Nahl Sûresi 14. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ  ...

O, taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. (Bütün bunlar) O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz içindir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ O’dur
2 الَّذِي
3 سَخَّرَ hizmetinize veren س خ ر
4 الْبَحْرَ denizi ب ح ر
5 لِتَأْكُلُوا yemeniz için ا ك ل
6 مِنْهُ ondan
7 لَحْمًا et ل ح م
8 طَرِيًّا taptaze ط ر و
9 وَتَسْتَخْرِجُوا ve çıkarmanız için خ ر ج
10 مِنْهُ ondan
11 حِلْيَةً süsler ح ل ي
12 تَلْبَسُونَهَا kuşanacağınız ل ب س
13 وَتَرَى ve görüyorsun ki ر ا ي
14 الْفُلْكَ gemiler ف ل ك
15 مَوَاخِرَ denizi yara yara gitmektedir م خ ر
16 فِيهِ onun içinde
17 وَلِتَبْتَغُوا aramanız için ب غ ي
18 مِنْ
19 فَضْلِهِ O’nun lutfunu ف ض ل
20 وَلَعَلَّكُمْ ve olur ki
21 تَشْكُرُونَ şükredersiniz ش ك ر
 
Şimdi de sıra, insanı kuşatan tabii ortamın bir bölümü olarak deniz ve kara parçasına gelmiştir. Âyette denizin insanla ilgili başlıca üç özelliği söz konusu edilmektedir: a) Deniz önce bir besin kaynağıdır, b) Denizden mücevher elde edilir, c) Nihayet deniz taşımacılık açısından da büyük önem taşır. Bunlar denizin maddî faydalarıdır; ama âyette denizin sadece bunlar için değil, ayrıca insanlar, onu yaratan ve nimetlerle donatan Allah’ı tanıyıp O’na şükretsinler ve böylece denizi mânevî bakımdan da bir nimet olarak değerlendirsinler diye onların hizmetine verildiğine dikkat çekilmektedir. Şu halde 10-11. âyetlerde ifade buyurulduğu üzere, tatlı yağmur suyunu türlü ürünleriyle insanlara ve genel olarak tabiata bahşeden yüce kudret, tuzlu deniz suyunu da nimetlerle donatarak yararlı kılmıştır; bu da O’nun derin hikmetinin anlamlı tecellilerinden biridir. Eski tefsirlerde “O (Allah), sizi sarsmaması için yere sağlam dağlar yerleştirdi” ifadesi açıklanırken, dünyanın önce dümdüz ve üzerinde ikamet edilemeyecek kadar hareketli olduğu, daha sonra Allah’ın emriyle dağların yerleştirilmesi sayesinde yerin istikrarlı bir hale getirildiği ifade edilir. Gerek bu âyette gerekse Nebe’ sûresindeki (78/7) dağların birer kazık veya destek yapıldığını ifade eden âyette yer kabuğunun sertleşme sürecine değinildiği; yani yer kabuğunun, yer altındaki mağma ve gaz tabakalarının üzerini kapatıp dışa püskürmesini büyük ölçüde önleyecek bir yapı kazanmasıyla dünyanın üzerinde yaşanabilir hale gelişine işaret bulunduğu yönünde Muhammed Esed’in ileri sürdüğü görüş (II, 531-532) bizce de mâkul görünmektedir. Özellikle yeryüzünün dağlık kısımlarında zemin sağlam olduğu için, yapıların depremlerde daha az hasar görmesine karşılık vadilerin ve ovaların nisbeten riskli olduğu da bilinmektedir. Bilinen bir diğer husus da dağların yer hareketlerinde denge ve düzeni sağlama (balans) işlevinin bulunduğudur. “Daha nice işaretler koydu” ifadesinden yeryüzünün, o dönem insanlarının henüz bilmedikleri, zamanla fizikî coğrafya, jeoloji, biyoloji gibi bilimlerin gelişmesiyle keşfedilecek olan daha başka sırlar taşıdığına işaret edilmektedir.
 

