fetihlerdir. Fetih mecaz olarak “Hz. Peygamber’e verilen ilimler, dünya nimetleri, cennet” olarak da yorumlanmıştır (Râzî, (XXXII, 153-155; Şevkânî, V, 602-603).
Sûrede Hz. Peygamber’in şahsında genel olarak müminlere hitap edilerek Allah Teâlâ kendilerine bir nimet ve yardım lutfettiğinde O’na hamd ve şükretmeleri gerektiği ifade edilmektedir. Müminler Mekke döneminde fakir ve güçsüzdü; müşriklerin kendilerine yaptıkları zulme karşılık verecek durumda değillerdi. İnsanlığı kurtuluşa çağıran Hz. Peygamber, çağrısına olumlu cevap alamadığı için üzülüyor, hatta kendi kavmi tarafından din konularında yalan söylemekle suçlanıyordu (bk. Hûd 11/12; En‘âm 6/33-35). Fakat Medine döneminde müminler güçlenerek kendilerine haksızlık eden inkârcılara karşı savaşacak duruma geldiler ve fetihler başladı. Bu durum Araplar’ın İslâm’a girmesinde büyük etken oldu. Özellikle Mekke’nin fethinden sonra Arap kabileleri savaşmaksızın İslâm’ın hâkimiyetini kabul etmiş ve akın akın İslâm’a girmişlerdir. 2. âyet bunu ifade etmektedir. 3. âyette ise daha önce müşrikler tarafından “sihirbaz, şair, kâhin, mecnûn” gibi yakışıksız sıfatlarla nitelenerek her türlü hakarete mâruz bırakılan Hz. Peygamber’e, kendisini bu durumdan kurtaran Allah’a hamd ve şükretmesi emredilmektedir. Mekke’den hicret ederken Sevr mağarasında gizlendiğinde yanında sadece Hz. Ebû Bekir vardı; şimdi ise binlerce sahâbî ile birlikte Mekke’yi fethetmiş, bu arada tarihin en büyük ve en yapıcı inkılâbını gerçekleştirmişti. İşte bu sebeple müminlerden yüce Allah’a hamdetmeleri, kendilerine nasip edilen zafer ve fetih nimetlerinin şükrünü yerine getirmeleri istenmektedir.
Hz. Peygamber’in günahtan korunduğu bilinmektedir (ismet). Buna rağmen ona Allah’tan af dilemesi emredildiğine göre bunun mânası ya ümmeti için, onların adına af dilemesi veya –günahtan uzak dursa bile– Allah’tan af dilemek kullukta kemalin gereği olduğu için “Allah’ın lutuf ve inâyetine her zaman muhtaç olduğunu dile getirmesi, her şeye rağmen ibadetlerini mükemmel görmeyip bu sebeple O’ndan af dilemesi”dir. Bu sûre indikten sonra Hz. Peygamber’in, “Allahım! Sana hamd eder ve seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Beni bağışla, çünkü sen tövbeleri kabul edensin!” anlamındaki duayı sık sık tekrarladığı rivayet edilmektedir (İbn Kesîr, VIII, 532-533; ayrıca bk. Fetih 48/1-3).
Sahabeden bazıları bu âyetlerden Hz. Peygamber’in görevinin tamamlandığı ve artık vefatının yakın olduğu sonucunu çıkarmışlardır (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 110). Bundan dolayı sûreye “vedalaşma” anlamında “Tevdî” ismi de verilmiştir. Nitekim bu âyetler indikten sonra Hz. Peygamber’in ancak seksen gün gibi kısa bir süre yaşadığı rivayet edilmektedir (bk. Kurtubî, XX, 233).
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. سَبِّحْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بِحَمْدِ car mecruru سَبِّحْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبسا بحمد. (Hamd ile kuşanmıştır.) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اسْتَغْفِرْهُ atıf harfi وَ ‘la سَبِّحْ ‘e matuftur.
