Yusuf Sûresi 110. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ  ...

Nihayet peygamberler ümitlerini kesecek hâle gelip yalanlandıklarını düşündükleri sırada, onlara yardımımız geldi de, böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi. Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilemez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ hatta
2 إِذَا ne zaman ki
3 اسْتَيْأَسَ umutlarını kestiler ي ا س
4 الرُّسُلُ elçiler ر س ل
5 وَظَنُّوا ve sandılar ظ ن ن
6 أَنَّهُمْ kendilerinin
7 قَدْ gerçekten
8 كُذِبُوا yalanlandıklarını ك ذ ب
9 جَاءَهُمْ onlara geldi ج ي ا
10 نَصْرُنَا yardımımız ن ص ر
11 فَنُجِّيَ ve kurtarıldı ن ج و
12 مَنْ kimseler
13 نَشَاءُ dilediğimiz ش ي ا
14 وَلَا asla
15 يُرَدُّ geri çevrilmez ر د د
16 بَأْسُنَا azabımız ب ا س
17 عَنِ -ndan
18 الْقَوْمِ topluluğu- ق و م
19 الْمُجْرِمِينَ suçlular ج ر م
 

Hz. Âişe, âyeti şöyle yorumlamıştır: “Sıkıntılar uzayıp da yardım gecikince peygamberler kavimlerinden kendilerini yalancılıkla itham edenlerin iman edeceklerinden ümitlerini kesmişler, inanmış olanlarında kendilerini yalanlayacaklarını sanmışlardır. İşte o zaman Allah’ın yardımı gelmiştir” (Buhârî, “Tefsîr”, 12/6).

 Peygamberler de insan oldukları için birtakım olaylar karşısında bazı duygulara kapılabilirler. Nitekim Bakara sûresinin 214. âyetinde de müminlerin çektikleri sıkıntı ve geçirdikleri sarsıntılar karşısında peygamberlerin buradakine benzer davranışlar sergiledikleri ifade buyurulmuştur. Ancak peygamberlerin, Allah’ın vaadinden dönmesini, söz verdiği yardımı yapmayarak onları yalancı çıkarmasını düşünmeleri mümkün değildir. Bu, onların peygamberlik vasıflarına aykırıdır. Nitekim onlar, en şiddetli sıkıntılar karşısında bile insan gücünün dayanabileceği en son merhaleye kadar dayanmışlardır. Sıkıntı ve ıstıraplar dayanılmaz bir hale geldiği, Allah’tan başka hiçbir ümit kalmadığı anda Allah’ın yardım ve zaferi yetişmiş; peygamberler ve onlara inanan müminler kurtuluşa ermiş, suçlular ise cezalandırılmışlardır. 

 Meâlinde “yalancı sayıldıklarını” diye çevirdiğimiz küzibû fiilindeki kıraat farklarına göre, âyetin ilk bölümünden şu mânalar anlaşılabilir:

 a) “Küzibû” şeklinde şeddesiz okunduğu takdirde: 1. Nihayet peygamberler insanların, kendilerine inanacağından umudu kestikleri, halkın da peygamberlerin kendilerine yalan söylediklerini sandıkları an, onlara yardımımız gelir. 2. Nihayet peygamberler, Allah tarafından kendilerine vaad edilen yardımın geleceğinden ümitlerini kesip, insanlar karşısında yalancı durumuna düşeceklerini sandıkları sırada onlara yardımımız gelir. İnsan olmaları sebebiyle, peygamberlerin de bu tür davranışlarının olabileceğine dair İbn Abbas’tan bir rivayet aktarılmakla birlikte, bazı müfessirler, Allah’ın sözünden dönebileceğini, değil peygamberler, herhangi bir müminin bile düşünmesi mümkün değildir. Böyle bir düşünce kişiyi imandan çıkarır derler (Râzî, XVIII, 226).

