بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتَحْمِلُ | ve taşırlar |
|
2 | أَثْقَالَكُمْ | ağırlıklarınızı |
|
3 | إِلَىٰ | (uzak) |
|
4 | بَلَدٍ | şehirlere |
|
5 | لَمْ |
|
|
6 | تَكُونُوا | olmadığınız |
|
7 | بَالِغِيهِ | varıyor |
|
8 | إِلَّا | dışında |
|
9 | بِشِقِّ | zahmetler çekmek |
|
10 | الْأَنْفُسِ | canlar(ınız) |
|
11 | إِنَّ | doğrusu |
|
12 | رَبَّكُمْ | Rabbiniz |
|
13 | لَرَءُوفٌ | çok şefkatlidir |
|
14 | رَحِيمٌ | çok acıyandır |
|
وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَحْمِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
اَثْقَالَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى بَلَدٍ car mecruru تَحْمِلُ fiiline müteallıktır.
لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ cümlesi بَلَدٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَكُونُوا nakıs, ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. تَكُونُوا ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
بَالِغ۪يهِ kelimesi تَكُونُوا ’nün haberi olup nasb alameti ي ’dir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. بِشِقِّ car mecruru الِغ۪يهِ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. الْاَنْفُسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَالِغ۪يهِ kelimesi sülâsî mücerred olan بلغ fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ
İsim cümlesidir . اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
رَبَّكُمْ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
رَؤُ۫فٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ise ikinci haberdir.
رَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌۙ isimleri mübalağa sıygasındadır.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ
Ayet وَ ’la 5. ayetteki …ف۪يهَا دِفْءٌ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiille gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
بَلَدٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.
اَثْقَالَكُمْ ’den murad; ağırlıklar, yolcunun eşyasıdır. Yahut kendi bedenleridir. İbni Abbas (ra) memleketlerden muradın, Yemen, Mısır ve Şam olduğunu İkrime ise Mekke olduğunu söylemiştir. (Ebüssuûd)
لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ cümlesi بَلَدٍ için sıfattır. Menfi muzari nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan بَالِغ۪يهِ , ism-i fail kalıbında ve izafet formunda gelmiştir.
لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ cümlesi بَلَدٍ için sıfattır. Uzaklık anlamında kullanılmıştır. Çünkü gidilecek yer uzaksa yolcunun beldeye ulaşması meşakkatlidir. Yani ağırlıklarını taşıyacak hayvan olmadan ulaşamazlar demektir. (Âşûr)
Veciz ifade için izafetle gelen بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ , müsned olan بَالِغ۪يهِ ’daki zamirin mahzuf haline müteallıktır.
Nefy harfi لَمْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, hal sahibi ile hali arasındadır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَحْمِلُ - اَثْقَالَكُمْ - بِشِقِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِشِقِّ الْاَنْفُسِ ifadesi iki tevilden birine göre istiaredir. O (tevil) de mananın “Bu beldelere, ancak büyük meşakkat ve yorucu mesafe uzaklığı yüzünden (bitkin düşen) canlarınızın yarısıyla ulaşabilirsiniz.” şeklinde olmasıdır. Çünkü شِقِّ bir nesnenin iki parçasından biridir. Arapların (çok sevilen biri için söyledikleri) شقيق النفس (canın yarısı) sözleri de bu manadadır ki o (sevilen), sevenin canıyla kaynaştığı için onun yarısı gibidir.
Allah Teâlâ’nın burada zikrettiği شِقِّ kelimesinin “meşakkat, yorgunluk, gayret ve çaba” anlamında olduğunu söyleyen görüşe göre ifade istiare sınırı dışına çıkar, hakikat olur. Buna göre Yüce Allah sanki “Nefislerinizin ancak meşakkat ve yorgunluk çekmesiyle ulaşabileceğiniz beldeler” demiş olur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ [Yüklerinizi ulaşamayacağınız memlekete taşır.] çünkü hayvanlar olmasa ve yaratılmasa idi, hele sırtınızda yükle hiç ulaşamazdınız, اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ [Ancak külfet ve meşakkatle ulaşırdınız.] Fetha ile بشَقٍ da okunmuştur, o da lügattir. Meftuh olması durumunda بشَقٍ kelimesi شَقَ الامر ’den mastar olduğu da söylenmiştir ki aslı çatlamak manasındadır. Meksûr بِشِقِّ ise yarı manasında olup, sanki zorluktan yarı gücünüz gider demektir. “Şüphesiz Rabbiniz elbette çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” çünkü onları yaratarak yararlanmanız ve işinizi kolaylaştırmak için size acımıştır. (Beyzâvî)
اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ cümlesi والأنْعامَ خَلَقَها için ta’liliyyedir. Yani “Onları bu menfaatler için yaratmıştır. Çünkü Rabbiniz çok affedici ve mağfiret edicidir.” demektir. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبَّكُمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan كَ zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah’ın رَح۪يمٌ ve رَؤُ۫فٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
رَبَّ , رَؤُ۫فٌ , رَح۪يمٌۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ
الْخَيْلَ atıf harfi وَ ’la 5. ayetteki الْاَنْعَامَ ’ye atfedilmiştir.
