Yusuf Sûresi 3. Ayet

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ  ...

Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biz
2 نَقُصُّ anlatıyoruz ق ص ص
3 عَلَيْكَ sana
4 أَحْسَنَ en güzelini ح س ن
5 الْقَصَصِ kıssaların ق ص ص
6 بِمَا
7 أَوْحَيْنَا vahyetmekle و ح ي
8 إِلَيْكَ sana
9 هَٰذَا bu
10 الْقُرْانَ Kur’an’ı ق ر ا
11 وَإِنْ ve oysa
12 كُنْتَ sen idin ك و ن
13 مِنْ
14 قَبْلِهِ ondan önce ق ب ل
15 لَمِنَ kimselerden
16 الْغَافِلِينَ bilmeyen غ ف ل
 
“En güzel kıssa” diye çevirdiğimiz ahsenü’l-kasas tamlamasındaki kasas kelimesi sözlükte “bir şeyin izini sürmek” anlamına gelmektedir; isim olarak, “anlatılan haber” demektir. Kur’an’da daha çok bu mânada kullanılmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kss” md.). Bu mânada kıssa ile eş anlamlı olup her ikisinin de çoğulu kısastır. Edebiyatta hayalî kıssalar olduğu gibi gerçek kıssalar da vardır. Hz. Yûsuf’un kıssası yaşanmış bir olaydır. Bir taraftan tasavvuf ve edebiyatta mecazi aşk denilen ve tabii bir gerçeklik olan beşerî sevgiyi, diğer taraftan bu tür sevgilerin insanı kötülüğe saptırmasına engel olacak güç ve içtenlikteki iman ve iffetin yüceliğini anlatan bu sûre, âyette “ahsenü’l-kasas” olarak nitelendirilmiştir. Kıssada aynı zamanda baba-oğul, Ya‘kub aleyhisselâm ile Yûsuf’un hasret, ıstırap ve üzüntüleri canlı bir şekilde dile getirilmektedir. Ahsenü’l-kasas tamlamasını “en güzel üslûp” şeklinde anlayanlar da vardır (Zemahşerî, II, 300-301; Râzî, XVIII, 85; Esed, II, 454-455). Buna göre cümlenin meâli şöyle olur: “Biz, bu Kur’an’ı sana en güzel bir üslûpla anlatıyoruz.”
 Âyette, Hz. Peygamber’in, Yûsuf hakkında daha önce bilgisinin olmadığı, bu bilgilerin kendisine vahiy yoluyla geldiği bildirilmektedir. Bu durum, Hz. Muhammed’in hak peygamber, Kur’an’ın da mûcize olduğunu gösterir. Zira okur yazar olmayan, yabancı dil bilmeyen ve İsrâiloğulları’nın Mısır’a gitmeleriyle ilgili yeterli bilgisi bulunmayan bir kimsenin, vahye dayanmadan, çok zaman olayların detayına kadar inen böyle mükemmel bir kıssayı ortaya koyması mümkün değildir. 
İbrânîce’de “Allah’ın güçlü kıldığı” mânasına gelen İsrâil kelimesi, Ya‘kub peygamberin lakabıdır. Soyundan gelenlere de “İsrâiloğulları” denilmektedir. Kitâb-ı Mukaddes araştırmacılarından nakledildiğine göre Ya‘kub Filistin’de yaşıyordu ve on iki oğlu vardı. Yûsuf on birinci oğluydu. Mısır’da köle olarak satılmış, bir süre kölelik, oldukça uzun bir süre de hapis hayatı yaşadıktan sonra Mısır’da önemli bir üst düzey yöneticiliğe getirildi. Daha sonra babası ve kardeşlerini de Mısır’a götürdü. Böylece İsrâiloğulları Mısır’a yerleştiler. Hz. Mûsâ’nın zamanında ve onun liderliğinde tekrar Filistin’e dönmüşlerdir (İsrâil ve İsrâiloğullarıhakkında bilgi için bk. Bakara 2/40, 132; Nisâ 4/153-161).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 212-213
 

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. نَقُصُّ  fiili haber olup mahallen merfûdur. 

نَقُصُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

عَلَيْكَ car mecruru  نَقُصُّ  fiiline müteallıktır. اَحْسَنَ  kelimesi mef’ûlun mutlaktan naibtir. 

الْقَصَصِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَٓا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  نَقُصُّ  fiiline müteallıktır. 

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.

هٰذَا  ismi işareti mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْقُرْاٰنَ  kelimesi ismi işaretten bedeldir. 


وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ

 

وَ  haliyyedir.  اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir.  كَانَ  mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تَ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلِه۪  car mecruru  الْغَافِل۪ينَ ’ye müteallıktır.

كُنْتَ ’nin haberine dahil olan  لَ  harfi,  اِنْ in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.  

لَ, farika (ayırt edici) lamıdır.  اِنَّ ’den hafifletilen  اِنْ ’in diğer اِنْ ’lerden ayırt edilmesi için haberinin başına getirilir. Bunun için de adına ‘farika’ denmiştir.

