Nâs Sûresi 6. Ayet

مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ  ...

De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.”  (1 - 6. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنَ -den
2 الْجِنَّةِ cinler- ج ن ن
3 وَالنَّاسِ ve insanlar(dan) ن و س
 

Allah Teâlâ insanları yaratıp maddî ve mânevî nimetleriyle hem bedenen hem de ruhen beslediği, yetiştirdiği, eğittiği için kendi zâtını rab ismiyle anmıştır. Râgıb el-İsfahânî, “mâlik ve hâkim” diye çevirdiğimiz 2. âyetteki melik kelimesini özetle şöyle açıklar: Melik, emir ve yasaklarla insan topluluğunu yöneten kişidir. Bu kelime özellikle akıllı varlıkları yöneten için kullanılır; meselâ “insanların meliki” denir, “eşyanın meliki” denmez (Müfredâtü’l-Kur’ân, “mlk” md.). Yönetilen bütün insanlar olunca kanunlarıyla, buyruk ve yasaklarıyla onların yöneticisi, mâlik ve hâkimi de Allah’tan başkası değildir. “Mâbud” diye çevirdiğimiz ilâhtan maksat da sadece kendisi ibadete lâyık olan Allah’tır (ilâh hakkında bilgi için bk. Kur’an Yolu, Bakara 2/163). Allah Teâlâ bütün mahlûkatın rabbi olduğu halde burada üç âyette de, “insanlar”ın tekrarlanarak vurgulanması, onların mahlûkatın en üstünü ve en şereflisi olduğuna işarettir. Ayrıca dünyada insanları yöneten hükümdarlar, krallar ve bunları tanrı sayıp tapan kavimler geçmişte görülmüştür, bugün de farklı boyut ve tezahürlerde görülebilmektedir. Bu sebeple sûrede insanların rablerinin de, hükümdarlarının da, ilâhlarının da sadece Allah olduğuna ve yalnızca O’na sığınmak, O’na tapmak, O’nun hükümranlığını tanımak gerektiğine dikkat çekilmiştir.

Şeytan” diye çevirdiğimiz vesvâs kelimesi, vesveseden türemiş, aşırılık ifade eden bir sıfat olup “çokça vesvese veren” demektir. Vesvese “şüphe, tereddüt, kuruntu, gizli söz, kişinin içinden geçen düşünce” demektir; terim olarak, “zihinde irade dışı beliren ve kişiyi kötü ya da faydasız bir düşünce ve davranışa sürükleyen kaynağı belirsiz fikir, şüphe ve kuruntu” anlamına gelir. Bir kimseye böyle bir düşünceyi telkin etmeye de “vesvese vermek” denir. Vesvese genel olarak insanı kötü, din ve ahlâk dışı davranışlara yönelten bir iç itilme olarak hissedilir. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı şeytandır. Nitekim birçok âyette şeytanın insana vesvese verdiği ifade edilmiştir (meselâ bk. A‘râf 7/20; Tâhâ 20/120). Kötülük sembolü olan şeytan, gerçek bir varlığa sahip olmakla birlikte onun insan üzerindeki etkisini psikolojik yolla gerçekleştirdiği düşünülmektedir (geniş bilgi için bk. Hayati Hökelekli, “Vesvese”, İFAV Ans., IV, 458). Vesvesenin bir diğer kaynağı ise kişinin nefsidir; Kaf sûresinin 16. âyeti de bunu ifade etmektedir.

Vesvâs kelimesi hem insanlara vesvese veren görünmez şeytanı hem de insanları yoldan çıkarmak ve onlara kötülük yaptırmak için gizlice tuzak kuran insan şeytanlarını, şeytan karakterli insanları ifade eder. “Sinsi” diye tercüme ettiğimiz hannâs kelimesi ise “gizli hareket eden ve geride kalmayı âdet haline getiren”anlamında bir sıfattır.

Sûrede cin ve insan şerrinden Allah’a sığınmayı isteyen buyruk, bizce belirsiz bir kaynaktan veya içimizden gelen arzu, duygu ve düşünceler karşısında uyanık olmayı, bunları akıl, vicdan ve dinî değerler süzgecinden geçirmeyi de içermektedir.

Son âyet-i kerîmeden de anlaşıldığı üzere insanları aldatmaya ve doğru yoldan saptırmaya çalışan iki tür şeytan vardır: Birincisi cin şeytanlarıdır ki bunlar insanların içine vesvese düşürerek onları yanlış yola sürüklemek isterler. Her insanın, kendisini kötülüklere sürüklemeye, kötü işleri onun gözünde güzel göstermeye çalışan bir şeytanı vardır. Nitekim Hz. Peygamber, her insanın kendine ait bir cini (şeytanı) bulunduğunu bildirmiştir (Dârimî, “Rikak”, 25; Müsned, I, 385). Başka bir hadiste de “Şeytan âdemoğlunun kan damarlarında dolaşır” buyurulur (bk. Buhârî, “Ahkâm”, 21). İnsanları doğru yoldan saptıran diğer şeytan ise insan şeytanlarıdır. Bunlar, gerçeklik ve değer ölçülerini kaybetmiş, kendilerini nefsânî haz ve arzuların akıntısına kaptırmış, bu mânada şeytanın esiri olmuş, temiz fıtratını kirletmiş, görünmeyen şeytanlar gibi kötülük ve sapkınlık davetçisi olmuş insanlardır.