الْخَيْلَ kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, خلق (yarattı) şeklindedir.
الْبِغَالَ ve الْحَم۪يرَ kelimeleri الْخَيْلَ ’ye matuf olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi, تَرْكَبُو fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mukadder خلق fiiline müteallıktır.
تَرْكَبُوهَا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ز۪ينَةً atıf harfi وَ ’la masdar-ı müevvele matuftur.
ز۪ينَةً mef’ûlun lieclih olarak fetha ile mansubdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.
يَخْلُقُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَۚ ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İsm-i mevsulun sılası لَا تَعْلَمُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ
الْخَيْلَ atıf harfi وَ ’la 5. ayetteki الْاَنْعَامَ ’ye atfedilmiştir. الْخَيْلَ mahzuf fiilin mef’ûlün bihidir. Takdiri, خلق (yarattı)’dir. Amilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzufla birlikte cümle faide-i haber talebî kelamdır.
وَالْبِغَالَ ve وَالْحَم۪يرَ , temâsül nedeniyle وَالْخَيْلَ ’ye atfedilmiştir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَرْكَبُوهَا cümlesi, لِ ile birlikte mukadder خلق fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvelin mahalline matuf olan ز۪ينَةًۜ , mef’ûlün lieclihtir.
تَرْكَبُوهَا ile ز۪ينَةً kelimeleri arasında isim ve fiil arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)
Cenab-ı Hak bu ifadeleri, önce geçmiş olan الأنعام lafzına atfederek “Allah, الأنعام ’ı, şu ve şu şeyler için; bunları ise binilmeleri için yaratmıştır.” buyurmuş olur. Cenab-ı Hak, “hem ziynet için” buyurmuştur ki yani “Allah onları ziynet olsunlar diye yarattı.” demektir. Zeccâc, bu ifadenin, mef’ûlün leh olup manasının ise “Allah onları ziynet için yarattı.” şeklinde olduğunu söylemiştir. Cenab-ı Hak, at, katır, eşek gibi şeylerden bahsetmiş ve bunların binmek için yaratıldıklarını bildirmiştir ki bu da, yeme (helal olma) işinin الأنعام kelimesine tahsis edildiğini ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ [Atları, katırları ve merkepleri] ifadesi 5.ayetteki الأنعام kelimesine matuftur. لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةً [“binmeniz ve ziynet için”] yani onlara binmeniz ve onlarla süslenmeniz içindir. Bunların لِتَرْكَبُوهَا ’nın mahalline ma’tûf olduğu da söylenmiştir. Ayette üslubun لِتَرْكَبُو şeklinde masdar-ı müevvelle gelerek değişmesi, ziynetlendirmenin hâlikın işi olmasından, binmenin ise mahlukun işi olmasındandır. Bir de onları yaratmaktan maksat binmektir. Ziynetlenmek ise dolaylı olarak meydana gelmektedir. وَ olmadan ز۪ينَةًۜ de okunmuştur ki o zaman binmenin sebebi olur ya da iki zamirden birinin hal’i yerinde olur yani متزينين yahut متزينيناً پها demek olur. (Keşşâf)
خَيْلَ , بِغَالَ , حَم۪يرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Cümle atıf harfi وَ ’la mukadder خلق fiile atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟
وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ
وَ istînâfiyyedir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
قَصْدُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, بيان قصد السبيل (Yolun amacını açıklamak) şeklindedir.
السَّب۪يلِ muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.
وَ itiraziyyedir. مِنْهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
جَٓائِرٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
جَٓائِرٌ kelimesi, sülasi mücerredi olan جور fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri; هدايتكم (Sizin hidayetiniz) şeklindedir.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
هَدٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَجْمَع۪ينَ kelimesi هَدٰيكُمْ ’deki hitap zamiri için manevi tekid olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
Tekid, tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (ٌمُؤَكَّد) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Lafzî Tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ
وَ istînâfiyyedir. Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
عَلَى اللّٰهِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. قَصْدُ السَّب۪يلِ muahhar mübtedadır. Muahhar mübtedanın, takdiri بيان [Açıklamak] olan muzâfı mahzuftur.
Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Alimlerimiz ayetteki وَعَلَى اللّٰهِ “Allah üzerinedir, Allah'a aittir.” ifadesi ile “Allah'ın fazlı ve keremi ile hak yolu ve hak dini beyan etmesi, Allah'a aittir.” manası kastedilmiştir. Allah'ın dalalete sevk etme ve saptırmasının nasıl olduğunu beyan etmesi ise gerekmez demişlerdir. İşte bu ifadeden kastedilen bu manadır. (Fahreddin er-Râzî)
قَصْدُ السَّب۪يلِ , doğru ve istenen yola gitmek için yolun yardımını almak demektir. Mesela, طريق قاصد ifadesi, maksada ulaştıran yol, demektir. (Kurtubî)
وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ
وَ itiraziyyedir. Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
مِنْهَا, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. جَٓائِرٌۜ muahhar mübtedadır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır.
