تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ
Ebû Leheb, Abdülmuttalib’in oğlu ve Hz. Peygamber’in baba bir amcasıdır. Asıl adı Abdülüzzâ olup parlak yüzlü olduğundan veya öfkelendiğinde yanakları kızardığı için babası tarafından kendisine “alev gibi, çok parlak” anlamına gelmek üzere Ebû Leheb lakabı verilmiştir. Daha önce Hz. Muhammed’i çok sevdiği, hatta iki oğlunu onun kızlarıyla evlendirdiği halde peygamber olduktan sonra onun azılı düşmanı oldu. Hz. Peygamber, insanların Allah katında eşit olduğunu, onların dinî ve ahlâkî erdemlerine göre değerlendirileceklerini söylüyordu. Ebû Leheb ise kibirli, gururlu ve zengin biri olup fakir ve zayıf insanların kendisine eşit tutulmasını kabullenemiyordu. Rivayete göre Resûlullah panayırda dolaşarak insanları İslâm’a davet ederken Ebû Leheb de arkasından gider ve çevresindekilere onun yalancı olduğunu söylerdi (Kurtubî, XX, 236). Hz. Peygamber’e karşı daima onun düşmanlarıyla birlikte hareket etmiş, hem kendisi hem de karısı ona eziyet etmişlerdir. Hicretin 2. yılında çiçek hastalığına yakalandığı için müslümanlara karşı Bedir Savaşı’na katılamamış, fakat yerine adam göndermiş, ayrıca müşriklere malî destekte bulunmuştur. Kureyş’in Bedir’deki yenilgisini ve ağır kayıplarını haber aldıktan yedi gün sonra kahrından öldüğü söylenmektedir. Çiçek hastalığının kendilerine de bulaşacağı korkusuyla ailesinden hiç kimsenin ona yaklaşmadığı, öldüğünde ücretle tuttukları Sudanlılar’a defnettirdikleri rivayet edilir. Ebû Leheb’in kızı müslüman olarak Medine’ye hicret etmiş, oğulları Utbe ile Muttalib de Mekke’nin fethinden sonra İslâm’a girmişlerdir (fazla bilgi için bk. Mehmet Ali Kapar, “Ebû Leheb”, DİA, X, 178-179).
“Ebû Leheb’in elleri kurusun!” meâlindeki 1. âyet mecazi bir ifade olup, “Kahrolası!” anlamında bir bedduadır. Devamındaki “tebbe” fiili, bedduanın gerçekleşeceğini ifade eder. Yine, bu ifadenin mecaz olduğu ve “işinde zarar etsin, işleri kötüye gitsin” anlamına geldiği şeklinde yaygın bir yorum daha vardır; nitekim öyle de olmuştur. İlk “kuruma”yı işlerinin kötü gitmesi için beddua, ikinci “kuruma”yı ise kendi şahsının (nefs) perişan olduğu yönünde bir haber ve bilgi verme olarak açıklayanlar da olmuştur (meselâ bk. Tüsterî, s. 209). Müfessirler 2. âyette Ebû Leheb’in kazandığı bildirilen şeyden maksadın onun çocukları, malı, mevki ve itibarı olduğunu söylemişlerdir. Buna göre âyet, bunların hiçbirinin kendisini dünyadaki kötü sondan kurtaramadığını ifade eder. “Ona ne malı fayda verdi ne de kazandığı” diye çevirdiğimiz 2. âyete, “Malı ona ne fayda sağladı, o ne kazandı?” diye soru şeklinde de mâna verilmiştir (Şevkânî, V, 606-607).
Ebû Leheb, Hz. Peygamber’in amcası olduğu için onu desteklemesi ve düşmanlarına karşı koruması gerekirken tam tersine karısıyla birlikte ona eziyet ve sıkıntı verdiklerinden dolayı 3. âyette ateşi son derece şiddetli olan cehenneme gireceği haber verilmiştir.