اسْتَغْفِرْهُۜ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سَبِّحْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اسْتَغْفِرْهُۜ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غفر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
Bir de bu ayette ihtibak sanatı olduğu söylenmiştir. Asıl kelam: "Ona istiğfar et, çünkü o bir mağfiret edicidir ve tevbe et, çünkü o bir tevbeleri kabul edicidir" demek olup, her birinden birinin hazfiyle diğerine işaret edilmiştir. (Elmalılı)
اِنَّهُ كَانَ تَوَّاباً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. تَوَّاباً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ayet, önceki iki ayetteki şart cümlelerinin cevabıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
بِحَمْدِ رَبِّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması, كَ zamirinin ait olduğu Hz. Peygambere, yine Rabb ismine muzâf olması حَمْدِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
Şart cümlesinde, ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilerek Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 235)
Veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelen بِحَمْدِ رَبِّكَ car mecruru, سَبِّحْ fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üsluptaki وَاسْتَغْفِرْهُ cümlesi atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Sözlükte “suda hızla yüzüp mesafe almak” manasındaki سبح kökünden türeyen tesbih, terim olarak Cenab-ı Hakk’ı ulûhiyetle bağdaşmayan her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih etmeyi ifade eder. Aynı kökten سبحان kelimesine lafza-i celâlin eklenmesiyle oluşturulan sübhanallah سبحان الله terkibi tesbih ile aynı anlama gelir. Her iki terim de Allah’tan başkasına nispet edilemez. (TDV İslam Ansiklopedisi-Tesbih)
[‘’Rabbini hamd ile tesbih et’’] kimsenin aklına gelmeyen şeyleri sana kolaylaştırmasına taaccüp et, ona hamd et ya da nimetlerine hamd ederek onun için namaz kıl. Şüphesiz o, tevbeleri çok kabul edendir mükellefleri yarattığı andan itibaren istiğfar eden için böyledir. (Beyzâvî)
Arap geleneğine göre ihtiyacın istenmesinden önce övgünün gelmesi gibi, tesbih etme ve hamdetme emrinin istiğfar emrinden önce gelmesi de bağışlanmaya icabet için bir hazırlıktır. (Âşûr)
اِنَّهُ كَانَ تَوَّاباً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
إنَّهُ كانَ تَوّابًا cümlesi önceki kelamın tamamı için tezyîldir. (Âşûr)
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ‘nin haberi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi olan كَانَ تَوَّاباً , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi tekid edilen bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)
كَان ’nin haberi olan كَانَ تَوَّاباً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
تَوَّاباً kelimesi, mübalağa ifade eden bir vezindir. Çünkü فعّال vezni, çokluk ifade eden bir kalıptır. (Safvetü’t Tefâsir)
تَوَّاباً kelimesi mübalağa kalıbıdır ve tenkiri tazim içindir. (Âşûr)
اسْتَغْفِرْ - سَبِّحْ - حَمْدِ ve اللّٰهِ - رَبِّ - تَوَّاباً gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)
Kur’an surelerinin son cümlelerinde, bedî’ manaları olan kelimeler mevcuttur. Bu surede de konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden son cümle, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
"Tesbihten neyin murad edildiği hususunda izah:
"Tesbih, Allah'ı,tenzih ile zikretmektir. Hz. Peygamber (s.a.s)'e bundan sorulduğunda, cevaben, "Tesbih, Allah'ı bütün kötü şeylerden tenzih etmektir" buyurmuştur. Kelimenin aslı ise سَبَحَ "yüzdü" kelimesinden gelir. Şöyle ki: Yüzen kimse, tıpkı kuşun havada uçması gibi suda yüzer ve kendisini suya batıp da boğulmaktan ya da, su yatağındaki kötü şeylere takılıp da onlarla kirlenmekten korur. Kelimenin şeddeli şekli
سَبَّحَ de, "uzaklaştırmak" anlamına gelir. Çünkü, senin Allah'ı tesbih etmen demek O'nu, hakkında layık ve caiz olmayan şeylerden uzak tutman demektir. Şüphe yok ki bu kelimenin, Allah'ı, nefy ve isbat yönünden, gerek zati, gerek fiili sıfatlar itibariyle hakkında caiz olmayan şeylerden tenzih etmek için kullanılması güzel ve uygun olmuştur. Çünkü, nasıl ki balık necaset kabul etmezse, bunun gibi, Hak Sübhânehû da, Kendisi hakkında asla uygun olmayan şeyleri kabul etmez. O halde "tesbih" kelimesi, hem zat, hem sıfat, hem de fiiller hususunda Allah'ın tenzih edilmesini ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)