Yusuf Sûresi 111. Ayet

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...

Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ elbette
2 كَانَ ك و ن
3 فِي vardır
4 قَصَصِهِمْ onların hikayelerinde ق ص ص
5 عِبْرَةٌ ibret ع ب ر
6 لِأُولِي sahipleri için ا و ل
7 الْأَلْبَابِ akıl ل ب ب
8 مَا
9 كَانَ (bu) değildir ك و ن
10 حَدِيثًا bir söz ح د ث
11 يُفْتَرَىٰ uydurulacak ف ر ي
12 وَلَٰكِنْ ancak
13 تَصْدِيقَ doğrulanmasıdır ص د ق
14 الَّذِي kimsenin
15 بَيْنَ ب ي ن
16 يَدَيْهِ kendinden öncekinin ي د ي
17 وَتَفْصِيلَ ve açıklamasıdır ف ص ل
18 كُلِّ her ك ل ل
19 شَيْءٍ şeyin ش ي ا
20 وَهُدًى ve bir hidayettir ه د ي
21 وَرَحْمَةً ve rahmettir ر ح م
22 لِقَوْمٍ toplumlar için ق و م
23 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن
 
Peygamberlerin kıssaları gönül eğlendirici hikâyeler değil, bilâkis ibret alınacak olaylardır. Buradaki “onların kıssaları”ndan maksat, ya genel olarak peygamberlerin kıssalarıdır veya bu sûrede anlatılan Hz. Yûsuf ile babası ve kardeşlerinin kıssasıdır. Gerçekten de Hz. Yûsuf’un yaşadığı sıkıntılardan kurtulup Mısır’da yüksek bir makama gelmesinde akıl sahipleri için büyük bir ibret vardır. Ancak birinci mâna daha kapsamlıdır.
 Kur’ân-ı Kerîm insanlar tarafından uydurulabilecek bir söz değil, kendisinden önce peygamberlere indirilmiş olan Tevrat, Zebur ve İncil gibi kitapları tasdik eden ilâhî bir kitaptır (Şevkânî, III, 70). Kur’an’ın her şeyi açıklamasından maksat, dünyada var olan her şeyi açıklaması değil, insanlığın muhtaç olduğu ve ilâhî bir aydınlatma olmadan ulaşamayacağı helâl-haram, sevap-günah gibi dinî ve ahlâkî konulara dair gereken ayrıntıları vermesidir. O, hükümleriyle amel edenler için hem bir hidayet hem de rahmettir. 
 Yûsuf kıssası, iyilerle kötülerin mücadelesine, sonuçta iyilerin başarısına somut bir örnektir. Bu sebeple kıssada ders almak isteyenler için güzel ibretler vardır. Nitekim Allah Teâlâ kıssanın başlarında Yûsuf ve kardeşlerinin kıssasında, almak isteyenler için ibretler olduğunu ifade buyurmuştu (âyet 7). Burada da bütün peygamberlerin kıssalarında akıl sahipleri için alınacak ibret olduğunu bildirmektedir. Hz. Yûsuf’un kıssasından alınacak dersler şöyle özetlenebilir: 
 Sûrede Hz. Ya‘kub’un Allah’a imanı ve bu iman sayesinde musibetlere karşı gösterdiği sabır ve tevekkülü anlatılmıştır. Sevgili oğlu Yûsuf’u kurtların parçaladığı yalan haberi kendisine söylendiği zaman dahi metanetini yitirmemiş, sabretmiş ve Allah’ın yardımına sığınmıştır (âyet 18). Diğer oğlu Bünyâmin’i kardeşleriyle birlikte Mısır’a gönderdiği zaman da en hayırlı koruyucunun Allah olduğunu vurgulamıştır (âyet64). Yûsuf hakkındaki aşırı derecede üzüntüsünden dolayı oğullarının, “büsbütün helâk olacaksın” şeklindeki uyarıları karşısında o, gam ve kederini sadece Allah’a arzettiğini ifade etmiş ve oğullarına, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini, gidip Yûsuf’u ve kardeşi Bünyâmin’i aramalarını emretmiştir (âyet 86-87).
 Yine Hz. Ya‘kub, oğullarına “Mısır’a ayrı ayrı kapılardan giriniz” diye nasihat edip gelebilecek tehlikelerden korunmaları için tedbir almalarını tavsiye ettikten sonra, “Ama, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam; hüküm sadece Allah’ındır” diyerek Allah’a olan tevekkülünü göstermiştir (âyet 67).