مِنَ الْغَافِل۪ينَ  car mecruru  كُنْتَ ’nin  mahzuf  haberine müteallıktır. الْغَافِل۪ينَ ’nin cer alameti ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْغَافِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ 

 

İstînâfiyye olarak gelen cümle, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَٓا, haber olan  نَقُصُّ  fiiline müteallıktır. Akabindeki اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَ  cümlesi, masdar tevilindedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

نَقُصُّ - الْقَصَصِ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  مِنْ  harf-i cerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

هٰذَا  işaret ismi, Kur’an’a dikkat çekmek ve tazim için gelmiştir.

Kıssa izi sürülmeye değer hal ve durum manasınadır. İşte bundan dolayı şehnameler gibi kaleme alınan, dillerde dolaşan destan ve hikayelere de kıssa adı verilir ki, buna farsçada destan veya efsane denilir. Ancak bizim dilimizde destan deyimi şöhreti yaygın olmak bakımından, efsane deyimi de inanılmayacak gibi acayipliği bakımından, kıssa da ibretli özelliği bakımından kullanılır. Demek ki, bir haber veya hikayenin kıssa adını alabilmesi izlenmeye değer ve yazılmaya değer bir özelliği taşımasına bağlıdır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

قَصَّ  haberlerin peşpeşe eklenmesi demek olup, arapça kök manası itibari ile “uymak, tâbi olmak” demektir. Hikâyelere “kıssa” adı verilmiştir: Çünkü onu anlatan kıssa, onları, birbiri ardınca peşpeşe anlatır.

الْقَصَصِ  lafzının, ism-i  mef’ûl  manasında olması muhtemeldir. Eğer bu lafzı, masdar olarak kabul edersek ayet, (Biz, Sana bu Kur’an’ı en güzel bir şekilde anlatıyoruz.) manasında olur. Böyle olması halinde, en güzel olma hususu, kıssaya ait değil, anlatma işine ait olmuş olur ki bu güzel oluştan maksat, ayetlerin fesahat bakımından mucize noktasına varmış, fasih ve beliğ sözler olmasıdır. 

Eğer bu lafzı ism-i mef’ûl manasına alırsak, kendisinde başkasında bulunmayan hikmetler, ibretler, incelikler ve harikuladelikler olduğu için, kıssaların en güzeli manasında olmuş olur. 

Bu kıssadaki hikmetlerden biri şudur: Allah’ın kazasını hiç kimse savuşturamaz, Allah’ın kaderine kimse mani olamaz. Allah Teâlâ, bir insan için hayır ve güzellik irade etmiş ise bütün âlem ona karşı bir araya gelseler, o iyiliğin o kimseye ulaşmasına mani olamazlar. Bu kıssanın ifade ettiği ikinci bir hikmet, hasedin, hızlan (rahmetin kesilmesi) ve noksanlık sebebi oluşuna delalet etmesidir. Bir üçüncü hikmeti şudur: Sabır, tıpkı Yakûb (as)’da olduğu gibi genişliğe, selamete ermenin anahtarıdır. (Fahreddin er-Râzî)

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ  ifadesi, Kur’an'ın gerçekleri beyan ettiğini bildirmekle beraber, zımnen kitap ehlinin anlattıkları kıssalarda eksiklik ve çirkinlik olduğunu da belirtmektedir. (Ebüssuûd) 

Bu cümle 2. Ayetteki  إنّا أنْزَلْناهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا  cümlesinde bedel-i iştimâl olarak gelmiştir. Çünkü ahsenü'l kasas (en güzel kıssa) olmak indirilen Kur’an’dandır. Allah katından olan kıssalar Allah katından indirilişi tekid cümlesinden bedel-i iştimâl yerine konmuştur. (Âşûr)

Zamirin haber olan fiile takdimi kasr ifade eder. بِمَٓا  daki  بِ  harfi sebebiyyedir ve müteallakı  نَقُصُّ  fiilidir. (Âşûr)


 وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ

 

وَ ’la gelen cümle haldir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

اِنْ, muhaffefe  اِنَّ ’dir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.

لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ  ifadesi  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

Haberin başına gelen lam-ı farika ve  اِنْ  olmak üzere iki tekid unsuru taşıyan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنْ كُنْتَ  ifadesindeki  اِنْ  edatı, اِنَّٓ ’nin muhaffef halidir.  لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ ’deki lâm ise bu  اِنْ ’i olumsuzlayıcı  اِنْ  edatından ayırt eder.  ِقَبْلِه۪  [ondan önce] ifadesindeki zamir, “vahyettiğimiz” ifadesine racidir ve anlam, “Durum şudur ki biz sana vahyetmeden önce sen bundan habersizdin yani bu konuda cahildin, buna dair hiçbir bilgin yoktun, kulağına bununla ilgili hiçbir şey gelmemişti.” şeklindedir. (Keşşâf, Beyzâvî)