قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ
İhlâs sûresinin, İslâm’ın esası olan tevhid (Allah’ın birliği) ilkesini özlü bir şekilde ifade ettiği ve Allah Teâlâ’yı tanıttığı için ilgili kaynakların hemen tamamında geçen bir hadislerinde Hz. Peygamber tarafından Kur’an’ın üçte birine denk olduğu ifade buyurulmuştur. Sözün akışı ve konunun Allah’ın nesebini (hangi soydan geldiğini) soran müşriklere verilen cevapla ilgili olması (meselâ bk. Şevkânî, V, 611) dikkate alındığında 1. âyetteki “O” diye çevirdiğimiz “hüve” zamirinin Allah’a ait olduğu açıkça anlaşılır. Allah ismi, varlığı ezelî, ebedî, zarurî ve kendinden olup her şeyi yaratan, her şeyin mâliki ve mukadderatının hâkimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan... Yüce Mevlâ’nın öz (has) ismidir (bk. Bakara 2/255).
Müfessirler bu sûrede ağırlıklı olarak Allah’ın birliğini ifade eden ahad terimi ile var oluş bakımından kimseye muhtaç olmadığını anlatan “samed” terimi üzerinde durmuşlardır. “Tektir” diye çevirdiğimiz “ahad” kelimesi, “birlik” anlamına gelen vahd veya vahdet kökünden türetilmiş bir isimdir (Ebû Hayyân, VIII, 528); sıfat olarak Allah’a nisbet edildiğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsizliğini ifade eder; bu sûrede doğrudan doğruya, Beled sûresinde (90/ 5, 7) dolaylı olarak Allah’a nisbet edilmiştir; bu anlamıyla tenzihî veya selbî (Allah’ın ne olmadığını belirten) sıfatları da içerir. Nitekim devamındaki âyetler de bu mânadaki birliği vurgular. Bu sebeple “ahad” sıfatının bazı istisnalar dışında Allah’tan başkasına nisbet edilemeyeceği düşünülmüştür. Aynı kökten gelen vâhid ise “bölünmesi ve sayısının artması mümkün olmayan bir, tek, yegâne varlık” anlamında Allah’ın sıfatı olmakla birlikte Allah’tan başka varlıkların sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Türkçe’de de “bir” (vâhid) ile “tek” (ahad) arasında fark vardır. Bir, genellikle “aynı türden birçok varlığın biri” anlamında da kullanılır. “Tek” ise “türdeşi olmayan, zâtında ve sıfatlarında eşi benzeri olmayan tek varlık” mânasına gelir. İşte Allah, bu anlamda birdir, tektir. Ahad ile vâhid sıfatları arasındaki diğer farklar ise şöyle açıklanmıştır: Ahad, Allah’ın zâtı bakımından, vâhid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir. Ahad ile vâhidin her biri “ezeliyet ve ebediyet” mânalarını da ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler ahadı “ezeliyet”, vâhidi de “ebediyet” mânasına tahsis etmişlerdir. Allah’ın sıfatı olarak her ikisi de hadislerde geçmektedir (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 112; İbn Mâce, “Duâ”, 10; Nesâî, “Cenâiz”, 117; Müsned, IV, 103; geniş bilgi için bk. Bekir Topaloğlu, “Ahad”, DİA, I, 483; Emin Işık, “İhlâs Sûresi”, DİA, XXI, 537).
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’ dir. Mekulü’l-kavli هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ اَحَدٌ isim cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. اَحَدٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ
Sure, beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavli هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ , mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin başında قُلْ emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder.
Ayetteki munfasıl zamir هُوَ ihtimam ifade eden şan zamiridir. هُوَ mübteda, اللّٰهُ اَحَدٌۚ cümlesi haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu sure, surelerin sondan üçüncüsüdür. Önceki iki sure ile birlikte, günlük ibadetlerimizde yerini bulan ve oldukça çok tekrarlanan bir üçlü oluşturur. Suredeki, kendisini diğer surelerden ayıran lügavî kuvvet, pek çok unsura özellikle de, Kuran'da başka yerde tekrarlanmamış olan اَحَدٌۚ , الصَّمَدُۚ ve كُفُواً lafızlarına ve dört ayetin tamamında istihdam edilmiş eşsiz ifadelere dayanır. Kur’an’ın son üç suresi aynı hitap üslubuyla başlar. (Ahmet Bessâm es-Sâî, el-Mucize, C.1., s.134) Bu surelerde قل emri verilirken, emri veren ve emir verilen belirtilmemiştir. (Ahmet Bessâm es-Sâî, el-Mucize, C.1., s.136)
Allah’tan başkası ehadiyetle vasıflanmaz. رجلٌ أحدٌ veya درهمٌ أحد denmez.
