اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | قَالَ | demişti |
|
3 | يُوسُفُ | Yusuf |
|
4 | لِأَبِيهِ | babasına |
|
5 | يَا أَبَتِ | babacığım |
|
6 | إِنِّي | ben |
|
7 | رَأَيْتُ | (rü’yada) gördüm |
|
8 | أَحَدَ | (on) bir |
|
9 | عَشَرَ | on (bir) |
|
10 | كَوْكَبًا | yıldız |
|
11 | وَالشَّمْسَ | ve güneşi |
|
12 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
13 | رَأَيْتُهُمْ | gördüm ki onlar |
|
14 | لِي | bana |
|
15 | سَاجِدِينَ | secde ediyorlardı |
|
“Allah’tan en çok korkanlarıdır” buyurdu.
Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunu sormuyoruz, dediler.
“O halde, Allah’ın halîli (İbrâhim)’in oğlu, Allah’ın nebîsi (İshak)’ın oğlu, Allah’ın nebîsi (Yakub)’un oğlu, Allah’ın nebîsi Yusuf’tur” buyurdu.
Ey Allah’ın Resûlü, biz bunu da sormuyoruz, dediler.
“O halde siz benden Arap kabilelerini soruyorsunuz. (Bilin ki) Câhiliye döneminde hayırlı (şerefli) olanlar, şayet dînî hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar” buyurdu.اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ
اِذْ zaman zarfı, الْغَافِل۪ينَ ’ye müteallıktır.
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
يُوسُفُ fail olup lafzen merfûdur. يُوسُفُ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِاَب۪يهِ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هٖ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, يَٓا اَبَتِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida, اَبَتِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı اِنّ۪ي رَاَيْتُ ’dur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
رَاَيْتُ fiili اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
رَاَيْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
اَحَدَ عَشَرَ fetha üzere mebni mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كَوْكَبا temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “كَفَى بِ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ kelimeleri atıf وَ ’la اَحَدَ عَشَرَ ’e matuftur.
رَاَيْتُهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ل۪ي car mecruru رَاَيْتُهُمْ fiiline müteallıktır. سَاجِد۪ينَ kelimesi رَاَيْتُ ’deki mef’ûlunun hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاجِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan سجد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette قَالَ fiilindeki gaib zamire iltifat edilmiştir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevabı اِنَّ ile tekid edilmiş, isim cümlesi …اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ, sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede haber fiil cümlesi şeklinde gelerek isnad tekrar edilmiştir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
كَوْكَباً - الشَّمْسَ - الْقَمَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı şeklinde üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَبَتِ kelimesinin aslı, يا أبي (babacığım) idi ve sonundaki ي hazf edildi ve ona niyâbeten (yerine) kesre ile yetinildi. Sonra da sonuna vakf “hâ”sı (تِ ’si) getirilerek يَٓا اَبَتِ denildi. Çok kullanıldığı için bu hâ (yani تِ) kelimenin kendisinden kabul edildi ve mütekellim ي ’sına muzaf kılındı şeklinde. Bu, Sa’leb İbnu’l Enbârî’nin görüşüdür.
كَوْكَباً güneşe ve aya takdim edilmiştir. Çünkü hususen ve ismen zikredilmek daha şerefli ve itibarlı oluşu gösterir. Bu tıpkı, “Allah’ın melekleri, Cebrail, Mikâil…” (Bakara Suresi, 98) ayetinde olduğu gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Takdir edilen suale cevaptır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَاجِد۪ينَ kelimesi رَاَيْتُهُمْ fiilindeki mef’ûl zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ayetin son cümlesi meknî istiaredir. Müstear lafız سَاجِد۪ينَ ’dir. Zikredilen gök cisimleri akıllı varlıklara benzetilmiştir.
رَاَيْتُهُمْ - رَاَيْتُ kelimelerinde cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada رَاَيْتُهُمْ fiilinin tekrarı, manayı lafzen tekid içindir.
Burada hayvan ve ölü (cansız) varlıkların, insanlar gibi konuşturulmasına benzer şekilde bir anlatım (mecaz) söz konusudur. (Kişileştirme (Teşhîs) Sanatı) (Ebû Ubeyde, Mecâzu’l Kur’an, I, s. 10-11.)
Şerîf er-Radî اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ (On bir yıldızı, ay ve güneşi…) ifadesinin istiare olduğunu söyler. Çünkü yıldızlar, güneş ve ay aklı olmayan varlıklardandır. Gramer bakımından bunlar için سَاجِد۪ينَ yerine سَاجِدَةً denilmesi uygun olurdu. Fakat akıllı varlıkların yaptıkları fiil (yani secde etmek) onlara isnat edilince, akıllı varlıkların sıfatlarıyla nitelenmeleri caiz oldu. Çünkü secde etmek, akıl sahiplerinin fiillerindendir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları, Safvetu't Tefasir)
Ayette niçin güneş ve ay sonra zikredilmiştir? Allah onları, yıldızlardan üstün oldukları için daha sonra zikretmiştir. Çünkü hususen ve ismen zikredilmek, daha şerefli ve itibarlı oluşu gösterir. (Fahreddin er-Râzî ve Ebüssuûd)
Nida edilen kişi huzurda olmasına rağmen nida edilmesi söylenecek haberin önemi sebebiyledir. Böylece muhatap huzurda olması istenen gaib yerine konmuştur. Bu üslup, önemi sebebiyle yapılan kinaye veya istiaredir. (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd, Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)
لِي ساجِدِينَ ’deki car mecrurun takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)