وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ
Hz. Yûsuf’un gömleğini getirmekte olan kafile, Mısır’dan ayrılıp Hz. Ya‘kub’un ülkesi olan Ken‘ân iline doğru yola çıkınca, Ya‘kub, kendisine getirilmekte olan gömleğin kokusunu uzaktan hissetti. Bu olayın nasıl meydana geldiği konusunda bazı müfessirler, Allah’ın, bu kokuyu bir mûcize olmak üzere o kadar uzak mesafeden Hz. Ya‘kub’a ulaştırdığı yorumunu yapmışlardır. Elmalılı Muhammed Hamdi bu husustaki yorumları verdikten sonra şöyle der: Hangi şekilde olursa olsun, bu olayın hârikulâde ilâhî bir tervih (kokuyu hissettirme) olduğunda hiç şüphe yoktur.
Zamanımız ilim felsefesi, bu gibi olağan üstü ruhî olayları açıklayamamakla beraber, inkâr da etmeyip telepati (aracısız iletişim) adı altında tasnif ve mütalaa etmektedir. Acizane kanaatimize göre bu âyet, bize yalnız ruh ilimleri ve mûcize cinsinden bir harikayı tesbit ile kalmıyor, bugünkü teknolojik gelişme açısından dikkate değer ilhamlar da veriyor. Zira görülüyor ki rayiha yani koku kelimesi, rîh yani ‘rüzgâr’ anlamına gelen bir kelime ile ifade buyuruluyor. Bu kelimede ‘iletme’ anlamı daha belirgindir. Halbuki yukarıda da söylediğimiz gibi kafilenin Mısır’dan ayrıldığı anda Ya‘kub’un duyu merkezine bu kokunun ulaşması rüzgâr hızından daha hızlı bir iletişimle olmuştur. O halde, meseleyi kimya veya atom fiziği sahasında izleyerek ses naklinden daha ince bir kanun ile koku kuvveti ve hareketinin zaptedilmesi ve nakledilmesinin dahi elektrik akımından yararlanarak mümkün olabileceği sonucuna varabileceğiz demektir. Gerçi Ya‘kub’un kokuyu duyması fennî bir olay değil, mûcizevî bir olaydır. Ancak âyetin ifadesinden açıkça ortaya çıkan mâna, bu kokunun rüzgâr içinde duyulması ve gömleği taşıyan müjde kafilesinin Mısır’dan ayrıldığı sırada iletilmiş olmasıdır. Bu ise kokunun da havadan bir telsizle şimşek gibi naklinin ve iletilmesinin mümkün olabileceğini, yaratılışta bunun da gizli bir kanunu olabileceğini düşündürür. Şüphesiz ki bunun gerek Mısır’dan gönderilmesi, gerekse böyle bir hızlı titreşimin Ya‘kub tarafından algılanabilmesi ve o kokunun Yûsuf’a ait olduğunu kestirebilmesi, doğrudan doğruya ilâhî tasarrufu gösteren harikalardır.
Gerek bu bakımlardan, gerek Yûsuf ile Ya‘kub’un birer peygamber olmaları bakımından olay çok yönlü bir mûcizedir. Zira bir insanın yakınındaki birinin kim olduğunu kokusundan tanıyabilmesi bile olağan üstü bir meseledir. Ancak olayın bütünüyle tabiat kanunlarının üstünde bir mûcize olması, bununla ilgili birtakım tabiat kanunlarının mevcut olmasına engel değildir (bk. IV, 2921 vd.).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 255-256
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
فَصَلَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَصَلَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْع۪يرُ fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı قَالَ اَبُوهُمْ ‘dur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَبُوهُمْ fail olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti و ’dır.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ي muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اَجِدُ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَجِدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
ر۪يحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُوسُفَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır.
يُوسُفَ kelimesi gayri munsariftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَٓا cezm etmeyen şart edatıdır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf haberin mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri; لولا تفنيدكم لي موجود şeklindedir.
تُفَنِّدُونِ fiili, ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Hazf edilen ي ise mef‘ûlün bihtir.
Burada bir ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لصدّقتموني şeklindedir.
تُفَنِّدُونِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فند ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ
وَ istînâfiye, لَمَّا şart harfidir. Önceki ayetle bu ayet arasında meskutun anh mevcuttur.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan فَصَلَتِ الْع۪يرُ cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı فَ karînesi olmadan gelen قَالَ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, اِنَّٓ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Hz.Yakub, çevresindekilerin inanmayacakları endişesiyle sözlerini, birden fazla tekidle pekiştirmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ [Kafile ayrılınca] Şam'a gitmek üzere Mısır'dan çıkıp yola koyulunca demektir. Bu anlamda olmak üzere; "Ayrıldı, ayrılmak" denildiği gibi; "Onu ayırdım, ayırmak" diye de kullanılır. O halde bu fiil hem lâzım (geçişsiz), hem müteaddî (geçişli)dir. (Kurtubî)
لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
لَوْلَٓا , cezm etmeyen şart harfidir.
اَنْ ve akabindeki تُفَنِّدُونِ cümlesi, masdar teviliyle mübteda konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur. Cümlenin takdiri …لولا تفنيدكم لي موجود [Beni kınamasaydınız, bana bunak demeseydiniz, … vardır.] şeklindedir. Mübteda konumundaki masdar-ı müevvel ve mahzuf haberi, şart cümlesidir.
لَوْلَٓا ‘nın cevabı da mahzuftur. Takdiri لصدّقتموني [Muhakkak beni tasdik ederdiniz] olan mahzuf cevap cümlesi ile birlikte terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’, şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayette îcâz-ı hazif vardır. لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Bu cevap şöyle takdir edilir: Beni tasdik edersiniz, yahut o yakındır, derim. (Beyzâvî)
تُفَنِّدُونِ kelimesinde mütekellim zamiri hafiflik için hazfedimiştir. Vikaye olan نِ harfindeki kesra, buna işarettir. (Âşûr)
İnkârî görünümünde (şüphesinde) olduğu için لَٓا ve اَنْ ile haber tekid edilmiştir. Bu sebeple arkasından لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ sözü gelmiştir. (Âşûr)
الفند : التفنيد ‘de nispet etmek anlamında olup bu da yaşlılık sebebiyle bunamak, aklı bakımından gel-git olmak demektir ki bu, aşırı yaşlılıktan ötürü meydana gelen bir rahatsızlıktır. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)