اَحَدٌۚ kelimesinin; واحد ‘i kapsadığı ama واحد kelimesinin اَحَدٌۚ ‘ı kapsamadığı aşikârdır. Bu da; bu lafzın Kur’anî oluşunu ve tamamen kendine has bir kullanımı olduğunu gösterir. Öyle ki Allah Teâlâ’nın isimlerinden sayılır. (Ahmet Bessâm es-Sâî, el-Mucize, C.1., s. 137) Kur’an’ı Kerim’de bu kelime 74 defa geçmesine rağmen bu mana ile sadece bu surede kullanılmakta ve bu yönüyle diğer surelerden ayrılmaktadır. (Ahmet Bessâm es-Sâî, el-Mucize, C.1., s.138)
Lafızlarının îrab konumlarının girift olması, birden fazla îrabı mümkün kılmıştır. Dolayısıyla parçalardan herhangi biri, birden fazla ihtimale açıktır. Manada, cüzlerden hangisi vurgulanmıştır? هُوَ mi اللّٰهُ mı yoksa اَحَدٌۚ mı? Ama sonuçta, bu cüzlerin lügavî özgürlük (özgür dil) hakkında bildiğimiz her şeye aykırı olan bu birleşimi, birden fazla anlam taşımaz. O da Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın vahdaniyetidir. (Ahmet Bessâm es-Sâî, el-Mucize, C.1., s. 151)
Bu ayeti kerimede هُوَ zamiri, durum bildirmek içindir. Yani, durum şudur ki; Allah biriciktir. Burada, daha başlangıçta surenin içeriğinin önem ve büyüklüğüne dikkat çekme vardır. هُوَ mübteda olmakla merfûdur, haberi de arkasındaki cümledir. Aid zamirine ihtiyaç yoktur, çünkü cümle de هُوَ 'den ibarettir yahut zamir sorulan şeye racidir yani bana sorduğunuz şey, o Allah'tır, demektir. (Beyzâvî)
Lafza-i celâlin zikri bütün kemâl vasıflara sahip olduğunu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu ifade eder. Bu da tevhidin delilidir ve Vâhidü'l-Ehad'a ibadeti gerektirir, O'nun dışındakilere yapılan kullukları iptal eder. Çünkü bütün kemâl vasıflara sahip olmak, bu kainatta birden fazla ilâh olmasını imkansız kılar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 258)
قُلْ هُوَ [de ki O] ayetinde, Allah'ın Yüce isminin zamir-i şan olarak zikredilmesi tazim ve hürmet ifade eder. قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ayeti tecrîd ifade eder. Çünkü Yüce Allah'ın bu kelamı, dengi ve çocuğu olmamasını icab ettirir. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu cümledeki meşhur olan görüş هُوَ zamirinin, şan zamiri olduğu ve kendinden sonra gelen اللّٰهُ اَحَدٌ cümlesinin de onun haberi olduğudur. Bilindiği gibi şan zamiri, tazim ve vurgu makamlarında gelerek kendinden sonra gelen mananın yüceliğine ve önemine delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s.80)
قُلْ , makul olana ve telaffuz olunana şamil olur, kemali de anlam ile lafzın bir arada olmasındadır. Yani sadece kendi yanından bir düşünce, sırf akli ve nazari delillere dayalı olarak değil, Allah’ın bildirdiği Hak kelamı olduğunu şeksiz, şüphesiz kalbinle tasdik ve dilinle ikrar ederek, kendi kendine söylediğin gibi, başkalarına da tebliğ et ve açıkça söyle.(Elmalılı Hamdi Yazır)
قُلْ edatını okuyan, “Bunun sebebi, bu nazmın, yani ayetin bu sıra ve düzeninin, kulun (Hz. Peygamber (s.a.s)’in) gücü dahilinde olmadığını, onun ancak kendisine söyleneni aktardığını beyan etmektir” demiş olur. (Fahreddin er-Razi)
Burada geçmiş bir isim olmadığı halde zamirin هُوَ kullanılmış olması, bize bildiriyor ki, Allah'ın şeref ve şöhreti o kadar büyüktür ki, O, herkesin gönlünde hazırdır; her işaret eden, O'na işaret etmektedir.
Ayette, cümlenin başında zamirin هُوَ kullanılmasının sırrı, daha baştan cümlenin mefhumunun azametine ve içeriğinin yüceliğine dikkat çekmektir. Üstelik bunda, ziyadesiyle tahkik ve takrir de vardır. Zîrâ zamir, ilk başta, ancak, pek yüce bir şerefi olan müphem bir hususu ifâde eder. Böylece zihin, onu tefsir edecek ve iphamını giderecek ilerisini beklemek durumunda kalır. Böylece beklenen îzâh vârid olunca, onun ne kadar önemli okluğu anlaşılmış olur. (Ebüssuûd)