Ebû Leheb’in karısı, Harb’ın kızı ve Ebû Süfyân’ın kız kardeşi Ümmü Cemîl Avrâ’dır. “Dedikodu yapıp söz taşıyan...” diye çevirdiğimiz 4. âyeti, Hz. Peygamber’e eziyet etmek maksadıyla diken, çalı çırpı toplayıp geceleyin peygamberin yoluna serdiği için “odun taşıyan” diye çevirenler de vardır. Biz meâlde, insanların arasını bozmak amacıyla laf götürüp getirdiği ve Hz. Peygamber’i maddî sıkıntısı sebebiyle aşağıladığı için mecazi anlamda böyle (hammâlete’l-hatab) nitelendirildiği şeklindeki yorumu tercih ettik. Taberî, her iki yorumu destekleyici rivayetler aktardıktan sonra kendisi birinci mânayı tercih etmiştir (bk. XXX, 338-339). Ayrıca hata ve günahlarını yüklenip taşıdığından dolayı mecazi anlamda “yanacağı cehennem için kendi odununu kendisi taşıyan” olarak nitelendirildiği kanaatinde olanlar da vardır (bk. Şevkânî, V, 607-608). Aynı kadın, Lât ve Uzzâ isimli putlara yemin ederek mücevherden yapılmış kıymetli gerdanlığını Hz. Peygamber’e düşmanlık uğrunda harcayacağını büyük bir gururla söylediğinden dolayı da 5. âyet, “Dünyadaki gerdanlık yerine âhirette boynuna ateşten bir ip takılacaktır” şeklinde yorumlanmıştır (bk. Kurtubî, XX, 242).
تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ
Fiil cümlesidir. تَبَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. يَدَٓا fail olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.
اَب۪ي muzâfun ileyh olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ‘dir. لَهَبٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَبَّ fiili atıf harfi وَ ‘la تَبَّتْ ‘e matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ
Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Surenin تَبَّتْ kelimesiyle başlaması, bir azarlama ve tehdit olarak nazil olduğu izlenimini vermektedir. Bu, hiciv şiirlerinin zem ve şetm (yerme ve kötüleme) çağrısıyla başlaması gibi beraatul istihlâldir. (Âşûr)
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak tahkir, tehdit ve beddua manası taşıdığı için lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Fiilin mef’ûlü olan يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ , az sözle çok anlam ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir.
تَبَّتْ يَدَٓا [İki eli kurusun] ibaresinde kinaye vardır.
وَتَبَّۜ cümlesi, makabline atfedilmiştir. Aynı üsluptaki cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Matufun aleyhin lafzen ve manen tekidi olan cümle, tehdidi artırmak için وَ ‘la atfedilmiştir.
تَبَّۜ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette, iki mazi fiil dua manasında bir araya gelmiştir. İlk fiil ile ikincisini ayıran يدا , mukadder ikinci fiilin failinden bir cüzdür. Ve bu Ebu Cehil’e aittir. Nitekim ifade sadece bu sureye özeldir. (Ahmet Bessâm es-Sâî, El-Mucize, C. 1, s.169)
وَتَبَّۜ ‘deki وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. İkinci cümle bedduanın bedduaya atfıdır ve ilk cümleyi tekid eder. (Âşûr)
Azarlama ve tehdit için gelen bu surenin ilk ayetinde berâat-i istihlâl vardır. (Safvetü’t-Tefâsîr)
‘’Eli kurusun’’ denmiş ama eli değil kendisi kastedilmiş. Cüz zikredilmiş kül murad edilmiş, yani mecaz-ı mürsel müfred sanatı vardır. (Safvetü’t-Tefâsîr)
Ebu Leheb isim değil künyesidir. Tahkir için gelmiştir. İsmi Abdul uzza idi. Uzza bir putun ismi idi. (Muhammed Tâhir ibnu Âşûr, Tefsîrü et-Tâhrîr ve-t Tenvîr)