[Doğru yolu göstermek Allah’a aittir] yani doğru yolun gösterilmesi, beyan edilmesi Allah’a aittir, demektir. Burada göstermek anlamındaki kelime olan muzâf, hazf edilmiştir. Daha sonra Cenab-ı Hak, [Ondan bazısı ise eğridir.] buyurmuştur. Bu “meyleden, sapan yollar vardır” demektir. Arapçada چور haktan sapmak, meyletmek demektir. مِنْهَا kelimesindeki zamir, السَّب۪يلِ ’e racidir. Yol/ السَّب۪يلِ kelimesi, Hicazlılara göre müennestir. Bu, “Bazı yollar haktan sapmıştır, hakka doğru değildir.” demektir. O yollar da küfrün ve dalaletin çeşitli yollarıdır. Cenab-ı Hakk’ın “Eğer dileseydi, muhakkak hepinizi toptan hidayete erdirirdi.” cümlesi, Allah Teâlâ’nın kâfirleri hidayete erdirmeyi dilemediğine ve onların iman etmelerini istemediğine delalet eder. Çünkü لَوْ (eğer) edatı, bir şeyin olmamasından ötürü, diğer bir şeyin de olmayacağını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
سبيل جاءر ifadesi istiaredir. Çünkü جاءر “kendisini yoldan saptıran kişi” demektir. Nitekim (birisi) yolunu şaşırdığında جار الرجل عن الطريق (Adam yoldan saptı) denir. Ancak Araplar, “düzgün ve doğru gidilen yol” anlamında طريق قاسدٌ , dedikleri için “sapılan (yanlış) yol” anlamında طريقٌ جارٌ demeleri de caiz olmuştur.
Bu tabirler, eylemlerin mekâna isnat edilmesine (mekâniyye alakası) dayanan aklî/isnadi mecazlardır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
Allah lafzında tecrid sanatı vardır.
وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟
İstînâfa matuftur. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Şart fiili شَاۤءَ ’dir.
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu, لَهَدٰيكُمْ cümlesi لَوْ ’in cevabıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildirir.
Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır.” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))
Şart ve cevap cümlelerinde fiiller mazi sıygada gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmişlerdir. (Vakafat, s. 107)
Ayette icâz-ı hazif vardır. شَٓاءَ fiilinin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri; لو شاء هدايتكم (Sizin hidayetinizi dileseydi…) şeklindedir.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَجْمَع۪ينَ۟ manevî tekid lafızlarındandır. Manevî tekid lafızları, cümlede cüzleri tekid eder.هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | أَنْزَلَ | indiren |
|
4 | مِنَ | -ten |
|
5 | السَّمَاءِ | gök- |
|
6 | مَاءً | bir su |
|
7 | لَكُمْ | sizin için |
|
8 | مِنْهُ | ondandır |
|
9 | شَرَابٌ | içeceğ(iniz) |
|
10 | وَمِنْهُ | ve ondandır |
|
11 | شَجَرٌ | (bitkiler) |
|
12 | فِيهِ | onda |
|
13 | تُسِيمُونَ | hayvanları otlattığınız |
|
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsulun sılası اَنْزَلَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline müteallıktır.
مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْهُ car mecruru شَرَابٌ ’un mahzuf haline müteallıktır. شَرَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
مِنْهُ شَجَرٌ atıf harfi وَ ’la مِنْهُ شَرَابٌ ’a matuftur.
ف۪يهِ car mecruru تُس۪يمُونَ fiiline müteallıktır.
تُس۪يمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُس۪يمُونَ cümlesi شَجَرٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf babında hakiki kasrdır. (Âşûr, Enam Suresi, 2)
Hasr kastedilerek mübteda ve haber marife olarak gelmiştir. Gökten su indirme fiilinin faili Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık bu fiili yapamaz.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan …اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَٓاءً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
مَٓاءً için sıfat konumundaki لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. شَرَابٌ , muahhar mübtedadır. Car mecrur مِنْهُ , amili olan شَرَابٌ ’a siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir. Mübtedanın tenkiri nev, tazim ve kesret ifade eder.
İsim cümlesi formunda gelen مِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ cümlesi makabline temâsül nedeniyle atfedilmiştir. Îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatlarının bulunduğu cümle, önceki isim cümlesi gibi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
مِنْهُ شَرَابٌ ibaresindeki مِنْ harf-i cerinde tecrîd sanatı vardır.