 Hz. Yûsuf, zindandaki arkadaşlarını tevhid dinine çağırmış ve Allah’ın birliğine dair onlara çeşitli aklî deliller getirmiştir. Onun bu üslûbu güzel bir davet örneğidir. 
 Bu kıssa, bir kadının yabancı bir erkeği özel hizmetinde kullanması ve onunla baş başa kalmasının ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçlar için de bir örnek oluşturmaktadır. Nitekim Aziz’in karısının sık sık Hz. Yûsuf’la baş başa kalması kadının ona âşık olmasına yol açmıştır. İslâm, bu gibi sakıncalı durumları önlemek için kadının, halvet sayılabilecek şekilde yabancı erkeklerle bir arada bulunmasını yasaklamıştır. Fıkıhta halvet, aralarında devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının başkalarına kapalı olan bir yerde baş başa kalmalarını ifade eden bir terimdir (geniş bilgi için bk. Orhan Çeker, “Halvet”, DİA, XV, 384).
 Hz. Yûsuf, kendisiyle beraber olmak isteyen kadının çekiciliğine ve her türlü imkânı hazırlamış olmasına rağmen, velinimetine ihanet etmekten Allah’a sığınarak iffet ve sadakat örneği sergilemiştir. Daha sonraki tehditler karşısında da “Rabbim! Zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir” diyerek günah işlemektense zindana atılmayı yeğlemiştir (âyet 33).
 Hz. Yûsuf, karşılaştığı sıkıntı, zulüm ve haksızlığa rağmen sarsılmamış, Allah’a olan inanç ve güvenini yitirmemiş, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemiştir (âyet 90). Allah Teâlâ da sabrının karşılığında ona ilim, hikmet vermiş ve Mısır’da istediği gibi tasarruf edebilecek bir makama getirmek suretiyle onu ödüllendirmiştir (âyet 56).
 Bu kıssa, Allah’ın takdirini hiç kimsenin önleyemeyeceğini göstermesi bakımından da ibret vericidir. Nitekim, kardeşlerinin Hz. Yûsuf’u kıskanmaları ve ona bunca kötülük etmeleri, onun yükselmesine engel olamamış, tam tersine buna zemin hazırlamıştır.
 Hz. Yûsuf, kendisini öldürmek isteyen ve kuyuya atan kardeşlerinden istediği gibi intikam alma imkânına sahip olduğu halde bunu yapmamış, kötülüğü iyilikle karşılamıştır. Kardeşleri onun huzurunda suçlarını itiraf ettikleri zaman, “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir” diyerek peygambere yakışır bir yücelik göstermiştir. Özü itibariyle kıssa, insanlığın serüvenine hâkim olan, insanın öz benliğinde ve sosyal hayatta sürüp giden iyi ile kötünün mücadelesinden ilginç ve etkileyici bir kesit vermektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 265-267
 

عبر Abera : عَبْرٌ lafzının asıl manası bir halden başka bir hale geçmektir. عُبُورٌ ise ya yüzerek ya geminin içinde ya devenin üzerine veyahutta köprünün üzerinde suda geçmek demektir. Ayrıca yoldan geçen yolcu anlamında عابِرُ سَبِيلٍ denmiştir. عِبارَةٌ kelimesi özellikle konuşanın dilinden dinleyenin kulağına doğru havadan uçan söz anlamında kullanılır. إعْتِبارٌ ve عِبْرَةٌ sözcükleri görünenin bilgisinden görünmeyene ulaşmaktır. تَعْبِيرٌ ise rüyaları yorumlamak anlamındadır. Zira rüya tabircisi rüyanın zahirinden batınına doğru geçer. Son olarak ta’bir kelimesi te’vilden daha dar anlamlıdır. Çünkü te’vil hem rüya hem de başka şeylerin yorumu için kullanılan bir ifadedir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ibret, ibâre, ibâret, tâbir, itibar ve mûteberdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

