İbrahim Sûresi 28. Ayet

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ  ...

Allah’ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini helâk yurduna, yaslanacakları cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O, ne kötü duraktır!  (28 - 29. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 إِلَى
4 الَّذِينَ kimseleri
5 بَدَّلُوا çeviren(leri) ب د ل
6 نِعْمَتَ ni’metini ن ع م
7 اللَّهِ Allah’ın
8 كُفْرًا nankörlüğe ك ف ر
9 وَأَحَلُّوا ve konduranları ح ل ل
10 قَوْمَهُمْ kavimlerini ق و م
11 دَارَ yurduna د و ر
12 الْبَوَارِ helak ب و ر
 
İbrâhim sûresi Mekke döneminde indiği halde bu iki âyetin Medine döneminde hicretin 2. yılında meydana gelen Bedir Savaşı’na katılan müşrikler hakkında indiğine dair rivayetler vardır (Taberî, XIII, 219-223). Burada insanları cehenneme sürükleyenlerden maksat da Kureyş’in ileri gelenleridir. Allah Teâlâ insanlara doğru yolu göstermek ve insanca yaşamalarını sağlamak için başta Peygamber ve onun vasıtasıyla gönderdiği kitap olmak üzere sayılamayacak kadar nimet lutfetmiştir. Bu nimetler karşısında insanların Allah’a şükretmeleri gerekirken birçok kimse O’na ortak koşmak, peygamberi yalancılıkla itham etmek ve Kur’an’ı kabul etmemekle nankörlük etmişlerdir (Bedir ve Bedir Savaşı hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/123; Enfâl 8/5-19).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 318
 
Allah’ın insanlar üzerindeki en büyük nimeti onlara peygamber göndermesidir. Peygamber’e inanmamak bu nimete nankörlük etmektir. İbni Abbas, âyetteki sözü edilen “nankörlerin” , Resûl-i Ekrem’in kendileri için büyük bir nimet olduğunu anlamayan Mekkeli kâfirler olduğunu söylemiştir. (Buhâri, Tefsir 14/3)
 

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ

 

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü  اِلَى  harf-i ceriyle birlikte  تَرَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  بَدَّلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

بَدَّلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  نِعْمَتَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

كُفْراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  اَحَلُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

قَوْمَهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

دَارَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  الْبَوَارِ  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

بَدَّلُوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ

 

Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzari fiile dahil olan  لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze, takriri manada soru harfidir.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ  , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329) 
اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)

 

Ayetteki istifham üslubundaki talebî inşâ cümlesi, gerçek manada soru değil, taaccüp ve kınama amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Görmeye teşvik etmek için istifham üslubu kullanılmıştır. (Âşûr)

Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

İstifham harfleri asıl olarak soru için vaz edilmiş olmakla berâber siyâkdan anlaşılan başka mânâlar da ifâde edebilirler. Bunlardan biri olan takrîrde, muhâtabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda iknâ edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası olan  بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

التَّبْدِيلُ  kelimesi bir şeyi, başka bir şeyin hak ettiği konuma getirmek için istiare yapılmıştır. Çünkü bu, zatın zat ile değiştirilmesine benzer. Bu değişmeyi yapanlar  ألَمْ تَرَ إلى الَّذِينَ  sözünün karînesiyle tanınan bir fırkadır. (Âşûr)

نِعْمَتَ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olan  نِعْمَتَ  tazim edilmiştir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Sıla cümlesine matuf olan  وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَحَلُّوا  kelimesinin mazi sıygasıyla kullanılması kesin gerçekleşeceğini bildirmek içindir. (Âşûr)

اَحَلُّوا  fiili mecaz-ı aklî yoluyla onlara isnad edilmiştir. (Âşûr)

دَارَ الْبَوَارِۙ  cehennemden kinayedir.

احلى دار البوار  ifadesi istiaredir. Bununla şu anlam kastedilmiştir: Küfrün önderleri ve şirkin rehberleri kendilerine tabi olunan liderler ve ön safta yer alan başlar gibidir. Peşlerine takılan kavimleri de onların yaktığı ateşe doğru körü körüne ilerleyen, onların sözlerini dinleyen kimselere benzer. Böyle olunca onlar (önderler) diğerlerini (peşlerine takılanları) dalalete sevk etmişler, kayıp yollarına sürüklemişler, bu sebeple (ayette) bu küfür ve şirk önderleri, toplum önderlerine ve ordu komutanlarına benzetilmiştir. Çünkü bu küfür ve şirk önderleri, kendilerine tabi olanları helak yerlerine ve bela darboğazlarına sürüklemişlerdir. Neticede kendileri helak oldukları gibi kavimlerinin de helakına sebep olmuşlar, onları dönüşü olmayan bir felaketin içine düşürmüşlerdir. Buradaki  دَارَ الْبَوَارِۙ  (helak yurdu) ifadesi gerçekte Cehennem ateşidir. Ondan Allah’a sığınırız. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Bu, Mekkeliler hakkında nazil olmuştur. Çünkü Allah Teâlâ onları, emin haremine yerleştirmiş, onlara bol ve geniş bir geçim vermiş ve kendilerine Muhammed’i (sav) göndermişti. Ama onlar, bu nimetin kadri kıymetini bilmemişlerdi. İman yerine küfrü tercih etmişlerdi. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayet ile  دَارَ الْبَوَارِۙ  (helak yurdu)nun İbn Zeyd’in dediği gibi cehennem olduğunu beyan etmektedir. Buna göre; دَارَ الْبَوَارِۙ  kelimesi üzerinde vakıf yapmak caiz değildir. Çünkü cehennem  دَارَ الْبَوَارِۙ  kelimesini açıklamak üzere nasb edilmiştir. (Kurtûbi)

Allah Teâlâ onlara, peygamberini ve Kur’an’ı nimet olarak verdi, buna karşılık ise onlar iman yerine küfrü tercih ettiler.

"Allah'ın nimetlerini nankörlükle değiştirenleri."

Bu kelam, Resulullah'ı (sav) veya herkesi, en az seviyede bir idrake sahip olan kimseden bile sadır olmaması gereken o batıl fiilleri işleyen kâfirlere taaccüp ettirmek içindir. (Ebüssuûd)

نِعْمَتَ  ve  كُفْراً  arasında tıbâk-ı hafî vardır.

بَدَّلُوا - اَحَلُّوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)