Terim olarak tecrîd, “mükemmelliğinde mübalağa yapmak için nitelendirilmiş bir durumdan, aynı nitelikte olan başka bir durumun çekip çıkarılması”dır. Bununla kendisinden çıkarılma yapılan birinci durumun kemâli hususunda mübalağa amaçlanmaktadır. (Kazvînî, el-Îzâh, s. 274)
تُس۪يمُونَ cümlesi شَجَرٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Zarfiye anlamındaki ف۪ي harf-i cerinin gelişi belâgi inceliklerdendir. إسامَةُ yenecek otların bulunduğu yer demektir. Yemek bu yerin içinde değil altındadır. Yani bu tabir develeri otlağa salmak manasındadır. (Âşûr)
شَرَابٌ - مَٓاءً ve شَجَرٌ - تُس۪يمُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, شَرَابٌ ve شَجَرٌ kelimeleri arasında cinas vardır.
Sudan elde edilen faydaların ayrı ayrı belirtilmesi taksim sanatıdır.
يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُنْبِتُ | bitirmektedir |
|
2 | لَكُمْ | size |
|
3 | بِهِ | onunla |
|
4 | الزَّرْعَ | ekinler |
|
5 | وَالزَّيْتُونَ | ve zeytin |
|
6 | وَالنَّخِيلَ | ve hurma |
|
7 | وَالْأَعْنَابَ | ve üzümler |
|
8 | وَمِنْ | ve |
|
9 | كُلِّ | her çeşitten |
|
10 | الثَّمَرَاتِ | meyvalar |
|
11 | إِنَّ | şüphesiz |
|
12 | فِي |
|
|
13 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
14 | لَايَةً | ibret vardır |
|
15 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
16 | يَتَفَكَّرُونَ | düşünen |
|
يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ
Fiil cümlesidir. يُنْبِتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
لَكُمْ car mecruru يُنْبِتُ fiiline müteallıktır. بِهِ car mecruru يُنْبِتُ fiiline müteallıktır.
بِ sebebiyyedir.
الزَّرْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الزَّرْعَ ’ya matuftur.
وَ atıf harfidir. مِنْ كُلِّ car mecruru mahzuf sıfata müteallıktır. Takdiri; وشيئا من كلّ (Tamamından bir şey) şeklindedir.
كُلِّ muzâftır. الثَّمَرَاتِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir, mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَةً kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَةً ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَتَفَكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَفَكَّرُونَ fiili لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَفَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Meyvelerin inbatı (yeşermesi) Allah’a isnad edilmiştir. Sebepleri ilham etmesinde ve asılları yaratmasında Allah’ın, insanların kendilerinde kudret var zannederek gururlanmalarını def etmek için bir tenbih vardır. Bundan dolayı bunda daha nice incelikler var diyerek اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ buyurmuştur. (Âşûr)
مِنْ كُلِّ car mecruru mahzufun sıfatına müteallıktır. Takdiri, …وشيئا من كلّ (Tamamından bir şey) şeklindedir.
مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ ibaresindeki مِنْ ba’diyet, بِهِ ’deki بِ harfi sebebiyet içindir.
الزَّرْعَ ,لزَّيْتُونَ ,النَّخ۪يلَ ,الْاَعْنَابَ ,الثَّمَرَاتِۜ ,يُنْبِتُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yukarıdaki ayetlerde önce hayvanların besinlerinden, ardından insanların yiyeceklerinden belli bir sıraya göre bahsedilmesi Beyzâvî’nin dikkatini çekmiş ve bu sıralanıştaki sırrı son derece veciz ifadelerle şu şekilde ifade etmiştir: “Belki de hayvanların otlayacağı şeylerin insan yiyeceklerinden önce zikredilmesi, onların neticede (et, süt gibi) hayvansal gıdalara dönüşmelerindendir. Bunlar da gıdaların en kıymetlileridir. Ekinin meyvelerden (zeytin, hurma, üzüm) önce zikredilmesi de üstünlüğündendir. Üç meyve cinsinin açıklanıp sıralanması da bu hesaba göredir.”
Bitkiler, hayvanların ve insanların beslenmeleri açısından iki kısımdır. Normalde ibarede insanların beslenecekleri yiyeceklerin önce zikredilmesi uygun olurdu, ancak hayvanlar bitkilerle beslendikten sonra o bitkiler artık hayvandan bir parça oluyor ve et, süt gibi hayvansal gıdaya dönüşüyor. Bu tür gıdalar da bitkisel gıdalardan daha üstündür. Bu itibarla hayvan yiyecekleri insanınkinden üstün oluyor. Bunun için birinci ikinciye takdim edilmiştir.
Bitkisel gıdalar ayrıca ekin ve meyve olmak üzere de iki kısımdır. Ayette الزَّرْعَ lafzıyla ekine وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ lafzıyla da meyvelere işaret edilmiştir. Ekinlerin beslenme bakımından meyvelere göre üstün olduğunda şüphe yoktur. Meyvelerin en üstünleri de zeytin, hurma ve üzümdür. Bundan dolayı “her türlü meyveler” diyerek kapalı bir ifade kullanırken bu üçünün adını özel olarak zikretmiştir. Bu üç meyvenin de en üstünü zeytindir. Zira o pek çok faydasından dolayı gıda olarak tüketildiği gibi içindeki yağı dolayısıyla başka alanlarda da kullanılmaktadır. Hurma da üzümden üstündür. Bu yüzden ekini meyveye, zeytini hurmaya, hurmayı üzüme takdim etmiştir.