لبّ Lebbe : لُبٌّ kirlerden, lekelerden ve şaîbelerden arınmış hâlis akıldır. Bir görüşe göre ise günah kirinden arınmış akıldır. Dolayısıyla her lübb bir akıldır ama her akıl bir lübb değildir. Çoğulu ألْباب dır. Kuran-ı Kerim arınmış akıl sahipleri anlamında اُولُوا الأَلْبابِ tabirini kullanmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte lop sözcüğü işari olarak bu kelimeyi hatırlatmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ 

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

ف۪ي قَصَصِ  car mecruru  كَانَ nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عِبْرَةٌ  kelimesi,  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

لِاُو۬لِي  car mecruru  عِبْرَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.  Cer alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için  ي  ile cer olurlar.

الْاَلْبَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى 

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ nin ismi müstetir olup takdiri هو dir.  حَد۪يثاً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

يُفْتَرٰى  fiili,  حَد۪يثاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

يُفْتَرٰى  merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو dir.

يُفْتَرٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري ’dır.

İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.  


وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ 

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَصْد۪يقَ  kelimesi  حَد۪يثاً e matuftur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ى  ile mecrurdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَفْص۪يلَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  تَصْد۪يقَ e matuftur. 

كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  هُدًى  ve  رَحْمَةً  kelimeleri makabline matuftur.  لِقَوْمٍ  car mecruru  رَحْمَةً’e müteallıktır.

يُؤْمِنُونَ  fiili  قَوْمٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.   

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ 

 

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ  cümlesi muksemun aleyhtir. كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪ي قَصَصِهِمْ, nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. 

اٰيَاتٌ  kelimesi,  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

عِبْرَةٌ bilinen bir taraftan, bilinmeyen bir tarafa “ubûr” etmek, geçmektir. Bundan kastedilen mana, düşünmek ve tefekkür etmektir. Ayette bahsedilen “akıl sahipleri”nden maksat, o kıssalardan ibret alıp, tefekkür edip, onları iyice düşünerek onları öğrenerek istifade eden kimselerdir. Çünkü  اُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ  tabiri, methe ve övgüye delalet eden bir ifadedir. Binaenaleyh bu övgü, ancak bahsetmiş olduğumuz manaya uygun düşer. (Fahreddin er-Râzî)


مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

Cümle, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir.

Menfi  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

يُفْتَرٰى   meçhul, müspet muzari fiil cümlesi,  كَان ’nin haberi olan  حَد۪يثاً  için sıfattır. Muzari fiil cümleye, teceddüt ve tecessüm anlamı katmıştır.

مَا كَانُ li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)

İstidrak harfinin dahil olduğu  وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْه  cümlesinde  تَصْد۪يقَ  terkibi,  حَد۪يثاً’e matuftur. 

Has ism-i mevsûl,  تَصْد۪يقَ  için muzâfun ileyhtir. Mevsûlün her zaman kendisini takip eden sılası mahzuftur. Mekân zarfı  بَيْنَ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

فْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ  terkibi,  تَصْد۪يقَ ’ya matuftur.

هُدًى وَرَحْمَةً  kelimeleri de  تَصْد۪يقَ ’ya atfedimiştir. Bu atıflarda cihet-i câmia temâsüldür.

هُدًى وَرَحْمَةً  kelimelerindeki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.

لِقَوْمٍ  için sıfat konumundaki son cümle  يُؤْمِنُونَ, muzari fiil sıygasında teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“O, uydurulmuş bir söz değil, aksine ellerinde olanı tasdik edicidir.” anlamındaki cümle  وَلٰكِنْ  hasr edatı ile ikaz ve tekid bildirir. “Ellerinde olanı tasdik edici” ifadesi maksûrun aleyhtir.

يُفْتَرٰى - تَصْد۪يقَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  كَانَ - مَا كَانَ  arasında ise tıbâk-ı selb vardır.

قَصَصِهِمْ  - حَد۪يثاً  ile  هُدًى  - رَحْمَةً  ve  اُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ - يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Surenin sonundaki bu ayet hüsn-i intehâya güzel bir örnek teşkil etmektedir.