 b) “Küzzibû” şeklinde şeddeli okunduğu takdirde: 1. Nihayet peygamberler insanların inanacaklarından umut kestikleri ve kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını kesin olarak anladıkları zaman onlara yardımımız gelir. 2. Nihayet peygamberler, kavimlerinin iman edeceğinden umut kestikleri, inanmış olanların da inkârcılar tarafından yalanla itham edildikleri sonucuna vardıkları an onlara yardımımız gelir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 263-264

 

حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ

 

حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 

1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Cümleye muzâf olur. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a.  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b.  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c.  Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَيْـَٔسَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اسْتَيْـَٔسَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الرُّسُلُ  fail olup lafzen merfûdur.

ظَنُّٓوا  fiili atıf harfi  وَ la  اسْتَيْـَٔسَ ye matuftur.

ظَنُّٓوا   damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

قَدْ كُذِبُوا  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  كُذِبُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevabı  جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَا ’dır. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur.

نَصْرُ  fail olup  lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَيْـَٔسَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  يأس ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ

 

فَ  atıf harfidir.  نُجِّيَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَشَٓاءُ ’dür. Îrabtan mahalli yoktur.

نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri  نحن ’dur.

نُجِّيَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يُرَدُّ  merfû meçhul muzari fiildir.  بَأْسُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَنِ الْقَوْمِ  car mecruru  يُرَدُّ  fiiline müteallıktır.

الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi,  الْقَوْمِ ’nin sıfatı olup cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

الْمُجْرِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ 

 

İbtida harfiyle gelen ayette  اِذَا, şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı  جَٓاءَهُمْ’dur.

Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ  cümlesi, muzâfun ileyhe yani şart cümlesine matuftur. Cihet-i câmia, hükümde ortaklıktır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi taip eden  هُمْ قَدْ كُذِبُوا  cümlesi, masdar teviliyle  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. 

Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde  قَدْ  ile tekid edilmiş mazi fiil cümlesi  قَدْ كُذِبُوا, masdar harfi  اَنَّ ’nin haberidir. 

Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil cümlesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

ظَنُّٓ, hem bildi hem de zannetti olmak üzere iki zıt anlamı olan fiillerdendir.

Buradaki “zan”, “yakîn” yani “kesin bilme” manasınadır. Buna göre ayet, “O peygamberler, ümmetlerinin kendilerini yalanladıklarını artık bundan sonra onlardan imanın sâdır olamayacağını iyice anladılar. İşte o zaman onlara beddua ettiler. Bu durumda da Allah Teâlâ o kavimlerin üzerine köklerini kazıyan bir azap gönderdi.” demektir. Zan kelimesinin, “bilmek, iyice anlamak” manasına gelmesinin Kur'an'da örnekleri çoktur. Ya da buradaki zan, “zannetme” manasına olabilir. Ayetin tefsiri olarak zikredilen manaların en güzeli budur. (Fahreddin er-Râzî)

اِذَا ’nın cevabı olarak gelen  جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  ile şartın cevabına atfedilen  فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ  cümlesinin atıf sebebi tezâyüftür. Faide-i haber ibtidai kelam olan mazi fiil cümlesinde  مَنْ, mef’ûl konumundadır.

Sılası olan müspet muzari fiil sıygasındaki  نَشَٓاءُۜ  fiilinin mef’ûlü mahzuftur.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

نَصْرُنَاۙ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  نَصْرُ  kelimesine tazim vardır.


 وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ

 

وَ  istînâfiye, لَا  nafiyedir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eden ism-i fail kalıbındaki  الْمُجْرِم۪ينَ  kelimesi,  الْقَوْمِ ’nin sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M.Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fâil ve İşlevleri)

بَأْسُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  بَأْسُ, tazim edilmiştir.

Ayette  كُذِبُوا ,يُرَدُّ  ve  نُجِّيَ  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum binada mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olmuştur.

كُذِبُوا - مُجْرِم۪ينَ  ve نُجِّيَ - نَصْرُنَاۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.