Müfessirimiz ayetin, “İşte bunlarda düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır.” lafzıyla sona ermesindeki hikmeti de şu şekilde açıklar: “Bütün bu açıklananlar yaratıcının varlığına işarettir. Çünkü kim şöyle düşünürse tohum yere düşer, ona topraktan nem sızar, içine işler, böylece üstten çatlar ve ondan bitkinin gövdesi çıkar. Alttan da yarılır ve buradan da kökleri çıkar. Sonra büyür, ondan yapraklar, çiçekler, tomurcuklar ve meyveler çıkar. Bunların her biri içine şekilleri ve tabiatları ayrı cisimleri alır, halbuki maddesi, aşağıdaki tabii durumlar ve atmosfere ait etkiler hep birdir. İşte kim bu şekilde düşünürse bilir ki bu ancak seçme yetkisi kendisinde bulunan ve zıtların çekişmesinden azade bir yaratıcının işiyledir. Belki de ayetin bu şekilde sonlanması bu yüzdendir.” (Süleyman Gür, Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı, Ebüssuûd)
Ayette geçen meyvelerin elif lamla marife gelişi cins içindir. Su ile yetişen yeryüzündeki ürün cinsleri ve her milletten insanın bulunduğu yer ve ortamdaki ürünler kastedilmiştir. مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ ibaresindeki مِنْ ba’diyyedir. Her milletin nail olduğu nimetleri çeşitlendirme amaçlanmıştır. (Âşûr)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Tecessüm ve cem ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Ayetin sonunda muzari fiil sıygasındaki يَتَفَكَّرُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
Bunun tefekkür vasfına bağlanması; tedricen oluşumuna gizli bir işarettir. Allah Teâlânın ilâhi kudretinin delillerine rağmen hidayet etmeyen müşriklere tariz vardır. Çünkü onlar tefekkür etmeyen bir kavim idiler. (Âşûr)
قَوْمٍ ve لَاٰيَاتٍ kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ [ayetler] umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)
وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَسَخَّرَ | hizmetinize verdi |
|
2 | لَكُمُ | sizin |
|
3 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
4 | وَالنَّهَارَ | ve gündüzü |
|
5 | وَالشَّمْسَ | ve güneşi |
|
6 | وَالْقَمَرَ | ve ay’ı |
|
7 | وَالنُّجُومُ | ve yıldızlar da |
|
8 | مُسَخَّرَاتٌ | boyun eğdirilmiştir |
|
9 | بِأَمْرِهِ | O’nun emriyle |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | فِي |
|
|
12 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
13 | لَايَاتٍ | ibretler vardır |
|
14 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
15 | يَعْقِلُونَ | aklını kullanan |
|
وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
لَكُمُ car mecruru سَخَّرَ fiiline müteallıktır. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
النَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الَّيْلَ ’ye matuf olup fetha ile mansubdur.
النُّجُومُ mübteda olup lafzen merfûdur. مُسَخَّرَاتٌ haber olup lafzen merfûdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
بِاَمْرِه۪ car mecruru مُسَخَّرَاتٌ ’e müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَخَّرَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُسَخَّرَاتٌ kelimesi, sülasi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mefûludür.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir, mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَعْقِلُونَ fiili لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْقِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ
Önceki ayetteki يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لَكُمُ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
الشَّمْسَ - الْقَمَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
الَّيْلَ - النَّهَارَۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
سَخَّرَ- لَكُمُ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَسَخَّرَ ,مُسَخَّرَاتٌ fiilleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ ile وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ kelimeleri arasında gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Gece ile gündüz, sizin uykularınız, geçiminiz, ürünlerin oluşması ve olgunlaşması için birbirini izlemektedir. Güneş ile ay da seyirlerinde ve doğrudan doğruya, yahut bir diğerinin halefi olarak aydınlatmalarında, salahları onlara bağlanmış ürünlerin ve ezcümle mufassal ve mücmel olarak anlatılan ürünlerin ıslahı için birbirini takip etmektedir. Bütün bunlar sizin maslahatlarınız ve menfaatleriniz içindir. Bunların insanlara teshir edilmiş (dikkati çekme) olmalarından murad, “Bunu bize teshir eden Allah'ı tenzih ederiz.” (Zuhruf Suresi, 13) ve benzeri ayetlerde olduğu gibi diledikleri şekilde onlarda tasarruf etme imkânına sahip olmaları demek değildir. Ancak insanların menfaatlerinin ve maslahatlarının tahakkuk edeceği şekilde Allah'ın onları yönetmesidir. Böylece sanki onlar insanlara teshir edilmiş ve insanlar istedikleri gibi onlarda tasarruf ediyorlar. Bunun teshir olarak ifade edilmesi, bu varlıkların idaresinin muhataplara göre ne kadar imkânsız olduğuna işaret etmek içindir. (Ebüssuûd)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ yine ayette bahsi geçen konuları net bir şekilde dikkatlere sunmak ve değerini yüceltmek içindir. İktidâb ifade eder.