 

مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ


مِنَ الْجِنَّةِ  car mecruru  يُوَسْوِسُ ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. النَّاسِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ


مِنَ الْجِنَّةِ  car mecruru, önceki ayetteki  يُوَسْوِسُ  fiilinin failinden, mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.. 

النَّاسِ , tezat nedeniyle  الْجِنَّةِ ‘ye atfedilmiştir.  النَّاسِۙ , kelimesi, zamir yerine zahir isimle insanların şerefini artırmak gayesiyle tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْجِنَّةِ - النَّاسِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

مِنَ , ibtidaiyye olarak  يُوَسْوِسُ ’ye taalluk eder. Vesvese vereni değil, verdiği vesvesenin başlangıcını, ilgilenme yönünü gösterir. Veya beyaniye olarak  اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ’yu, dolayısıyla الْوَسْوَاسِ ’ın cinslerini beyan olur. Veya  ف۪ي صُدُورِ النَّاسِۙ ’daki  النَّاسِۙ ’ı beyan olmasıdır ki, bu şekilde o vesveseci cinden olan, insten olan nâs’a da vesvese verir demek olur. (Elmalılı)

مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ [Gerek cinlerden, gerekse insanlardan…] ifadesi, şeytanların cin ve insan türü olmak üzere iki kısma ayrılması esasına göre “ki, insanların içine vesvese sokar” kısmının açıklamasıdır. الْجِنَّةِ ’e cin denmesi kapalılıklarından, gizliliklerinden dolayıdır. النَّاسِ ’a (insanlara) نَّاسِ  denilmesi de beşer denilmesi gibi, ortada oluşlarından dolayıdır ki ابصار (görmek) manasına olan  اناسِ ’tan alınmıştır. (Keşşâf)

Önceki surede, Kendisine sığınılan Allah Teâlâ tek bir sıfatla anılıyor, o da  رَبِّ الْفَلَقِۙ (sabahın Rabbi) vasfıdır. Orada kendisinden Allah'a sığınılan şeyler ise üç çeşit büyük beladır. Onlar da  غَاسِقٍ(gece),  ٱلنَّفَّـٰثَـٰتِ (düğümlere üfleyen kadınlar) ve  حَاسِدٍ ’dir. Ama bu surede, sığınılan Allah Teâlâ üç sıfatla zikrediliyor: Rabb, Melik ve İlâh. Sığınılan şey ise tek bir şey, yani  يُوَسْوِسُ . Bu iki yer (sure) arasındaki fark şudur: Medhü senanın (övgünün), elde edilmek istenen şeyin kıymetine göre belirlenmelidir. Binaenaleyh birinci surede istenen şey bedenin ve canın selametidir. İkinci surede elde edilmek istenen şey ise dinin selametidir. Bu, az bile olsa dine yönelik zararların büyük bile olsa dünya zararlarından daha büyük olduğuna bir işarettir. Allah Sübhanehû ve Teâlâ en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî) 

Fatiha Suresindeki yardım isteme ile hâtime (bitiş) deki sığınma emirlerinin tevhid ve ihlâs gayesinde bir tatmini vardır ki, genelde istenilen güzel bitiş (hüsn-i hâtime) de budur. Fatiha ve Bakara Suresinin başı ile İhlas ve Muavvizeteyn (Felâk ve Nâs sureleri), bu üç surenin mana ve mefhumu düşünüldüğü zaman doğrudan doğruya manalar arasındaki tutarlılık ve ilgi, surelerin baş ve sonları arasındaki birlik ahengi, fikrî ve beyanî silsile de o nükteleri ilham etmeye yeterlidir. Bu ahenk ve uygunluk bize Kur'an surelerinin tertibinin de vahyile olduğu hakkındaki mezhebimizin kuvvet ve isabetini gösterir. Onun için sırf remizlerinden fikre doğan manalar Allah'ın muradı olduğuna hükmetmek doğru olmayacağı hakkında bilginlerin hatırlatmasını unutmaması ve kastedileni karanlık yollarda aramayıp doğru yola sarılmak maksatların başlıcası olduğunu daima göz önünde tutmak lazımdır. (Elmalılı)

Surede bir musiki sesi vardır ki, tatlı ifadesiyle nağmelerden daha üstündür. İşte bu, Kur'an'ın özelliklerindendir. (Safvetü’t Tefâsir)

Sure Muavvizeteyn adıyla anılan iki surenin ikincisidir. Bu sure ikizi olan Felak suresi ile birlikte her Müslümanın günlük olarak sığınmak için okuduğu ve ibadetlerinin bir cüzü olan bir vird haline dönüşmüştür.

Bu sure diğer Kur'an-ı Kerim sureleri arasında sadece kendisine has, diğer sûrelerden ayırıcı lugavî bir yapıya sahiptir. 6 ayetten oluşmuştur. Bu ayetlerde yoğun olarak şeddeli  نَّ , elif ve  سِ  harfinden oluşan  النَّاسِ  kelimesi vardır.