Dünyadayken kendi çalışması sayesinde sahip olmadığı, Allah vergisi olan yüzünün güzel-parlak oluşu sebebiyle Ebu Leheb diye anılırken, mukabilinde kendi kesbi dolayısıyla ahirette nâr alevinin azabına maruz kalmıştır. Bu ifadede beyanî bir güzellik vardır. (Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydânî, Meâricü-t Tefekkür ve Dekâikü-t Tedebbür)
اَب۪ي لَهَبٍ künyesi küçümseme ve hakaret ifade eder. Maksat, ona değer vermek değil, bilakis Ebû Cehil künyesinde olduğu gibi onu teşhir etmektir. (Safvetü’t-Tefâsîr)
Beyzâvî ayeti şöyle izah eder. Ayetteki تباب kelimesi helake götüren hüsranı ifade eder. Ebû Leheb’in iki elinden kasıt zatıdır. Özellikle iki elden bahsedilmesinin nedeni; Hz. Peygambere [En yakın akrabalarını uyar] ayeti nazil olunca onun akrabalarını toplayıp ikaz etmesi, bunun üzerine Ebû Leheb’in نتبًّ لك ; kahrolası bizi bunun için mi çağırdın diyerek ona atmak üzere eline bir taş almasıdır. Ayet-i kerîmede geçen birinci تَبَّتْ kelimesi beddua anlamında bir haber cümlesidir. İkinci تَبَّۜ kelimesi ise bu bedduanın gerçekleştiğini bildiren haber cümlesidir. Haber cümlesinin وَتَبَّۜ şeklinde mazi sıygasıyla getirilmesi gerçekleştiğini ifade etmek içindir. (Beyzâvî)
Ebu Leheb’in helak oluşunun ellerine izafe edilmesinin diğer bir sebebi de; Hz. Peygamber akrabalarını Safa Tepesi’ne davet ettiğinde, Ebu Leheb’in eline taş alarak onu taşlamasıdır. Tarık b. Muharib İslam’a girmeden önceki bir anısını şu şekilde anlatır: “Ben Zi Mecaz çarşısında olduğum bir sırada; bir adamın ‘ey insanlar Allah’tan başka ilâh olmadığını söyleyin ve kurtulun’ dediğini ve yine başka bir adamın ‘ona inanmayın’ diyerek onu taşladığını ve ayaklarını kanlar içerisinde bıraktığını gördüm. Bu kimdir? dedim. Bu, peygamber olduğunu söyleyen Muhammed, diğeri ise onun amcası Ebu Leheb dediler. (Âşûr).
التَّبُّ ; hüsran ve helaktır. Kelam, yaptığına uygun bir karşılık olarak ( جَزاءً وِفاقًا ), Ebu Leheb'in Muhammed (s.a.v.)'e hakaret ettiği sözlere benzer şekilde, Allah'ın Peygamberini savunduğu Ebu Leheb'e yönelik bir çağrı (beddua) ve azarlamadır. (Âşûr)
وتَبَّ cümlesi تَبَّتْ يَدا أبِي لَهَبٍ cümlesine matuftur. Tebbet kelimesinin ellere isnadı ise, taş atarak zarara alet olmaları nedeniyle beddua bedduaya atfedilmiştir. (Âşûr)
Cenâb-ı Hakk'ın burada,
قُلْ تَبَّتْ (De ki, Ebû Leheb'in elleri kurusun) buyurmayıp da, Kâfirûn Sûresi'nde, "De ki: Ey kafirler..." (Kâfirûn, 1) buyurmasının sebebi nedir? Buna birkaç bakımdan cevap verilebilir: Zira, amcalık yakınlığı, hürmete riayeti gerektirir. Bundan dolayı, Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed (s.a.s)'e, amcasına (bir tür kınama) olacağından, قُلْ ..."De ki..." emrini kullanmasını emretmemiştir. Kâfirûn Sûresi'nde ise durum bunun tersinedir. Zira o kafirler, Hz. Muhammed (s.a.s)'in amcaları değildir. (Fahreddin er-Râzî)
Ebu Leheb Künyesi;
1) O cehennemlik olup akıbeten varacağı yer de alevli bir ateş olunca, hâli künyesine uygun düşmüş, bu nedenle onunla zikredilmesi yerinde olmuştur. Buna göre ona, nasıl ki çok kötü ve şerir bir kimseye, Ebu'ş-Şer "şerrin babası"; hayırsever kimseye de Ebû'l-Hayr "hayrın babası", Ebû Leheb "alev'in babası" denilir.
2) Yanakları ateş parçası gibi ve kıpkırmızı olduğu için ona bu ad verilmiştir. Böylece, onunla alay edip tahkir etmek için, bununla anılması caiz olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)