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde de istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَعْقِلُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (İtkan, c. 2, s.176)
Bu, Sâni’-i Hakîm’in vahdaniyetini, yarattıklarının ve ilminin mükemmelliğini göstermek için bir geçiştir. Hem istidlâl hem de minnet vurgusu birlikte verilmiştir. Bu alamet ve işaretlerin hepsi temelde akla hitap eder. Çünkü aklın mahiyeti, zikredilen delillerle birlikte istidlâl yoluyla Rabbimizin vahdaniyet ve kudretine ulaşmaya kâfidir. Zira o deliller, gecenin ve gündüzün müşahede edilmesiyle elde edilebilecek olan, apaçık ve aydınlık delillerdir. (Âşûr)
قَوْمٍ ve لَاٰيَاتٍ kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ [ayetler] umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)
Bu cümle ile bir önceki ayetin son cümlesi arasında mukabele vardır.وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve vardır |
|
2 | ذَرَأَ | yarattıklarında |
|
3 | لَكُمْ | sizin için |
|
4 | فِي |
|
|
5 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
6 | مُخْتَلِفًا | çeşitli |
|
7 | أَلْوَانُهُ | renklerdeki |
|
8 | إِنَّ | şüphesiz |
|
9 | فِي |
|
|
10 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
11 | لَايَةً | ibret vardır |
|
12 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
13 | يَذَّكَّرُونَ | öğüt alan |
|
وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, …سخّر لكم ما (...şeyi sizin emrinize verdi.) şeklindedir.
ذَرَاَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
لَكُمُ car mecruru ذَرَاَ fiiline müteallıktır. فِي الْاَرْضِ car mecruru ذَرَاَ fiiline müteallıktır.
مُخْتَلِفاً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْوَانُ kelimesi ism-i fail olan مُخْتَلِفاً ’nin faili olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْتَلِفاً sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir, mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَةً kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَذَّكَّرُونَ fiili لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَذَّكَّرُونَ fiili نَ ’un subutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَذَّكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Aslı يَتَذَكَّرُونَ şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ
Atıfla gelen ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müşterek ism-i mevsûl, takdiri …سخّر لكم ما (...şeyi sizin emrinize verdi) olan mahzuf fiilin mef’ûlü olarak mansub konumdadır. Sılası olan ذَرَاَ لَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
مُخْتَلِفاً kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
مُخْتَلِفاً ’in ism-i fail kalıbında olması, اَلْوَانُهُۜ ’yu fail olarak almasını mümkün kılmıştır.
مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُ [Çeşitli renklerde] ayetindeki; مُخْتَلِفاً kelimesi, hal olarak nasb edilmiştir. Renklerden kasıt, şekil ve görünümleridir. Yani hayvanların, ağaçların ve diğer yaratıkların şekil ve görünümleri farklı farklıdır. (Kurtubî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Tecessüm ve cem ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (İtkan, c. 2, s. 176)
Ayetin sonunda muzari fiil sıygasındaki يَذَّكَّرُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ve لَاٰيَاتٍ kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ [ayetler] umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)
Art arda gelen üç ayetin son kelimeleri dikkat çekicidir. يَتَفَكَّرُونَ , يَعْقِلُونَۙ ve يَذَّكَّرُونَ Tefekkür etmek, akletmek ve zikretmek.
Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | سَخَّرَ | hizmetinize veren |
|
4 | الْبَحْرَ | denizi |
|
5 | لِتَأْكُلُوا | yemeniz için |
|
6 | مِنْهُ | ondan |
|
7 | لَحْمًا | et |
|
8 | طَرِيًّا | taptaze |
|
9 | وَتَسْتَخْرِجُوا | ve çıkarmanız için |
|
10 | مِنْهُ | ondan |
|
11 | حِلْيَةً | süsler |
|
12 | تَلْبَسُونَهَا | kuşanacağınız |
|
13 | وَتَرَى | ve görüyorsun ki |
|
14 | الْفُلْكَ | gemiler |
|
15 | مَوَاخِرَ | denizi yara yara gitmektedir |
|
16 | فِيهِ | onun içinde |
|
17 | وَلِتَبْتَغُوا | aramanız için |
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | فَضْلِهِ | O’nun lutfunu |
|
20 | وَلَعَلَّكُمْ | ve olur ki |
|
21 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
لحم Lehame : لَحْمٌ bildiğimiz et kelimesidir. Çoğulu لُحُومٌ , لِحامٌ ve لُحْمانٌ şeklinde gelir. Yine لِحامٌ kabın çatlağının onarılmasını sağlayan ve kaynak yapılan lehimdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri lahmacun ve lehimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
حلي Haleye : حُلِيٌّ kelimesi zinet/süs anlamına gelen حَلْيٌ sözcüğünün çoğuludur. Yine aynı anlamda حِلْيَةٌ şeklinde de kullanıldığı ifade edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Hilye-i Şerif ve helvadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olup mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur.