لحم Lehame : لَحْمٌ bildiğimiz et kelimesidir. Çoğulu لُحُومٌ , لِحامٌ ve لُحْمانٌ şeklinde gelir. Yine لِحامٌ kabın çatlağının onarılmasını sağlayan ve kaynak yapılan lehimdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri lahmacun ve lehimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

حلي Haleye : حُلِيٌّ kelimesi zinet/süs anlamına gelen حَلْيٌ sözcüğünün çoğuludur. Yine aynı anlamda حِلْيَةٌ şeklinde de kullanıldığı ifade edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Hilye-i Şerif ve helvadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olup mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. 

İsm-i mevsûlu sılası سَخَّرَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. 

الْبَحْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

لِ  harfi,  تَأْكُلُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  سَخَّرَ  fiiline müteallıktır.

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur'an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i cerini ve  اَنْ ’den sonra da nafiye lâ’sını  (لَا)  görebiliriz.  لِئَلَّا  şeklinde yazılır. Bazen ise bu  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i ceri ve nafiye lâ’sının  (لَا)  hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْكُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُ  car mecruru  تَأْكُلُوا  fiiline müteallıktır.

لَحْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

طَرِياًّ  kelimesi  لَحْماً ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.


 وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ 

 

تَسْتَخْرِجُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la   تَأْكُلُوا  fiiline matuftur. 

تَسْتَخْرِجُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُ  car mecruru  تَسْتَخْرِجُوا  fiiline müteallıktır.  حِلْيَةً  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.

تَلْبَسُونَهَا  cümlesi  حِلْيَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَلْبَسُونَهَا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur. 

تَسْتَخْرِجُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ 

 

وَ  itiraziyyedir.  تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

الْفُلْكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَوَاخِرَ  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ف۪يهِ  car mecruru مَوَاخِرَ ’ya müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. ل  harfi,  تَبْتَغُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  تَرَى  fiiline müteallıktır.

تَبْتَغُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مِنْ فَضْلِ  car mecruru  تَبْتَغُوا  fiiline miteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَبْتَغُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

وَ  atıf harfidir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir,  لَعَلَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur. 

تَشْكُرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.

تَشْكُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, kasr, tazim ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Hasr kastedilerek mübteda ve haber marife olarak gelmiştir. Ayette sözü geçen fiillerin faili Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık bu fiilleri yapamaz.

Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf babında hakiki kasrdır. (Âşûr, Enam Suresi, 2)

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası  سَخَّرَ الْبَحْرَ  cümlesi,  müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ziynet takma/giyme ifadesinin müzekker çoğul zamire isnadı tağlîb ifade etmesinden dolayıdır. Zira yüzük ve kılıç kuşanmada kullanılan ziynetler dışındaki takıların çoğu yalnızca kadınlar tarafından kullanılır. (Âşûr)

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  تَأْكُلُوا  cümlesi, mecrur mahalde olup لِ  harfiyle birlikte  سَخَّرَ  fiiline müteallıktır. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

طَرِياًّ  kelimesi  لَحْماً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Balıkların, hayvan oldukları halde ayette et olarak ifade edilmeleri, onlardan faydalanmanın ancak onları yemekle sınırlı olduğuna işaret etmek içindir. Taptaze olarak vasiflandırılmaları ise etlerinin lezzetini bildirmek ve bozulmaması için bekletilmeden bir an önce tüketilmesine dikkat çekmek içindir. Bir de Allah'ın acı sularda etleri taptaze lezzette hayvanları yaratmaya nasıl kadir olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Masdar-ı müevvel cümlesine matuf olan aynı üsluptaki  تَسْتَخْرِجُوا  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Her iki cümle de muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Denizi insanların hizmetine verme sebeplerinin sayılması, taksim sanatıdır.

 

وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ 

 

وَ  itiraziyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَوَاخِرَ  kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  تَبْتَغُوا  cümlesi, mecrur mahalde olup  لِ  harfiyle birlikte  تَرَى  fiiline müteallıktır. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنْ فَضْلِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  فَضْلِ  tazim edilmiştir.

الْبَحْرَ - فُلْكَ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. 

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تَشْكُرُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâlekî, İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)