İsm-i mevsûlu sılası سَخَّرَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
الْبَحْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi, تَأْكُلُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte سَخَّرَ fiiline müteallıktır.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur'an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harf-i cerini ve اَنْ ’den sonra da nafiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harf-i ceri ve nafiye lâ’sının (لَا) hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَأْكُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru تَأْكُلُوا fiiline müteallıktır.
لَحْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
طَرِياًّ kelimesi لَحْماً ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ
تَسْتَخْرِجُوا fiili atıf harfi وَ ’la تَأْكُلُوا fiiline matuftur.
تَسْتَخْرِجُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru تَسْتَخْرِجُوا fiiline müteallıktır. حِلْيَةً mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.
تَلْبَسُونَهَا cümlesi حِلْيَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَلْبَسُونَهَا fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur.
تَسْتَخْرِجُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪
وَ itiraziyyedir. تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
الْفُلْكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَوَاخِرَ kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهِ car mecruru مَوَاخِرَ ’ya müteallıktır.
وَ atıf harfidir. ل harfi, تَبْتَغُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte تَرَى fiiline müteallıktır.
تَبْتَغُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ فَضْلِ car mecruru تَبْتَغُوا fiiline miteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَبْتَغُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
وَ atıf harfidir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir, لَعَلَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur.
تَشْكُرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
تَشْكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, kasr, tazim ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Hasr kastedilerek mübteda ve haber marife olarak gelmiştir. Ayette sözü geçen fiillerin faili Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık bu fiilleri yapamaz.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf babında hakiki kasrdır. (Âşûr, Enam Suresi, 2)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası سَخَّرَ الْبَحْرَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ziynet takma/giyme ifadesinin müzekker çoğul zamire isnadı tağlîb ifade etmesinden dolayıdır. Zira yüzük ve kılıç kuşanmada kullanılan ziynetler dışındaki takıların çoğu yalnızca kadınlar tarafından kullanılır. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı تَأْكُلُوا cümlesi, mecrur mahalde olup لِ harfiyle birlikte سَخَّرَ fiiline müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
طَرِياًّ kelimesi لَحْماً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Balıkların, hayvan oldukları halde ayette et olarak ifade edilmeleri, onlardan faydalanmanın ancak onları yemekle sınırlı olduğuna işaret etmek içindir. Taptaze olarak vasiflandırılmaları ise etlerinin lezzetini bildirmek ve bozulmaması için bekletilmeden bir an önce tüketilmesine dikkat çekmek içindir. Bir de Allah'ın acı sularda etleri taptaze lezzette hayvanları yaratmaya nasıl kadir olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Masdar-ı müevvel cümlesine matuf olan aynı üsluptaki تَسْتَخْرِجُوا cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Her iki cümle de muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Denizi insanların hizmetine verme sebeplerinin sayılması, taksim sanatıdır.
وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪
وَ itiraziyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَوَاخِرَ kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı تَبْتَغُوا cümlesi, mecrur mahalde olup لِ harfiyle birlikte تَرَى fiiline müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْ فَضْلِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ tazim edilmiştir.
الْبَحْرَ - فُلْكَ arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَشْكُرُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâlekî, İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)Geçen gün kendi dünyama dalmış, yolda yürüyordum. Anı yaşamaktan uzaklaşmış, düşüncelerimin içinde yüzüyordum. Başım önüme düşmüş, nefsimin vesveselerine kulak veriyordum.
Düşmenin verdiği acıyla, bulunduğum halden uyandım. Takıldığım koca taşa, görmemenin verdiği şaşkınlıkla baktım. Gülme sesi duyduğumda, içimdeki kızgınlığın yükseldiğini hissettim.
Öfkemin sesini dinlediğimde, uzattığı eli reddetme ihtimalini düşündüm. Gözlerine baktığımda, yardım teklifini kabul etmeye karar verdim. Ellerini tuttuğumda, bambaşka bir aleme göç ettim.
Dünya ayaklarımın altına serilmiş, bütün canlılığıyla ışıldıyordu. Gözlerim büyüteçe dönüşmüş, her yerin detaylarını görüyordum. Sanki içime belgesel kanalı kaçmış, bedenimden göklere, her katmandaki düzene şahit oluyordum.
Bakışlarım hayranlıkla, oradan oraya kayıyordu. İman ettiğim kusursuzluğa, tekrar ve tekrar iman ediyordum. Aynı zamanda, beni yerden kaldıranın konuşmasını dinliyordum:
“Alemin bir melodisi vardır; kendisini yaratanı zikrederek insanı ibrete çağırır: Gece ve gündüzle, ay ve güneşle, yıldız ve yollarıyla, su ve yiyecekle, bitki ve hayvanlarla, deniz ve toprakla, renk ve süslerle. Aldığın her nefesle ve attığın her adımla, hayal ve gerçeklerinle, duygu ve düşüncelerinle, beden ve ruhunla. Aklına gelen gelmeyen her şeyle beraber Allah’a aitsin. İster doğru yolda yürü, istersen eğri yolda. İster kurtuluşa ulaşmak umuduyla yaşa, istersen ömrünü boşa harca. Eninde sonunda; seni ve beni yaratan Allah’a döneceksin. Aklını başına al ki, Allah’ın yardımıyla dönüşün kutlu olsun.”
Alemin zikrine dalmışım, ta ki o gidelim diyene dek. Dönüp giderken, “Sen kimsin?” diye sordum: “Ben, kalbindeki hakikatin sesiyim. Allah’ın kelamıyla dirilenim. Daldığında uyandırmak için buradayım. Ancak kulak verdiğin ve görmek istediğin kadar yanındayım.”
Ey bizi nimetleriyle kuşatan Allahım! Aklımın aldığı ve almadığı her nimetin için elhamdulillah. Bedenimin içinden dışına, şahit olduğum ve olmadığım her türlü yaşam döngüsü için elhamdulillah. Elimin altındakinin değerini unutarak ve elimin dışındakini de küçümseyerek; nankörlük ve cahillik hatasına düşmekten, Sana sığınırım.
Ey kullarına ilmi ve keşfi veren Allahım! Beni; sahip olduklarıyla rızanı kazananlardan, kalbindeki hakikat sesini diri tutanlardan, doğru yolunda yürüyenlerden, sayısız nimetlerine çokça şükredenlerden ve alemi bir kitap gibi okuyarak ibret alanlardan eyle. Öyle ki; zikrim alemin zikrine karışsın, yer ve gökler imanıma şahitlik etsin, huzuruna dönüşüm kurtuluşum olsun ve nurun ile yüzüm gönlüm aydınlansın.
Amin.
***
Aynı suda beslenmesine, aynı güneşte ısınmasına ve aynı toprakta gelişmesine rağmen yeryüzü çeşitli özelliklere sahip nice bitkilerle doludur. Faydalı ya da zehirli, renkli ya da sade, yenilebilir ya da bakılabilir, zararsız ya da saldırgan ve hatta verimli ya da çürük çıkması gibi farklılıklarla dikkat çekicidirler. Aynı şartlarda yetişseler bile tohumlarındaki çıplak gözlerden gizli kalan özleri farklıdır.
İnsan evladı da biraz tohum gibidir. Ailesi doğru şartları sunmaya çalışır. Aynı evin içinde yetişen, aynı anıları deneyimleyen ve bazen tamamen aynı genleri paylaşanların hatırladıkları, yürümeyi seçtikleri yolları, hedefleri ve hayalleri bambaşka olabilir. Bir yetişkinin çocuklarına karşı olan ebeveynlik görevlerini doğru şekilde yerine getirmesi önemlidir. Ancak her adımında bu bilgiyi de yanında taşımalıdır.
Doğru şartları sağlayarak ve doğru bilgileri yükleyerek doğru şekilde yetiştirmek elle tutulabilir bir gerçekliktir. Ancak bir tohumu yetiştirmek için aracı kılınan kişinin sadece kendine güvenmemesi gerekir. Zira, Allah’ın bir kulu olarak evladındaki özün nasıl şekilleneceği yani topladıklarından hangilerini gerçek manada özümseyeceğini kestirmek mümkün değildir. İşte bu yüzden neslinin hayırlı olmasına dair nice dualar vardır. Kısacası evladını, iyi bir öze sahip olduğu duasıyla yetiştirmelidir. Yani her şeyde olduğu gibi gayret kuldan, takdir Allah’tandır.
Ey Allahım! Gördüklerimizi ve gözlerimizin algılayamadığı gerçekleri; sevdiklerimizi ve kalbimize gizli kalanları yaratansın. Hayatımızda olan insanlara ve tecrübelere dair haberdar olduğumuz ve olmadığımız halleri; iki cihanda da ferahlık vesilesi sevindirici hayırlardan eyle. Bizim ve sevdiklerimizin özlerini her türlü çirkinlikten arındır. Hepimizi Sana kulluk etmesini seven ve Senin rızana kavuşan takva sahibi iyilerin arasına kat. Yarattıklarınla bizi düşünmeye teşvik ettiğin ve hayallerle hayatımızı süslediğin için hamd olsun. Bizi yeryüzündeki ayetleri görenlerden, doğru şekilde düşünmesini bilenlerden ve doğru hayallerle meşgul olanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji